Genel Yayın yönetmenleri ile sohbet toplantısı 1.5 saat kadar sürüyor. İhsanoğlu vereceği başlığı sona saklıyor: “Resmen korku var. İnsanlar bu gidişten kurtulacaklarına inanmakta zorlanıyorlar.”
Bu çarpıcı tespitten sonra veda için ayağa kalkarken ekliyor: “Sanki şu masada (gazetecilerin oturduğu) bile aynı umutsuzluk mevcut…”
Masaya o gözle bakınca, hükümeti açıkça destekleyen medyadan tek bir isim oturuyor.
O cenahtan bu toplantıya gelmek cesaret işi mi yoksa? En iyisini kendileri bilir elbette.
Ekmeleddin İhsanoğlu en doyurucu yanıtlarından birisini, ABD Kongresi’nde yeni Ankara Büyükelçisi’ne yöneltilen “Türk Başbakanı otoriterleşiyor mu?” sorusu bağlamında veriyor:
“Görevlendirme (bu ifadeyi 5 defa kullandı) teklifi bana geldiğinde, otoriterleşme eğilimini gördüğüm için kabul ettim. Yabancılardan duymamıza gerek yok. Sokaktaki Türk halkı da, Ayşe Teyze de biliyor. Yürütme yasamayı adeta kendisine bağladı, adalet sistemini ihtiyaca göre kanunlarla oynayarak bozdu. Yetkinin tekelde toplanmasına ne demokrasi denilir, ne de Başkanlık sistemi.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hemen her gün miting meydanlarında seçmenine sesleniyor, rakiplerine yükleniyor, bu konuşmalar istisnasız her kanaldan canlı yayımlanıyor.
Meslektaşlarımız Ekmeleddin İhsanoğlu'nun bu kampanyaya karşı sesini yeterince yükseltmediği kanaatinde...Ama İhsanoğlu'nın polemiğe girmeyeceği zaten fıtratından belli. Üstelik Ramazan ayında meydan mitinglerini uygun bulmuyor.
Polemik deyince...Çok önemli bir ayrıntı. İhsanoğlu sosyal medyayı çok önemsiyor, hatta ölçü olarak kullanıyor. Kendisine yapılan bazı eleştiri hatta saldırıları sosyal medyada sıradan kişilerin nasıl boşa çıkarttığını örneklerle anlatıyor, adeta "polemiğe gerek yok, halk yutmuyor" demeye getiriyor.
İyimserliğinde ne kadar haklı...10 Ağustos'ta hep birlikte göreceğiz.
Ekmeleddin İhsanoğlu, toplumda tanınma oranının kampanyanın ilk günlerine göre ikiye katlandığını anlatıyor: “Zaten iddia edildiği gibi hiç tanınmıyor değildim. Yüzde 30’lardan yüzde 76-77’ye geldi. Bu iş artık tamam. Fark da bir-iki puana indi. 10 Ağustos’ta ilk turda yüzde 60’la kazanırım. Sokakta en çok hanımlardan ve gençlerden ilgi görüyorum.”
Son soru ama bence en önemli meselede: “Çözüm sürecini nasıl değerlendiriyor?” Ülkesinden uzak geçen çocukluk ve ilk gençlik günlerinde ana diline özlemini büyük bir içtenlikte hatırlatıyor, devleti anadilde kusurlu görüyor. “Çözüm için mutabakat şart” diyor, siyasi hesaplarla bu işin yürümeyeceği uyarısını yapıyor.
İhsanoğlu da, Başbakan da muhafazakâr ve dindar…”Farkınız nerede?” diye soruluyor. İhsanoğlu dini referansların siyasetle bağdaşmadığını uzun uzun anlatıyor, Osmanlının kentli dindarlığı ile cumhuriyetin laiklik ilkesinin birbirini nasıl tamamladığını izah ediyor. Arada gülüyor, “Dinime tan eden (söven) Müslüman olsa bari” diyor.
Ardından “Dini referansı nerede ve kime veririm bilir misiniz?” diye sorup kendisi yanıtlıyor: “Kafa kesenler, insanları öldürüp kalplerini çıkaranlar Müslüman olamazlar. Onlara ayetle seslenirim. Derim ki Hazreti Peygamber aleme rahmet olarak gönderildi.”
Ekmeleddin İhsanoğlu en doyurucu yanıtlarından birisini, ABD Kongresi’nde yeni Ankara Büyükelçisi’ne yöneltilen “Türk Başbakanı otoriterleşiyor mu?” sorusu bağlamında veriyor:
“Görevlendirme (bu ifadeyi beş defa kullandı) teklifi bana geldiğinde, otoriterleşme eğilimini gördüğüm için kabul ettim. Yabancılardan duymamıza gerek yok. Sokaktaki Türk halkı da, Ayşe Teyze de biliyor. Yürütme yasamayı adeta kendisine bağladı, adalet sistemini ihtiyaca göre kanunlarla oynayarak bozdu. Yetkinin tekelde toplanmasına ne demokrasi denilir, ne de başkanlık sistemi.”
Bu tespitten sonra Cumhurbaşkanı tarifi de sürpriz değil: “Siyasetin üstünde hakem konumunu korumalı. Bakın, bizdekinden çok daha az yetkiye sahip İtalyan Cumhurbaşkanı ülkesini krizden çıkarttı. Ayrıca mevcut Anayasa ile seçilip “ben bu yetkileri yeterli bulmuyorum” demeyi anlamıyorum. Sistemin reforma ihtiyacı tabii ki var. Ama sistemi toptan değiştirme hakkı başkadır.”
Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu ile bir hafta aradan sonra yeniden birlikteyiz. Genel yayın yönetmenleri ile sohbet toplantısı bir buçuk saat kadar sürüyor. İhsanoğlu vereceği başlığı sona saklıyor: “Resmen korku var. İnsanlar bu gidişten kurtulacaklarına inanmakta zorlanıyorlar.”
Bu çarpıcı tespitten sonra veda için ayağa kalkarken ekliyor: “Sanki şu masada (gazetecilerin oturduğu) bile aynı umutsuzluk mevcut…”
Masaya o gözle bakınca, hükümeti açıkça destekleyen medyadan tek bir isim oturuyor.
O cenahtan bu toplantıya gelmek cesaret işi mi yoksa? En iyisini kendileri bilir elbette.
Önce, “Başbakan’dan istem dışı tokat yedim” diyen o genç, dün “Başbakan vurmadı, aksine beni korumalardan korudu” açıklamasını yapmış… İyi demiş, güzel demiş… İnşallah bir daha fikrini değiştirmez.
Sabah ile aramızdaki habercilik hesabına geçmeden önce…
Ömrü idrar üzerinden karakter, haber üzerinden niyet okuyarak geçenlere bir çift lafım var…
Daha önce de yazdım, herkes anlayana kadar tekrara razıyım.
O matem gününde Soma’ya giden Başbakan hepimizin başbakanı’dır.
Soma’ya bütün milleti, devleti temsil etmeye, taziye vermeye gitti.
Velev ki Somalı gencin ilk ifadesi doğruydu, yukarıdaki gerçek değişmez.
Kimse öyle bir olay yaşandı diye zil takıp oynama şehvetine kapılmaz.
Orada mısın?
Lafı uzatmayacağım.
Dünkü birinci sayfana sen de şaşırdın mı?
Soma marketi sanki Soma felaketinden daha önemli...
Hayrettir, bu ne şiddet, bu ne gazap...
Başta Hürriyet, Doğan Grubu yalan yazıyormuş.
İnsaf ve vicdanı geçtik, bari aklımızla alay edilmesin.