Marka hakkı ihlalleri neler?
Marka hakkının korunmasını düzenleyen 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanununa göre markanın tescili esastır. Yani bu kanundaki korumadan yararlanabilmek için markanın Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde tescil ettirilmesi gerek. Kanuna göre, tescilli bir markanın sahibi, tescilli markası ile aynı olan işaretin tescil kapsamına giren mal veya hizmetlerde kullanılmasının önlenmesini talep etme hakkı vardır. Ayrıca halk tarafından karıştırılma ihtimali bulunması halinde benzer işaretler ile benzer mal veya hizmetler açısından da aynı hak mevcut. Tanınmış markalar ise aynı, benzer, farklı mal veya hizmet sınırlaması olmaksızın daha geniş bir korumaya sahip. İşte marka sahibinin izni olmaksızın gerçekleştirilen bu eylemler marka hakkı ihlalini oluşturur.
Bunun yanı sıra kanunun 29. maddesinde ifade edildiği şekliyle ‘Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek; Markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak, başka bir şekilde ticaret alanına çıkarmak, ithal işlemine tabi tutmak, ihraç etmek, ticari amaçla elde bulundurmak veya bu ürüne dair sözleşme yapmak için öneride bulunmak; Marka sahibi tarafından lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devretmek’ eylemleri de marka hakkına tecavüz sayılan fillerdendir.
Başvurulabilecek hukuki yollar neler?
Marka hakkı ihlal edilen marka sahibi hukuki ve cezai yollara başvurabilir. Marka sahibi mahkemeden ihlal henüz gerçekleşmemekle beraber muhtemelse; önlenmesini, gerçekleşmişse durdurulmasını, kaldırılmasını, maddi ve manevi zarar tazminini, ihlale konu taklit ürünler ile bunların üretiminde kullanılan cihaz, makine gibi araçlara el konulmasını, el konulan ürün, makine ve cihazlar üzerinde kendisine mülkiyet hakkı tanınmasını veya el konulan ürünler üzerindeki markaların silinmesini, kaçınılmaz ise ürünlerin, cihaz ve makinelerin imha edilmesini, haklı bir menfaatin varlığı halinde kesinleşmiş mahkeme kararının ilan veya ilgililere tebliğ edilmesini talep edebilir. Tüm bunların yanı sıra marka hakkına tecavüz suç teşkil ettiğinden Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayette de bulunabilir.
Biz insanlar gibi kendilerini ifade etme yetisi olmayan hayvan dostlarımızın hakları yasalar eliyle sıkı şekilde korunmalı, tüm hayvanların varoluşsal eşitliği sağlanmalı, hayvan hakkı ihlalleri en uygun yaptırımlarla cezalandırılmalı. Sokak hayvanlarının oldukça fazla olduğu ülkelerden biri olan hatta sokak kedileri belgesellere konu olan ülkemizde, sokak hayvanı ile ev hayvanı arasındaki eşitliğin sağlanması ve ayrıca kedi köpek gibi evcilleştirilebilen hayvanların yanı sıra vahşi hayvanlar da dahil doğadaki tüm hayvanların haklarının eşit şekilde korunması da önemli konulardan biri. 15 Ekim 1978’de Paris UNESCO merkezinde ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre; ‘Bütün hayvanlar biyolojik denge kavramı içerisinde var olmak bakımından eşit haklara sahiptir.’
Ülkemizde şuan için doğrudan hayvan hakları başlığını taşıyan bir yasa olmamakla beraber hayvanların korunmasına ilişkin düzenlemeler içeren mevcut yasa ise 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu. Ancak kamuoyunun büyük bir kısmı tarafından uzun bir süredir yeni ve etkili bir hayvan hakları yasası talep edilmekte, bu konuda hayvan hakları savunucuları tarafından yoğun çalışmalar yapılmakta. Bu yazıda ise mevcut yasa kapsamında hayvanlara yönelik şiddetin yaptırımı ile bu konuda yasada yapılması gereken değişiklikler değerlendirilecek.
Mevcut yasa kapsamında hayvanlara yönelik şiddetin yaptırımı ne?
