Geçenlerde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Capital, Ekonomist ve Tempo dergilerinde yayınlanmak üzere röportaj yapıyoruz.
Turizmin dünü, bugünü ve yarını derken, söz dönüp dolaşıp alkol yasaklarına geliyor. Bakana, "Turizm belgesi olup da içki vermeyen turistik tesisler var. Bir önlem alacak mısınız?" diye soruyorum. Bu soruyu sorarken de özellikle bazı belediyelerin uygulamalarını kapsam dışında tutuyorum. Sonuçta onların icraatları bakanlığı direkt olarak pek ilgilendirmiyor.
Bakan, hiç duraksamadan yanıtlıyor: "Turizm belgesi alıp da içki vermeyen tek bir yer bilmiyorum."
Bu kez duraksamadan konuşma sırası bende... Hemen lafı yapıştırıyorum.
"Ankara’nın göbeğindeki beş yıldızlı Aktif Metropolitan Otel."
Her soruya seri yanıt veren Günay, bu kez mola ihtiyacı duyuyor ve kısa bir süre yutkunduktan sonra, "Bunu inceletmem lazım. Eğer öyleyse, gerekli işlemi yaparız. Turistik bir bölgede içki vermemek gibi bir şey olmaz. İçen içer, içmeyen içmez" diyor.
BU ALDATMACADAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL!
Aslında sorum ve yanıtı, Türk turizmi açısından çok önemli. Zira, otel, restoran gibi mekanların turizm belgesi alabilmesi için bir çok kıstası yerine getirmesi lazım. Alkol satışı da bu kıstaslardan biri. Örneğin bir yabancı misafir tesisin beş yıldızına bakıp, konaklarken, otelin alkolden arındırılmasını makul karşılamayabilir. Eh Ankara’nın turizm merkezi olması, üstelik yakın bir gelecekte kongre turizminden pay kapması planlanırken, bu tür olumsuzlukların ülke ve kent imajı açısından getireceği sorunları siz hesap edin.
Sakın bir konu yanlış anlaşılmasın. Ben alkolsüz mekánlara değil, bu kıstasları yerine getireceğim diyerek turizm belgesi alan işletmelere karşı çıkıyorum. Fikrime göre, bu durum aldatmacadan başka bir şey değil. Yoksa insanlar işletmelerinde ister alkol satar, ister satmaz. Müşteri olarak da isteyen gider, isteyen gitmez. Ama sen turizmin hizmetindeyim deyip, ruhsat alıyorsan, ona göre fiyat politikası oluşturuyorsan ve şartlarını yerine getirmiyorsan; yanlış orada. Bu arada savunduğum fikirlere bakıp da beni bir içki sevdalısı filan zannetmeyin. Normalde alkolle aram hiç iyi değildir. Katıldığım herhangi bir davette, protokol gereği ayda yılda bir içerim ki, o da mecburiyetten. Ancak içkili ortamları severim ve içen dostlarımla beraber olmaktan da büyük keyif alırım.
BAŞKENT’İN GÖBEĞİNDEKİ BEŞ YILDIZLI ALKOLSÜZ OTEL
Gelelim benim örneklemem sonucu bakanın araştıracağım dediği otele. Bilindiği üzere Başkent Ankara’nın göbeğinde, alkolün yasak olduğu beş yıldızlı bir otelimiz var. Evet, bu şaka değil, yaşanan bir gerçek. Roof ve giriş katında barı bulunan, restoranında şarap bardaklarının masayı süslediği otelde içki satışı yasak. Üstelik Hilton, Sheraton ayarındaki bu otelin modern tasarımı, iç dekorasyonu ve teknolojisi, görenleri hayran bırakacak nitelikte. Siyasi parti genel merkezlerinin bulunduğu Balgat Semti’nde açılan otelin adı ise "Aktif Metropolitan."
"A" harfi şeklindeki otelinhiçbir ünitesinde alkollü içki yok. Ama odalarındaki minibarda, Ankara’yı 360 derecelik açıyla gören roofundaki barda süs olarak duruyor. Pardon, içinde sadece alkolsüz içecekler barındırak hizmet veriyor. Ayrıca, otelin başta Osmanlı yemekleri sunan restoranının yanı sıra, özel yemek ve toplantılar için de salonları mevcut. Lobide ise Türk, İtalyan, Fransız ve İrlanda kahve çeşitleriyle birlikte, zengin tatlı mönüsünün de yer aldığı pastanesi yer alıyor.
