Paylaş
Türkiye'nin en büyük kara para soruşturması sayılan Ömer Lütfü Topal operasyonu konusunda ortaya attığımız iddialara resmi yanıt yok.
Ancak Emniyet çevreleri yapılan sorgularda çekilen video kasetlerinin tamamının DGK savcılığına teslim edildiği garantisini verdi.
Umarız ve dileriz ki öyledir.
* * *
Bu konuda en ufak yanlışın yol açacağı zararı anımsamak için yakın tarihimizde on yıl öncesine dönmek zorunludur.
1988 yılı MİT raporu tartışması ile geçti. Bu raporda yer alan iddiaları araştırmak amacıyla Başbakanlık Teftiş Kurulu harekete geçti.
MİT dahil devletin en hassas birimlerinin en gizli kayıtlarını tarayan müfettişler raporlarını tamamladı. Doğal olarak raporun ekinde devletin en gizli belgeleri de vardı. Müfettişler bu raporun dönemin Başbakanı Turgut Özal'ın bile eline geçmemesi için her türlü önlemin alındığına emindiler.
Ama...
* * *
Turgut Özal'ın siyasi rakipleri kendileri hakkında ‘‘devlet mahreçli’’ propaganda ve taciz kampanyası yürütüldüğü iddiasını daha merhum aramızdan ayrılmadan ortaya attı. Ölümünden üç yıl sonra aynı tartışma ilginç bir soygunla yeniden gündeme geldi.
12 Nisan 1996 gecesi Balmumcu Itri Sokak'taki 38 numaralı villa soyuldu. Villanın bekçisi ertesi gün alınan ifadesinde 50 kadar video kaseti ve 10 milyon liranın çalındığını anlattı. Oysa ANAP'ın siyasi danışmanı, Verso şirketi sahibi Erhan Göksel farklı kanıdaydı. Göksel'e göre villada ‘‘devlet sırrı’’ niteliğinde belgeler vardı.
Soygundan birkaç gün sonra villadan çalınan ANAP propaganda kasetleri Sarıyer çöplüğünde bulundu. Hırsızlar ise aynı yılın sonunda yakalandı.
Villa kapısında erketelik yapan (gözcülük eden) M.B. ‘‘Ben sadece dışarıda gözcülük yaptım. İçeriye Ayhan girdi. Bana 10 milyon lira verdi, kendisi ne aldı bilmiyorum’’ dedi.
Biraz garip değil mi? M.B. kendi başına iş gören hırsız gibi değil de sanki ücretli işgücü gibi konuştu.
Bu işte kader birliği ettiği ancak soyadını dahi bilmediği Ayhan'ın da yine ücret karşılığında çalıştığını ima etti.
* * *
O gün bugündür bu satırların yazarı, polis işinin siyasi malzeme edilmesinden korkar.
Aciliyette tek standart
Cumhurbaşkanlığı'ndan Necdet Seçkinöz imzasıyla yollanan yazıda Türkiye Kalkınma Bankası eski Genel Müdürü Özal Baysal'ın görevden alınma işlemleri hakkında bilgi verilmiş. Yazıya göre:
1) Özal Baysal'ın kararnamesi 1 Temmuz 1994 günü Çankaya Köşkü'ne geldi.
2) Cumhurbaşkanlığı 5 Temmuz 1994 günü Başbakanlık'tan bilgi istedi.
3) Görevden alınma kararnamesi 4 Ağustos 1994 günü imzalandı.
Aynı yazıda, ‘‘Bu muamelenin benzeri yüksek memur tayinlerinde takip edilen usulden hiçbir farkı yoktur. Sayın Cumhurbaşkanımız önüne gelen her şeyi sormadan, öğrenmeden, tahkik etmeden imzalamak gibi bir durumda olamaz...’’ deniliyor.
Ne ilginç mantık. Metinde geçen ‘‘yüksek memur’’ ifadesi koltuk irtifasıyla ilgiliyse mesele yok. Yok Özal Baysal'ın icraatı kastediliyorsa, ‘‘alçak’’ tanımı daha uygun düşerdi.
Şaka bir yana, Özal Baysal'ın foyası, görevden alınma kararnamesi Çankaya Köşkü'ne ulaşmadan aylar önce ortaya çıktı. Memlekette üç banka battı, üçünde de Baysal'ın yatırdığı kamu parası uçup gitti. Baysal'ın marifetleri bütün gazetelerde, TV kanallarında sergilendi.
O yüzden sorumuz açık ve hâlâ yanıtsız...
Makamında 30 dakika kalması bile riskli bu bürokratı görevden alan kararnameye imza için neden 30 günden fazla beklendi?
Keşke Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, bu köşedeki yazılara yanıt konusundaki aciliyeti Özal Baysal'ı görevden alan kararname için de gösterseydi. O zaman aramızda yazışmaya gerek kalmazdı.
Paylaş