Hayvanların haklarının korunması ile hayvanlara eziyet ve kötü muamelelerin önlenmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla TBMM’de Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu. Bununla beraber henüz mevcut yasa olan 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununda bir değişikliğe gidilmedi veya yeni bir hayvan hakları yasası yürürlüğe girmedi. Peki mevcut yasa kapsamında durum nasıl?
Öncelikle mevcut yasa adından da anlaşıldığı üzere hayvan haklarını hak kapsamında değerlendirmeyip hayvanları koruma kapsamında değerlendirdiğinden; Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de yer alan hayvanların doğuştan sahip oldukları temel hakların korunması bakımından yetersiz kalıyor. Mevcut yasada hayvanlara yönelik şiddet eylemleri ceza kapsamında değil Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilerek suçluların sadece idari para cezası ile cezalandırılması öngörülüyor. Türk Ceza Kanununda ise hayvanlarla ilgili tek bir hüküm bulunuyor ki; o da sahipli hayvanlara karşı işlenen mala zarar verme suçu. Türk Ceza Kanununun 151. maddesi uyarıca sahipli bir hayvanı öldüren kişinin mala zarar verme suçundan dört aydan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılması öngörülüyor.
Ne gibi yasal değişiklikler yapılmalı?
Öncelikle hayvan hakları, yasada hak kapsamında düzenlenmeli. Hayvan dostlarımıza uygulanan her türlü şiddet eylemi sahipli sahipsiz, evcilleştirilebilen yabani ayrımı yapılmaksızın Kabahatler Kanunu kapsamından çıkarılarak ceza kapsamına alınmalı. Hayvanlara uygulanan şiddet kabahat olmaktan çıkarılıp suç kapsamına alınarak ağırlığına ve türüne göre suçlulara uygun, caydırıcı hapis cezaları verilmeli. Ancak önemle belirtmek gerekir ki; suçun ağırlığına göre hapis cezası süreleri cezanın ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamında kalmayacak sınırlarda düzenlenerek verilen cezanın fiilen etkisiz kalmasının önüne geçilmeli.
Oyuncuların özgün şekilde oynadıkları roller ile ortaya çıkardıkları karakterler sinema ve dizi filmler için oldukça önemlidir. Hatta çoğu zaman izleyici tarafından bir film ya da dizi başrol oyuncularıyla anılır. Çünkü eser sahibi yönetmen ve yazarın anlatmak istediği olay, durum veya duygu oyuncular aracılığıyla beyaz perdeye yansıtılır, televizyon veya internet yoluyla evlerimize girer. İşte bu noktada oyuncuların özgün yorumlarıyla ortaya koydukları performansın kanunen korunması ve oyuncunun telif hakkına sahip olması gerekir. Her ne kadar oyuncuların hakları ilk defa 1995 yılında 4110 Sayılı Kanunla yapılan değişiklikle Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda düzenlenmişse de günümüzde oyuncular icracı sanatçı sıfatıyla kanundan doğan mali ve manevi haklara sahiptir. İşte bu yazıda sinema ve dizi oyuncularının mali ve manevi hakları, haklarını ne şekilde devredebilecekleri, haklarının ihlali halinde başvurabilecekleri yasal yollar değerlendirilecek.
Sinema ve dizi oyuncularının mali ve manevi hakları neler?
Sinema ve dizi oyuncuları kanunda icracı sanatçı, sergiledikleri oyunculuk da icra olarak isimlendirilir. İcracı sanatçı olarak oyuncular belli şartların varlığı halinde ortaya koydukları oyunculukları yani icraları üzerinde mali ve manevi hakka sahiptir. Bir oyuncunun kanunen mali ve manevi hakka sahip olabilmesi için eser sahibinin manevi ve mali haklarına zarar vermemesi ve eser sahiplerinin yazılı izin ile ortaya koyduğu oyunun özgün olması gerekir. İşte bu şart ve koşulların varlığı halinde oyuncu mali ve manevi hakka sahip olur.