13 milyon dolara mal olan otelin sahibi, Ankara Büyükşehir Belediyesi halk ekmeği dağıtımını da yapan Aktif A.Ş isimli şirket. Aktif A.Ş’nin iki ortağı var; Mehmet Nükte ve kayınpederi Mehmet Camızcı. Mehmet Nükte, sağlığa zararlı olduğu için otellerinde alkol bulundurmadıklarını söylüyor, ama hacı olan kayınpederi MehmetCamızcı’nın alkole karşı olduğu yakın çevresi tarafından biliniyor.
Kısacası, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, her alanda ön plana çıkan muhafazakár düşünce, turizm ve otelcilik sektöründe de kendini gösteriyor. Sonuçta da iş, dönüp dolaşıp otelcilik sektörüne kadar dayanıyor. Ve ne mutlu bize ki, Cumhuriyet Başkenti’nin göbeğinde, nur topu gibi alkolsüz beş yıldızlı bir otelimiz var.
BİRKEN 27 OLDU KOYLAR HAŞEMAYA DOYDU
Sayın Ertuğrul Günay’a, bir de Türkiye genelinden örnek vereyim.
Türkiye’nin ilk beş yıldızlı muhafazakár oteli "Caprice Otel", Didim’de faaliyetini sürdürüyor. Daha sonraki yıllar onu Ege ve Akdeniz sahil şeridinde tam 27 tesis takip etti. Ben, Caprice’den yola çıkarak yaşananları ve gelinen noktayı anlatayım.
Caprice Otel, Akbük ve Didim’deki sosyal yaşamı etkiliyor. Bilindiği üzere bu lüks otelde, haremlik-selamlık havuzlar, tenteyle dış dünyaya kapatılan plajlar günlerce basını meşgul etmişti. İslami sosyetenin mekanı haline gelen tesiste türbanlı hanımların deniz keyfi gazete manşetlerini süslemişti.
Akbük’deki bu otele, göz gezdirmek üzere kısa bir ziyarette bulundum ve hizmet anlayışı bakımından bu yıl da değişen pek bir şey olmadığını gördüm. Yine İslami sosyetenin tatil merkezi konumundaydı ve çevresi sıkı güvenlik çemberi içindeydi. Ancak değişen bir şey vardı ki, Caprice Otel’le birlikte, çevredeki otel, pansiyon ve yazlık evlere haşemalı ve türbanlı tatilciler akın etmişti. Değerinin üstünde fiyatlarla ev alan ve kendi özel bölgesini yaratmak isteyen İslamcı kesimin yoğun geldiği bölgede, otel, motel ve pansiyon rezervasyonları aylar öncesinden tamamlanıyordu. Şimdilerde paranın kimde olduğu da düşünülecek olursa Akbük ve Didim’in çehresi değişiyordu. Gündüz plaj, gece çarşı merkezinde, türbanlı, hatta kara çarşaflı hanımları sıkça görmeniz mümkündü. HAKİKİ ŞERİAT MAYOSU
Hanımları için özel denize giriş yeri isteyen, hatta siteler içinde cami ve mescit açılmasını talep edenler günlük yaşamın bir parçası olup çıkıyordu. Bu durum da zaman zaman tartışmalara neden oluyordu. Turistik belgeli bu tesiste yabancı turistler ne yapıyordu derseniz; sadece uzaktan bakınmakla yetiniyordu. Tabii haşema giyip, haremlik selamlık güneşlenmeyi istemiyorlarsa. Unutmadan "Haşema"nın açık yazılışını da aktarayım. "Hakiki şeriat mayosu"
Bu arada beş yıldızlı Caprice Otel’de alkol olup olmadığını sormak ise komediden başka bir şey değil.
ŞARAP HAKKINDAKİ HERŞEYİ TESADÜFEN ÖĞRENDİ
Hürriyet Gazatesi ekonomi muhabiri Çigdem Toker’in yazdığı kitap elime geçti ve bir solukta okudum. Toker’in "Abdüllatif Şener" isimli bu kitabı, son dönemlerde adı yeni bir siyasi oluşumla anılan Abdüllatif Şener’le yapılan uzun soluklu bir söyleşiden oluşuyor. Şener’in yaşamını kaleme aldığı kitapta, birçok ilginç açıklamalarla beraber, benden de satırlar var. Şahsımla ilgili bölümde, geçen dönem Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan Abdüllatif Şener’in şarap kültürüne merak hikáyesini anlatılıyor.
