MERHUM Uğur Mumcu, 12 Eylül öncesi sağda ve solda kurşun sıkanlara silahın tek ve aynı adresten, Bulgaristan’dan satıldığını belgesiyle kanıtladı.
Türk mafyası aracılığıyla temin edilen kaçak Bulgar silahı, devrimcilerle ülkücüleri birbirine kırdırdı.
Denilebilir ki, "O silahlar Sofya bağlantısı olmasa da bulunurdu"...
Doğru ama o güne kadar sadece iki cepheli görülen sağ-sol denkleminin... Aslında üçüncü bir kenarının olduğunu öğrenmek, Şeytan Üçgeni’ni yaşamış kuşaklar açısından çok eğitici oldu. Bana sorarsanız, eski tüfeklerin o gün bugündür silahtan külahtan uzak durması boşuna değildir. Midemiz fena bulandı!
* * *
Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programında eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı izlerken nedense yine üçüncü bir gücün varlığını hisseder gibi oldum. Okurla paylaşmak istedim, bakalım hak verecek misiniz?
Yaşar Paşa diyor ki, "Ben de Ergenekon mağduruyum"... Şener Eruygur arşivine bakıldığında, atama arifesinde doruğa çıkan SMS’li iftira kampanyası hatırlandığında elhak doğru... Paşa kurbandır!
Ama Büyükanıt kendisini savunurken öyle bir cümle kurdu ki, üçüncü tarafın eşkáli belirdi, bu yazıya ilham verdi:
- Şemdinli olayları sırasında Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, benim hakkımda uydurma beyanatlar veriyordu. Ben bunu ilgili makamlara ilettim ve o adam hemen görevden alındı. Paşa’nın "o adam" diye andığı polis şefi kim? Sabri Uzun. Devam edelim, Paşa’yı hedef alan mihraklar arasında savcılığın Ergenekon adını verdiği darbeci çetenin bulunduğu da belli. O zaman Sabri Uzun o çeteden mi? Kesinlikle hayır... Tam tersine, kellesi alınana kadar darbecilerin hedefinde olduğu aşikár. Hatta Yaşar Paşa kusura bakmasın ama... Şemdinli’nin sadece bardağı taşıran son damla ve bahane olduğunu düşünüyorum.
Sabri Uzun’un -tabii ki darbecilere göre- günahı çok daha büyük.
* * *
1 Ekim 2003 günü polis ve jandarma, bir masanın etrafında toplandı, sorunlarını ve çözümleri tartıştı. Ardından topluca öğle yemeği yenildi. Sabri Uzun, jandarma kayıtlarına "sakıncalı" sıfatıyla bu yemek vesilesiyle geçti. Çünkü Sabri Uzun o yemekte dedi ki:
Siyasi otoritenin temsil edilmediği bu tür toplantılardan bir sonuç çıkmaz.
Yüksekokul mezunu birinci sınıf emniyet müdürü, bir başçavuş kadar bile maaş almıyor.
Cumhuriyet döneminde rejimin kesintiye uğramasının sebebi, polis ve jandarmanın işini yapamamasıdır. Ama kimse hesap sormuyor. Bu durum demokrasi ile bağdaşmıyor.
180 bin çalışanı bulunan Emniyet, hálá genel müdürlük olarak faaliyet veriyor. Müsteşarlık olmalı, jandarma, sahil güvenlik, Gümrük Muhafaza bu müsteşarlığa bağlanmalı. Böylece aynı işin birden fazla kurum tarafından tekrarı önlenmeli.
Çoğunuzun zararsız bulduğu veya en azından yadırgamayacağı bu masa sohbeti jandarma kayıtlarına "...sonuç olarak anılan şahsın jandarma teşkilatı ve askere bakışının olumsuz olduğu..." notuyla geçti. Yetmedi, Levent Ersöz, dönemin Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner’le yaptığı 5 Aralık 2003 tarihli uzun görüşmede Sabri Uzun’u şikáyet etti, görevden alınması telkininde bulundu. O yüzden diyorum ki, Sabri Uzun’un suyu Şemdinli’den çok daha önce ısınmıştı.
* * *
27 Mayıs, 21 Şubat, 9 Mart ve 12 Mart...
Hepsi gösteriyor ki, darbeci cuntalar yola çıkarken... Hem ordu içindeki muhaliflerini (örneğin Yaşar Paşa) hem de dış düşmanlarını (mesela Sabri Uzun) hedef alır, tasfiyeye çalışır. O sebeple Yaşar Paşa ve Sabri Bey gibi taban tabana zıt düşünen, inanan kişiler de... Aynı üçüncü ve hasım tarafın saldırısına, iftirasına kurban gidebilir.
Dolayısıyla Türkiye’nin son beş-on yılına damgasını vuran karanlık ilişkileri analiz ederken, sadece asker ve düşmanları (örneğin cemaat) çelişkine takılıp kalmasınlar, yanı sıra üçüncü bir tarafın gölgesini de arasınlar.