Oyuncunun manevi hakları ‘İcranın sahibi olarak tanıtılmasını talep’ ile ‘İcranın tahrif edilmesinin önlemesini talep’ haklarıdır. Yani oyuncu oyunculuğunu sergilediği sinema eseri veya dizi film yayınlanırken veya tanıtılırken oyuncu olarak adının belirtilmesini, oynadığı sahnelerin itibarını zedeleyecek şekilde tahrif edilmesi halinde ise bunun önlenmesini talep edebilir. Bununla beraber kanunda manevi hakların kullanımında uygulama şartlarının gerektirdiği durumlar ise hariç tutulmuştur. Oyuncular manevi hakların yanı sıra icralarının yani oyunculuk performanslarının tespit edilmesi yani kayıt edilmesi, bu tespitin çoğaltılması, satılması, dağıtılması, kiralanması, ödünç verilmesi, sinema salonlarında, televizyon veya dijital mecrada yayınlanması gibi ve 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Esreleri Kanununun 80. maddesinde sayılı diğer mali haklara sahiptir.
Sinema ve dizi oyuncuları haklarını hangi şekilde devredebilir?
Online alışverişin zamandan tasarruf ve aynı ürünü mağaza fiyatından daha ucuza satın alabilme gibi olumlu taraflarının yanı sıra satın alınan ürünü fiziksel olarak kontrol ve deneme imkanı bulunmadığından ürünün tüketici tarafından istenen şekilde teslim edilmemesi gibi olumsuz tarafları da mevcut. Bunun yanı sıra alışveriş yapılan internet sitesinin güvenilirliği de önemli sorunlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Peki sırf bu olumsuzluklar sebebiyle hele ki sosyal mesafenin oldukça önemli olduğu ve ne kadar az temasta bulunursak o kadar çok kendi sağlığımızı ve toplum sağlığını koruyabileceğimiz şu günlerde online alışverişten vaz mı geçelim? Güvenilir bir alışveriş sitesinden, kanundan doğan haklarımızı bilerek ve gerektiğinde bu hakları kullanarak bu olumsuzlukları bertaraf edebilir ve online alışveriş ile ihtiyaçlarımızı karşılamaya devam edebiliriz.
Online alışveriş sitesinden satın alınan bir ürün veya hizmette hiçbir ayıp veya kusur olmasa da herhangi bir gerekçe göstermeden bazı istisnalar hariç iade etme imkanı mevcut. Kanunda bu hak ‘Cayma Hakkı’ olarak isimlendiriliyor. İşte bu yazıda online alışverişte cayma hakkı ve şartları değerlendirilecek.
Cayma hakkı nedir?
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da ifade edildiği şekliyle; uzaktan iletişim araçları kullanılarak kurulan mesafeli sözleşmelerde, tüketici herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin 14 gün içerisinde sözleşmeden cayma hakkına sahiptir. Yani cayma hakkı, internet üzerinden satın alınan bir ürün veya hizmet ayıplı veya kusurlu olmasa dahi tüketicinin herhangi bir gerekçe göstermeksizin bu ürün veya hizmeti iade edebilme ve her hangi bir kesinti olmaksızın da ödediği bedeli iade alabilme hakkıdır.
Cayma hakkının kullanım şartları neler?
Cayma hakkının 14 gün içerisinde kullanılması gerekir. 14 günlük süre satın alınan bir ürün ise ürünün teslim edildiği tarihte, hizmet ise sözleşme tarihinde işlemeye başlar. Cayma hakkına ilişkin bildirimin 14 günlük bu süre içinde tüketici tarafından satıcıya yöneltilmiş olması ise yeterlidir. Bununla beraber Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a göre; eğer tüketici cayma hakkı konusunda gerektiği şekilde bilgilendirilmezse, cayma hakkını kullanmak için on dört günlük süreyle bağlı değildir ancak her hâlükârda bu süre cayma süresinin bittiği tarihten itibaren bir yıl sonra sona erer. Cayma hakkı konusunda tüketicinin bilgilendirildiğinin ispatı ise satıcının sorumluluğundadır. Kanun bu düzenleme ile tüketiciyi korumakta ve 14 günlük cayma süresi geçirilmiş olsa da tüketici bu hak konusunda bilgilendirmemişse cayma hakkını kullanabilmesi sağlanmaktadır. Cayma bildiriminin satıcıya ulaştığı tarihten itibaren 14 gün içerisinde satıcı tüketici tarafından yapılmış tüm ödemeleri iade etmekle, tüketici ise cayma bildirimini yönelttiği tarihten itibaren 10 gün içerisinde ürünü satıcıya geri göndermekle yükümlüdür. Satıcıdan ürünün kendisi tarafından teslim alınacağına bir teklif gelmesi ise ürünün tüketici tarafından iadesinin istisnasını oluşturur.