Aslında Şener’in şarap merakını tesadüfen öğrenmiştim. Canlı yayına katılmak için gittiği bir televizyon kuruluşunda masa üzerindeki kitap gözüne çarpmış ve incelemeye başlamıştı. Kavaklıdere Şarapları’nın bünyesinde bulunan Kavaklıdere Eğitim Yayınları’nca çıkarılan kitabın adı "Şarap Hakkında Her Şey" idi.
Canlı yayın biter bitmez Abdüllatif Şener, bakanlıktaki makamına geri dönmüş, ardından da Kavaklıdere Eğitim Yayınları yetkililerini aratmıştı. Bakan Bey’in bu kitaptan edinmek istediğini belirten bakanlık yetkilisi, satın almak için talepte bulunmuştu. Ertesi gün Şener’e kitapla beraber Kavaklıdere firmasının ürünlerinden bir demet numune yollanmıştı. İşte, muhafazakár kimliği herkesçe malum bakanın, şarap kültürüne yönelmesi bu şekilde dikkatimi çekmişti.
ALKOL FABRİKASINI ZİYARET EDEN İLK VE SON AKP’Lİ
Aradan üç hafta süre geçmişti ki, bir davette yan yana gelince bu olayı konuşmuştuk. Bağ bozumunun yaşandığı bir esnada şarap fabrikasına beraber gitme teklifinde bulunmuştum. Tereddütsüz kabul etmiş ve pazar günü Ankara Akyurt’taki Kavaklıdere Şarap Fabrikası’nda buluşmak üzere randevu vermişti.
O gün, içimde bakanın gelmeme korkusunu da taşıyarak erkenden fabrikaya gidip, randevu saatini beklemiştim. Doğrusu AKP iktidarında ilk kez bir bakan, üstelik başbakan yardımcılığı sıfatıyla ekonomimize yön veren kişi, alkollü içecekler üreten fabrikaya ziyarette bulunacaktı. Şüphe içindeki bekleyişim bakanın makam aracının fabrikadan içeriye girmesiyle son bulmuştu. Ardında da Kavaklıdere şaraplarının sahibi Ali Başman rehberliğinde, Bakan Şener ile fabrikayı dolaşmaya başlamıştık. "İnsanın içmemesi fikir sahibi olmasına engel değildir" tezinden yola çıkarak da Şener, şarap üretiminin her aşamasını incelemeye başlamıştı.
Bu esnada bir soru sormuştum... "Siz devlet adamısınız ve protokol masalarında alkol geldiği zaman ne oluyor? Özellikle yabancı konuklarla sıkıntıya girdiğiniz oluyor mu?"
NELER KAÇIRDIĞINIZI BİR BİLSEYDİNİZ
Abdüllatif Şener de bir fıkrayla yanıtını vermişti.
"Benim için sorun olmuyor. Ben alışığım zaten. İtalya Teknolojiler Bakanı gelmişti. Bir fıkra anlattı. Bir papaz, bir haham ve bir imam yemekte bir araya gelmişler. Papaz demiş ki, "Domuz kızartması..." Haham itiraz etmiş; "Bizde domuz eti yenmez" demiş. İmam da desteklemiş. Papaz, "Neler kaçırdığınızı bir bilseydiniz" demiş. Birazdan, "Şaraplar gelsin" demiş papaz. İmam itiraz etmiş. Papaz, yinelemiş, "Neleri kaçırdığınızı bir bilseydiniz." Sohbet koyulaşmış, papaza sormuşlar, "Aile hayatı nasıl?" diye, papaz, "Bizde evlenmek yasaktır" demiş. İmam demiş ki, "Neleri kaçırdığınızı bir bilseydiniz." İşte bizimki de öyle bir şey."
O ÜNLÜ ŞARAP SÖZÜNÜ BİLİNÇLİ Mİ SÖYLEDİ?
Abdüllatif Şener, kitapta o günlere nasıl değiniyor.
"Ben bu nesnenin her şeyini bilirim, tadından başka" sözü de o günlere rastlıyor, değil mi?
Evet, o döneme aittir.
- Aslında "şarap" öyküsünün miladı, Tempo dergisinde Erdal İpekeşen’in sizinle Kavaklıdere Şarap Fabrikası’nda yaptığı röportaja dayanıyor değil mi?
- Doğru. Konu ilk kez basının ve kamuoyunun gündemine bu röportajla girmişti. Bazı ürün örneklerini getirip söylemeden kokusundan tahmin etmemi istemişlerdi. İlkinde hemen isabet sağlamıştım. Benim için ilginç bir deneyimdi.
