Yıllık iznimini kullandığımdan dolayı yazılarıma bir süre ara vermiştim.
Gerçi damarlara işleyen gazetecilik sevdası tatil yaptığım sürece yakamı bırakmamıştı, ama gözlemlerimi satırlara dökmek için ellerim klavyenin tuşuna bir türlü gitmemişti. Sonunda bilgisayarın başına oturdum ve 14 günün bilançasonu yazmaya başladım.
Didim’deki Parlamenterler Sitesi’ndeydim. Bir dönemin en kuvvetli bakanları, milletvekilleri, hatta başbakanıyla beraber denize girip, sohbet ederek günlerimi geçirdim. Hepsi, sanki birer ayaklı kütüphaneydi. Hal böyle olunca geçmişte yaşanan ilginç olaylar dile geldi, kitap yazma iştahım kabardı ve kısa notlar tuttum. Aktif politikadayken söylenemeyenler bir bir anlatılıyor, özeleştiriler peş peşe sıralanmaya başlıyordu.
Aslında öncelikli konumuz Hürriyet Gazetesi’nde Parlamenterler Sitesi hakkında çıkan haberlerdi. Ancak, yönelttikleri her eleştiri ve savunmayı kulak arkası edip, "Ben bu gazetenin patronu ya da yayın yönetmeni değilim. Sizin gibi bir ev sahibiyim o kadar" diyerek salvolarından sıyrılıyordum. Sitenin adı Parlamenterler, ama sakinlerinin yarısı bizim gibi sonradan satın alan ev sahiplerinden oluşuyordu. Bizler de bir döneme damgasını vurmuş eski parlamenterlere saygı ve sevgiyle yaklaşıp, kalplerini kırmamaya çalışıyorduk. Birçoğu hakikaten de bu saygıyı hak ediyordu, ama aralarında bazıları vardı ki, bırakın kalplerini, kafalarını kırasınız geliyordu. Allahtan azınlıktalardı da, aktif dönemlerinden kalan kötü alışkanlıklarını göz ardı edip, hal ve hareketlerini sallamıyorduk.
Neyse gelelim esas konumuza... Şimdi tarihin derinliklerine dalıp, TurgutÖzallı, Erdal İnönülü, Süleymanlı Demirelli, Mesut Yılmazlı ve Tansu Çillerli döneme girmeyeceğim. Size aktaracağım konular, yüzünüzde en azından tebessüm yaratacak komik anılar.
MİLLETVEKİLİNDEN FIKRA GİBİ SORU
Geçen dönem, TBMM’de milletvekilleri ve AB Yatırım Bankası’nın genişlemeden sorumlu yönetim kurulu üyesi Wolfgang Roth’ın katıldığı önemli bir toplantı yapılır. Amaç, milletvekillerinin, bölgelerinde yapılacak yatırımlar için yürüttükleri kaynak araştırmalarına yardımcı olmaktır. AB Yatırım Bankası yetkilileri milletvekillerine, projelere kaynak aktarmada izledikleri yöntemleri ve kıstasları anlatıp, sorularına yanıt verirler.
İşte bu karşılıklı sohbet bölümünde AKP Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol’un fıkra gibi sorusu gelir. Tabii, aynı anda salonda bulunanlara da gülme krizi. AKP’li İzol, Wolfgang Roth’a dönerek "Türkiye’de, hatta Şanlıurfa’da bir şube açar mısınız? Çiftçilerimize destek amaçlı kredi verilebilirse bunun koşulları ne olur" diye sorar.
İzol’un bu sorusunu karşısında önce şaşıran ve sonra gülmeye başlayan Roth, "Merkezimiz Lüksemburg’da. Bırakın Türkiye’de açmayı, dünyanın hiçbir yerinde şubemiz yok. Biz yatırımlara kredi sağlıyoruz. Eğer çiftçiler, bir yatırım projesi sunarlarsa yardımcı olmaya çalışırız" yanıtını verir.
BU TAŞLARI ÜZERİNE NASIL KOYMUŞLAR?