Cayma hakkının istisnaları neler?
Cayma hakkının kullanılamayacağı bazı istisnalar da mevcuttur. Örneğin tüketicinin istekleri doğrultusunda kişiye özel hazırlanan mallar, çabuk bozulabilen veya son kullanma tarihi geçebilecek mallar cayma hakkının istisnaları arasındadır. Mesafeli Sözleşmeler Yönetmeliğinde sıralanan istisna kapsamındaki ürün ve hizmetlerin alım satımına ilişkin sözleşmelerde taraflar aksini kararlaştırmış olmadıkça cayma hakkı kullanılamayacaktır.
Eşlerden her ikisi boşanmak istediğinde ve boşanmanın mali sonuçları, ortak çocuklar gibi boşanmanın şartları konusunda anlaşmaları halinde davaları anlaşmalı boşanma olarak aksi durumda ise çekişmeli boşanma olarak devam eder ve sonuçlanır. Bu yazıda anlaşmalı boşanma şartları ve usulü değerlendirilecektir.
Anlaşmalı boşanma Türk Medeni Kanunu’nda boşanma sebepleri arasında sayılan ‘Evlilik Birliğinin Sarsılması’ başlıklı 166/3. maddesiyle düzenlenmiştir. Maddeye göre; ‘Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır.’
Anlaşmalı boşanma davasının şartları nelerdir?
Anlaşmalı boşanma davasının görülebilmesi için bazı şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Bunlardan ilki evliliğin en az bir yıl sürmüş olması gereğidir. Burada esas olan tarih resmi nikâh tarihidir. İkinci şart ise eşlerin ya birlikte başvurmaları ya da eşlerden birinin başvurması halinde diğer eşin başvuran tarafın davasını kabul etmesi gereğidir. Eşlerin anlaşmalı olarak boşanabilmeleri için ortak boşanma iradelerinin dava sonuçlanıncaya ve hüküm kesinleşinceye kadar devam etmesi de gerekir. Burada önemle belirtmek gerekir ki, boşanma kararı kesinleşinceye kadar eşlerden birinin irade beyanından dönmesi halinde boşanma davası çekişmeli boşanmaya dönüşür. Buradaki iradeden kasıt ise boşanma isteğinin yanı sıra boşanmanın mali sonuçları ve ortak çocukların durumu konusunda tarafların anlaştıkları ortak irade beyanıdır. Üçüncü şart ise eşlerin irade beyanlarını hakim önünde açıklamaları gereğidir. Yani dava açıldıktan sonra eşlerin duruşmaya bizzat gidip boşanmaya ilişkin irade beyanlarını hakim önünde açıklamaları gerekir. Dördüncü şart ise hakimin boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilen anlaşmayı uygun bulması gereğidir. Kanuna göre hakim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Böyle bir durumda hakim tarafından yapılan değişikliklerin eşler tarafından da kabul edilmesi halinde eşlerin boşanmasına karar verilebilecektir.
Anlaşmalı boşanma davası için nereye başvurulur ve usulü nedir?
