6 Kasım 1983 günü iktidar olmuşlardı. Tek parti iktidarı. Özal dönemi başlamıştı. Astıkları astık, kestikleri kestikti. Devletin yapısıyla istedikleri gibi oynuyorlardı.
Sokaktan rastgele toparlanan birtakım tipler bakan, milletvekili, müsteşar, genel müdür olmuştu. Hiçbiri burnundan kıl aldırmazdı.
İş bitiricilik, yolsuzluk, usulsüzlük, avanta, rüşvet giderek yaygınlaşıyor, müessese oluyordu.
Köşeyi dön de nasıl dönersen dön!.. Benim memurum işini bilir!..
Başımıza bir Özal hanedanı türemişti. Semra, Ahmet, Zeynep, Efe... Ve çevrelerini kuşatan yağcılar, yalakalar. Önlerinde diz çöken, ellerini öpen koskoca işadamları, hanedanı hediye yağmuruna tutan papatyalar... Hasbahçe geceleri, dış gezilerdeki rezillikler...
Hanedanı evlerinde ağırlayıp ertesi gün ‘‘Özal Ailesi bizi onurlandırdı, birlikte yemek yedik’’,‘‘Dün gece uyuyordum, telefon çaldı ve karşımda Özal vardı, bana dedi ki...’’ diye döktüren, küçüldükçe küçülen anlı şanlı köşe yazarları...
Bir gazeteci olarak bu olayları hep tiksinerek izledim. Midem bulanıyordu, içimden kusmak geliyordu.
1989 yılında ‘‘Turgut Nereden Koşuyor’’ kitabını yazdım. Yayınevinden net 270 bin adet kitabın parasını aldım. Bir daha kırılması mümkün olmayan bir satış rekoruydu...
Ve sanırım Özal hanedanının karizmasını biraz olsun çizmeyi başardım.
Yıllar boyu ülkeyi yönettiler. Cumhurbaşkanı, başbakan oldular. Bütün yakın ve uzak çevreleri köşeyi döndü. Pek çok işadamı avanta ve rüşvetle malı götürdü.
Devletin ve milletin paraları onlara hortumlandı.
Basında yağcılık ve yalakalık ise sürüp gidiyordu. Bu mikrop basınımızda her zaman vardı ama Özal dönemiyle birlikte iyice gelişti, büyüdü, bazılarında damarların en ince köşesine kadar -ne yazık ki- girdi. Şimdi de aynı şeyi görmüyor muyuz?
Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. 20 yılın tarihi bir yazıya sığmaz. ANAP giderek yok oluyordu...
Çünkü iktidardan düşünce avanta-rüşvet-hortum üçlüsü yetkilerinden çıkmış, ellerinden kaymıştı. Batan gemiyi önce ANAP döneminin önde gelen fareleri terk etmeye başladı. Hepsinin içinden aynı şey geçiyordu:
‘‘Götürdüğüm yeter. Daha fazlası başıma iş açar. Haydi bana eyvallah.’’
İçlerinde belki az sayıda dürüst ve namuslu adam vardı. Ama onlar da bu vurgun çarkının içinde eriyip gitti. Bazıları başka partilere geçti, bazıları köşesine çekildi, Semra ve benzerleri ise kendi hayatını yaşamaya başladı.
Sorun bakalım SemraÖzal'a, o görkemli günlerin kalabalık yağcı kadrosundan çevresinde kaç kişi kaldı? Aynı soruyu Mesut Yılmaz, Ecevit Ailesi, Tansu Çiller, aklınıza kim gelirse her iktidardan düşene sorun.
***
Geçtiğimiz cumartesi günü Ankara'da ANAP'ın kongresi yapıldı. Hem de bu kez genel başkan seçilecekti! Bu parti geçmişte iktidardı, kongreler kalabalıktan adam almazdı. Gelenler spor salonlarına sığmaz, binlerce insan kapılarda bekleşirdi.
Bu kez kongre bir otelin salonunda yapıldı!
ANAP artık parti değil, bir dernek. Düştüğü yerden kalkması mümkün değil... Çünkü iktidardan düştü. İlkesi olmayınca, dağıtacağı avanta kalmayınca üşüşen sinekler uçup gitti. Hey gidi anlı şanlı, görkemli, avantalı, papatyalı, iş bitirmeli günler hey!
LİMON KESMEZ
DÜN Milliyet Gazetesi'nde çerçeve içinde büyükçe bir ilan okudum:
‘‘Zayi. Nüfus cüzdanımı, emekli sandığı cüzdanımı, SSK maaş kartımı, emniyet sosyal tesisler kartımı kaybettim. Hükümsüzdür.
LİMON KESMEZ.’’
Türk milletinde çok ilginç isimler vardır da, böylesi herhalde az bulunur.
Biz ODTÜ'de öğrenci iken bir Koşan Düşer vardı! O erkekti.
LimonKesmez acaba erkek mi, kadın mı?
Kendisinin hem Emekli Sandığı cüzdanı, hem de SSK maaş kartı varmış. Çift maaş mı alıyor?
Birisi bu ilanı espri olsun diye mi verdi?.. Yoksa ‘‘şifreli’’ bir ilan mı? Kafam karıştı.
Limon Kesmez bana kimliği ile gelirse, kendisine imzalı bir kitabımı armağan etmek isterim. Böyle bir isme az gelir ama az veren candan, çok veren maldan!