Ürgüp Belediye Başkanı Bekir Ödemiş, bir dönemin Turizm Bakanı’nı ağırlayıp, peri bacalarını gezdirirken, çok ilginç bir soruya cevap vermek zorunda kalır. "Bu taşları üzerlerine nasıl koymuşlar?" Peki bu saçma ve trajikomik soruyu soran hangi Turizm bakanı? Sizi fazla zorlamadan yanıtını hemen vereyim. AKP Hükümeti’nin ilk Turizm Bakanı Güldal Akşit.
MÜSİAD’I SANAT KURUMU ZANNEDERSE!
Bir hayır kuruluşunun ödül töreninde, MÜSİAD Ankara Şubesi Başkanı, ödülünü eski bir politikacının elinden alacaktır. Kürsüde önce ödülü veren, sonra da alan konuştuğu için politikacı, başlar anlatmaya.
"Böylesine büyük ve ulvi bir görevi yerine getirdiğiniz için şahsınız adına ekip arkadaşlarınızı kutluyorum. Bu ülkenin sizin gibi sanatçılara ve sanat kurumlarına çok ihtiyacı var" diyerek sürdürdüğü konuşması salonda gülüşmelere, hatta kahkahalara neden olur. Zira Politikacı, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’ni yani MÜSİAD’ı sanatçıların kurduğu bir dernek zannedip, sanatın güzelliklerinden bahsedip duruyor.
Salondan gelen kahkahalara rağmen hatasını düzeltmeyen politikacıyı, nezaketinden olsa gerek, ödülü ve mikrofonu aynı anda alan MÜSİAD Ankara Şube Başkanı da düzeltme gereği duymaz.
Sonrası mı? O daha da komik. Salondaki yerine geri dönen politikacı meslektaşının kulağına eğilip, "Yahu bu adam ve arkadaşlarına ödülü verdim de, ne tipleri, ne de davranışları müzisyene benziyor" der.
TÜP BEBEKTE YAP İŞLET, DEVRET
AKP Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin’in çabaları sonuç verince, Başbakan ile bakanlara sunduğu tüp bebek raporu hayata geçti. Böylece Sağlık Bakanlığı, tüp bebek tedavisi giderlerinin karşılanması için çalışmalara başladı. 2005 yılından itibaren çocuk sahibi olmak isteyenlerin tüp bebek harcamalarını devlet karşılıyor.
Uzun yıllardır oğlundan torun sahibi olmak için hevesle bekleyen eski bir politikacı, bakın konuya nasıl bir yaklaşım getiriyor:
"Devlet, yap, işlet, devret modeli tüp bebeği de kapsamına aldı."
Doğru ya, devlet çocuğun doğumunu sağlayacak, ailesi yetiştirip büyütecek, sonra askerlik, memuriyet ve vergi derken, devlet bu çocuktan faydalanacak.
DEVEKUŞUNUN ŞAŞIRTAN RUHSAT HİKAYESİ
Devekuşunun Türkiye’deki serüvenini dinlerken bir hayli güldüm. Çiftliği kurup, faaliyete geçmek ve ürünleri satmak için Tarım Bakanlığı’na ruhsat başvurusunda bulunan politikacı dostum, daha doğrusu akrabaları, ilginç bir soruya muhatap olmuş. Yetkili: "Biz bu ruhsatı deve için mi, kuş için mi vereceğiz?" diye sormuş. Önce şaşıran, sonra için için gülen çiftlik sahibi, devekuşunun özelliklerini içeren geniş bir brifing vermek zorunda kalmış.
VALİ DAMA ÇIKTI, KAHKAHA TUFANI KOPTU
Eski bir vali hakkında anlatılan fıkra gibi bir hikáye var. Halen aktif politikada olan eski valinin ismini vermeyeyim. Hikáye şöyle:
Dönemin Gaziantep valilerinden biri, köylere ziyarette bulunmakta ve köylülerin sorunlarını dinlemektedir. Evleri toprak damlı olan köyde, yaşlı bir vatandaş valinin yanına yaklaşır. "Vali bey önemli bir sorunum var, ancak sen çare olursun, hele biraz bizim eve gel" der.
