ÖMRÜM boyunca hiçbir gün şiir, öykü, roman, senaryo yazmadım ve yazmaya heveslenmedim. Son olayların etkisiyle, sanırım bilinçaltımda bir senaryo yazma özlemi belirdi. Yeteneğim olsaydı belki üzerinde çalışır ve geliştirirdim.
Şöyle ki:
Mahallede bir kabadayı var. Çok zengin ve güçlü biri. Mahallenin çok güzel bir kızı var. Kabadayı, kızın oturduğu dairenin yanındakini ele geçirmek istiyor. Bir apartmanın yöneticisi var. Yönetici yeni seçilmiş acemi, niteliksiz biri. Dininde imanında görünen bir üçkáğıtçı... Çünkü onun dini imanı para.
Mahallenin zengin ve güçlü kabadayısı aynı zamanda genç ve güzel kıza askıntı oluyor. Hem güzel kızdan bazı şeyler istiyor, hem de yan daireyi ele geçirmek için onu kullanmayı planlıyor. Kızı parayla satın alacak, her açıdan kullanacak. Apartman yöneticisi kıza baskı yapıyor:
‘‘Bu adam zengin, hem de çok güçlü. Ne isterse biz yapmak zorundayız. Senden ne istiyorsa ver.’’
‘‘Nasıl olur Bay Yöneteci, ben şerefimi onun gücüne ve parasına mı satacağım?’’.
‘‘Bak kızım, apartmanda para durumu kötü. Hem senin borçların var, hem de apartmanın bir sürü iç ve dış borcu birikti. Sen evet dersen kabadayı bütün bunları ödeyecek. Kendisine olan borçlarımızı da silecek. Başka çaremiz yok.’’
‘‘Ya evet demezsem?’’
‘‘İşte o zaman yandık demektir. Borçlar daha da artacak, kabadayı bize kredi vermeyecek, hepimizi batıracak. Elektrik paramız ödenmeyecek, soğuktan donacağız, sularımız kesilecek. Yan daireyi nasıl olsa ele geçirecek, bari sen yardımını esirgeme. Bir kereden bir şey çıkmaz. Senin sayende rahat bir nefes alırız.’’
‘‘Bay Yönetici ben satılık değilim, ben namusumu parayla satmam.’’
‘‘Kızım devir değişti artık. Her yerde satılıklar var. Bizim medyayı görmüyor musun, orada bile satılıkların nasıl çoğalıp palazlandığını izlemiyor musun? Beni buraya apartman genel kurulu tam yetkiyle seçti. Ben ne istersem o olur.’’
‘‘Ama komşuların hepsi sizin bu onursuz tavrınıza karşı çıkıyor.’’
‘‘Olsun varsın, geçen kasım ayında genel kurul toplayıp seçim yapmadık mı? Aynı komşular beni yönetici seçmedi mi?’’
‘‘Seçilirken böyle bir onursuzluk yapacağınızı söylememiştiniz onlara. Ben bu işte yokum. Kendimi ne size kullandırırım, ne de kabadayıya. Atalarımın kemiklerini sızlatmam.’’
‘‘Ver kurtul be kızım. Sen razı olursan hepimiz kurtulacağız. Kabadayı söz verdi. Apartmana para verecek, borçlarımızı silecek. Yoksa perişan oluruz.’’
***
Dedim ya, yeteneğim olsaydı bu ilkel senaryoyu geliştirirdim. Sonra olayın devamını izler, hem genç kızın, hem de satılık yöneticinin başına gelenleri yazardım. Hatta senaryonun içine biraz da yakın tarih koyardım.
Birinci Dünya Savaşı'na sırf Alman yardımı almak için nasıl zorla itildiğimizi, maaş ödeyemez duruma gelmiş bir devletin sonra içine düşürüldüğü yüz kızartıcı durumu, savaş sonrasında elimizden çıkan Irak, Filistin, Suriye gibi toprakların hüzünlü öyküsünü, bir sürü cephede Alman ordusunu rahatlatmak için toprağa düşen yüz binlerce şehidimizi de bu ‘‘apartman senaryosuna’’ eklerdim.
Ver kurtul... Bir kereden bir şey olmaz... Madem paran yok, bizim emrimize ve hizmetimize gir, sana kredi verelim, borcunu azaltalım. Yoksa işin bitiktir.
***
Yıl 1914. Birinci Dünya Savaşı'nda Alman altınları uğruna hezimet...
Yıl 1991. Körfez Savaşı'nda bir koyup üç almak (!) uğruna ABD'den alınan nasihat ve Türkiye'ye giren milyarlarca dolar zarar...
Yıl 2003. Sadece ve sadece PARA uğruna girişilen sonu belirsiz bir macera.
Madem kucaktasın al parayı, sat onurunu. Vah Türkiye Cumhuriyeti vah! Tayyip ve hükümeti kendini kurtarsın diye, dolara endeksli satılık ülke mi olduk?
Türkiye'yi bir gün olsun böyle küçültmeyen, maceraya atmayan Mustafa Kemal Atatürk, İkinci Dünya Savaşı'na sokmayan İsmet İnönü gibi devlet adamları, herhalde akıllarını peynir ekmekle yemişlerdi!
Doğrudur, bugünkü Tayyip'lerle vesairelerle kıyaslandığında, onlar ‘‘devlet adamı’’ değildi ki!