- Peki o söz. O sözü bilinçli mi söylemiştiniz?
- Evet ben o konuşmaya bir hafta hazırlanmıştım, çünkü stratejik bir konuşma olacağını biliyordum. Birkaç yerden rapor ve metin istedim. Onlara istinaden kendim kurguladım konuşmayı.
BAŞBAKAN’IN DA HOŞUNA GİTTİ
Diyanet’ten sorumlu devlet bakanımız Mehmet Aydın, benimle hep esprili konuşur, sıcak bir konuşma üslubu vardır. Hiç unutmuyorum, espriyle karışık "Sen sınırı aştın" dedi. Hatta o "her şeyini bilirim" konuşmamdan önceki bir safhaydı. Ben de "Hocam nasıl sınırı aştım?" deyince, "Bir şeyler söylüyorsun içkiyle ilgili" dedi. "Ne söylemişim Hocam." "Şarabın rengini severim dedin" dedi. "Şarabın rengini sevmenin dine aykırılığı var mıdır?" dedim. Şöyle bir durdu, "Yok" dedi. "O halde niye takılıyorsunuz, ben sınırları bilerek konuşurum" dedim. O zaman güldü "Sen bildiğin gibi konuş, sen bu işleri biliyorsun" dedi.
- Bir dönüm noktası oldu?
- O ortamda hükümeti de rahatlatmak lazımdı.
- Bu konuşma öncesinde kimseyle konuştunuz mu?
- Başbakanın hoşuna gitti. Yanında diğer bakanlar da vardı. "Baksanıza Latif içkinin her şeyini biliyormuş" dedi gülerek. Hoşlanmıştı bu sözümden.
Bu olayı niye mi hatırlattım? Malumunuz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Esas mahalle baskısı ben içmiyorum diyen kesime yapılıyor" diye bir açıklaması vardı ya! işte ona cevap. Aynı görüşten gelen, ama hayatı farklı yorumluyan iki kişinin yaşama bakışını siz değerlendirin. 7 BİN KİŞİ YEDİ KİLOMETRE ÖTEDEN PROTESTO ETMİŞTİ
12 Eylül darbesinin yıl dönümünde Darbe Karşıtı Platform, 28 yıl önce darbe bildirisinin okunduğu Ankara Radyosu önünde "demokrasi nöbeti" tuttu. Ayrıca 12 Eylül darbesi ve Kenan Evren, yapılan birçok etkinlikle protesto edildi. Peki, hiç biri o esnada Evren Paşa ve diğerlerinin ne yaptığını aklına getirdi mi? Hemen söyleyeyim, istiflerini hiç bozmazdan günlük yaşantılarına devam ettiler. Nasıl mı? Tıpkı daha önceki yıllarda yaptıkları gibi.
İki yıl önceydi... 12 Eylül günü öğleden sonra, Ankara’nın Kavaklıdere semtindeki Budakaltı Kafe’deniçeriye, yaşını başını almış zat ile beraber 6 kişiden oluşan bir grup girmişti. Önceleri kimsenin dikkatini çekmeyen ak saçlı zat, az sonra salonda bulunan müşteriler tarafından tanınmıştı. Hatta birkaç müşteri yanına kadar gidip, elini sıkmış ve halini hatırını sormuştu.
HESAP VERECEKLER SLOGANINI YANLIŞ ANLAMIŞ OLACAK Kİ..!
Yaşlı kişinin ve yanında bulunan grubun yemek yediği saatlerde, kafeye 7 kilometre uzaklıktaki Tandoğan Meydanı’nda, yaklaşık 7 bin kişinin katıldığı bir miting yapılıyordu. "12 Eylül Darbecileri Yargılansın" istemiyle gerçekleşen mitingde, başta Kenan Evren olmak üzere, 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin yargılanmasını isteyen göstericiler, çok geçmeden polisle çatışmaya giriyordu. Savaş alanına dönen Tandoğan Meydanı’nda, göstericilerin polis copunu yediği esnada, Budakaltı Kafe’deki grup ise etlerini bitirmiş, tatlılarını yemekle meşgullerdi. Az sonra da göstericilerin "Hesap verecekler" sloganını duymuşçasına, yaşlı kişi garsondan hesabı istiyordu. Ödedikten sonra da geldiği gibi sessiz biçimde kafeden ayrılıyordu. Anlaşılacağı üzere göstericiler cop yerken, Kenan Evren yemeğini yemiş, "hesap verecekler" sloganını da yanlış anlayıp, garsonun getirdiği hesap pusulasını ödemişti.