Vali yaşlı köylüyü kırmaz ve peşine düşerek onu takip eder. Ancak yaşlı adam valiyi evin içine götürmek yerine doğrudan dama çıkarır. Ardından da kolundan tuttuğu valiyi, bir o tarafa, bir bu tarafa gezdirmeye başlar. Şaşkın bir şekilde neredeyse evin damının tamamını gezen vali sonunda dayanamaz.
"Amca ne söyleyeceksen söyle artık. Niye beni damda gezdirip duruyorsun?" diye çıkışır. Bunun üzerine yaşlı amca hınzır bakışlarla konuşmaya başlar.
"Kusura bakma vali bey. Ne yaptıysam evin damındaki otların kökünü kurutamadım. Valinin bastığı yerde ot bitmez derler ya. Onun için seni buraya getirdim."
MEB SOKRATES’E KİTAP YAZDIRMIŞTI
Basında yankı bulan ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in imzasıyla yayınlanan, "Türk ve Dünya Edebiyatından 100 Temel Eser" adlı genelge vardı. Okullarda okuma alışkanlığını geliştirmeye yönelik genelgede, öğrencilerin Türkçeyi güzel, doğru, etkili kullanma becerisine kavuşmaları ve kelime hazinelerinin önemli ölçüde zenginleşmesi hedefleniyordu.
Ancak gel gör ki, MEB, 100 Temel Eser’in sıralandığı listeyi ciddiyetten uzak bir üslupla hazırlamıştı. İki dönem öncesine kadar parla mentoda Milli Eğitim Komisyonu’nda görev alan eski milletvekili dostum bu konuyu hatırlattı. İşte trajikomik olarak nitelediği olay.
Yusuf Has Hacip’in "Kutadgu Bilig" adlı eseri, yazarlar bölümünde "Kutadgu Bilig’den Seçmeler" olarak yer alıyor, Yusuf Has Hacip’in ismi ise listede hiç geçmiyordu. Buna benzer maddi hatalarla dolu listede öyle bir yanlış yapılmıştı ki, doğrusu insana "pes" dedirtmişti.
Platon’un, bilinen diğer ismiyle Eflatun’un ünlü eseri, "Sokrates’in Savunması"nı hemen hemen hepimiz biliriz. Oysa çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmak için yola çıkan Milli Eğitim yetkililerinin, Platon’un bu eserinden haberi yoktu. Hazırladıkları listede yazarlar bölümünde "Sokrates" ismi vardı. Eseri bölümüne ise "Savunma" yazılmıştı.
Yazılı tek bir eseri bile olmayan tarihin en önemli felsefecilerinden Sokrates’in, "Savunma" adında bir kitabın sahibi yapılmasına mı gülersiniz, yoksa Eflatun’un en önemli eserlerinden birinden haberdar olmayanların kitap okuma kampanyası başlatmasına mı? Hani Eflatun’un Devlet adlı eserini listeye koymasalar Milli Eğitim Bakanlığı için "Eflatun" sadece bir renk ismi diyeceğim ya, neyse.
Eğitim ve öğretimden çok iyi anlayan eski milletvekiline "Şu anda aynı hatalar sürüyor mu?" diye soruyorum, kısa bir yanıt veriyor. "Hele bir Ankara’ya dönüp, araştırayım, cevabını veririm" diyor.
KREDİ KARTI ALAMAYACAK SİMİTÇİ VEKİL KİM?
Başbakan yardımcısıyken Abdüllatif Şener’in "Simitçi ve boyacıya artık kredi kartı alamayacak" sözünü sarf etmesinden yola çıkarak, bir grup eski milletvekiliyle sohbet ediyoruz. Aralarından Doğulu bir milletvekili espriyi patlatıyor.
"Hani, CHP’den AKP’ye geçen milletvekili arkadaşımız var ya! En çok o mağdur olacak. Adamcağız simit satıyor diye bu yasadan çok etkilenecek"
Aslında haber konusu olacak bu esprinin muhatabı Ağrı Milletvekili Cemal Kaya. 12 Ekim 2003’de AKP’ye transfer olan Kaya’nın hali hazırda İstanbul’da "Simit Sarayı", Ankara’da da "Simit Dünyası" adında lüks mağazaları var.
BEN ZATEN KIRMIZI IŞIKLARDA DURMUYORUM Kİ!
Melih Gökçek, Ankara’ya 75 kilometre uzaklıktaki Kızılcıhamam’a bir tesis açılışı için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte gider. Başbakanın makam aracına birlikte binen ikili, gidiş dönüş derken yaklaşık 150 kilometrelik yol boyunca baş başa kalma fırsatı bulur. Gökçek, bu uzun yolculuk süresince Tayyip Bey’e Ankara’nın birçok kavşağına inşa ettiği alt geçitleri böbürlenerek gösterme ve anlatma fırsatı bulur.
Başbakanın konvoyu hızla alt geçitleri kullanıp, Ankara sınırları dışına çıkarken Gökçek, Tayyip Bey’e dönüp: "Sayın Başbakanım, gördüğünüz gibi bu alt geçitler sayesinde kırmızı ışıklara hiç yakalanmadan geçtik ve kavşaklarda beklemedik" der.
Bu söz karşısında Erdoğan ise tebessüm ederek şu yanıtı verir:
"Melih, ben kırmızı ışıklarda zaten durmuyorum ki..."
Malumunuz, Başbakanımızın konvoyu geçerken, kavşakta bekleyen polisler yolu keser ve transit geçişine imkan sağlar. Eh, canım herkes 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer gibi kırmızı ışık meraklısı olacak değil ki!
YOK EDİLEN ŞEHİTLİĞİN YENİ SAHİBİ İNGİLİZLER
Hazır söz Didim’den açılmışken, başta İngilizler olmak üzere, yabancıların Didim’e akınını ve beraberinde getirdiği sorunları araştırdım. Bu tatil yöresinde, özellikle İngilizlere emlak satma furyası öyle bir hal almış ki, şehit mezarlarının üzerine bile ev yapılır olmuş. Özel bir kişiye ait arazi içerisinde kalan, Kurtuluş Savaşı’nın ilk şehitleri mezarlarından çıkarılırken, yerlerine İngiliz evleri yükselmeye başlamış. Hafriyat çalışmaları sırasında, şehitlerin kemikleri torbalara doldurularak ilçe mezarlığına taşınmış. Bakımsız, birkaç kırık dökük mezar taşından ibaret kalan şehitlik böylelikle ortadan kaldırılmış.
Araştırmacı- Yazar Sabahattin Burhan, şehit mezarlarının kaldırılmasının üzücü olduğunu belirterek, "Didim’de imar çalışmaları başlayınca hepsi yok edildi. Eski Rum evlerinin bir tek taşına dokunamayanlar, bizim şehit mezarlarını kaldırabiliyor" diyor. Mezarları yok edilen şehitlerin hikáyesine gelirsek.
19 Şubat 1919 tarihinde adalardan gelen Rumlar ile yerli Rumlar, Yoran’da (Didim’in eski adı) isyan çıkarıp, asayiş karakoluna saldırmışlar. 900 kişiye ulaşan Rumların saldırısı sonucu karakol komutanı çavuş ve 7 Mehmetçik şehit edilmiş. Karakol’daki silahları da alan Rum isyancılar, önce bir Türk çobanı öldürüp, Yoran’da yaşayan tek Türk aile olan gümrük memuru Abdülkadir Efendi ile eşini köy meydanında çırılçıplak dolaştırdıktan sonra işkenceyle şehit etmişler.
Şimdi, kalkıp İngilizlere de kızmamak lazım. Bence böylesine manevi değeri yüksek bir araziye sahip insanların para hırsını mercek altına alsak yeter.