Anlaşmalı veya çekişmeli her türlü boşanma davası için aile mahkemesine başvurulması gerekir. Aile mahkemesi bulunmayan yerlerde ise boşanma davalarına Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen asliye hukuk mahkemesince bakılır. Anlaşmalı boşanma davaları çekişmeli boşanma davalarına oranla daha kısa zamanda sonuçlanabilmekle beraber önemle belirtmek gerekir ki mahkeme tarafından boşanma kararı verilmesi halinde bu kararın eşlerin her ikisi tarafından da tebliğ alınarak kesinleştirilmesi gerekmektedir. Karar kesinleşmeden anlaşmalı boşanma davası sonuçlanmış olmaz. Nitekim Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 14.10.2020 tarih, 2020/3843E. 2020/4737K. sayılı kararına göre;
İnternet teknolojisinde yaşanan bu hızlı gelişme ve her geçen gün yeni bir uygulamanın da hayatımıza girmesiyle beraber yüz yüze etkileşimimiz azalırken internet ortamındaki etkileşimimiz ise hızla artmaya devam ediyor. Beğeni sayısı, izlenme sayısı, takipçi sayısı, olumlu yorumlar, olumsuz yorumlar, etkileşim oranı, özgün içerik, telif gibi kavramlar ise sadece markaların, kurumsal şirket ve hesapların değil hepimizin hayatının bir parçası haline geldi. İnternet ve sosyal medyanın hayatımızın bu denli odağı haline gelmesiyle beraber ‘Online İtibar’ kavramı da önemli kavramlardan biri olarak karşımıza çıkmaya başladı. ‘Online İtibar’ geniş bir kavram olmakla beraber bu yazıda sadece hukuken nasıl korunacağı değerlendirilecektir.
Online itibar yönetiminin bir ayağı şirketlerin, kurumsal ve kişisel markaların pozitif yönde bilinirliğini ve güvenilirliğini arttıran teknik faaliyetleri içerirken bir diğer ve en önemli ayağı ise hukuki hakların doğru kullanımını içerir. Nitekim şahsımıza veya şirketimize karşı internet ortamında her hangi bir hakaret, iftira, karalama içeren yayın, içerik, onur kırıcı hareket, özel hayatın gizliliğini ihlal ve benzeri kişilik haklarının ihlalini içeren herhangi bir girişimde bulunulduğunda; gerek online itibarımızın gerekse kişilik haklarımızın korunması için izlenmesi gereken yol hukuki hakların doğru ve etkin kullanımıdır.
Bu kapsamda karşımıza öncelikle ve özellikle 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve bu Kanun kapsamında erişimin engellenmesi ve içeriğin yayından çıkarılması talepleri gelir. Peki erişimin engellenmesi ve içeriğin yayından çıkarılması nasıl talep edilecektir?
Erişim engellenmesi ve içeriğin yayından çıkarılması nasıl talep edilir?
İnternette yapılan her hangi bir yayın, içerik, fotoğraf, görüntü, yorum nedeniyle kişilik hakları ihlal edilen kişi veya şirket içerik sağlayıcısından, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısından içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak da içeriğin çıkarılmasını veya erişimin engellenmesini talep etme hakkı bulunur. Bu talepler içerik sağlayıcı veya yer sağlayıcı tarafından yirmi dört saat içerisinde cevaplandırılır. Hakim de bu kapsamdaki başvuruları en geç yirmi dört saat içerisinde karara bağlayarak vermiş olduğu içeriğin çıkarılması veya erişimin engellenmesi kararlarını doğrudan uygulanmak üzere Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne gönderir. Peki kimdir bu içerik sağlayıcı ile yer sağlayıcı? Kanunda tanımlandığı şekliyle içerik sağlayıcı, internet ortamı üzerinden kullanıcılara sunulan her türlü bilgi veya veriyi üreten, değiştiren ve sağlayanlar; yer sağlayıcı ise, hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan veya işletenlerdir. Bununla beraber Kanun içerik ve yer sağlayıcılara tanıtıcı bilgilerini kendilerine ait internet ortamında kullanıcıların ulaşabileceği şekilde ve güncel olarak bulundurma yükümlülüğü getirerek kişilik hakkı ihlal edilenlerin başvurularının muhatapsız kalmasını da önlemeye çalışmıştır. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyen içerik sağlayıcı ve yer sağlayıcılar ayrıca idari para cezasıyla cezalandırılabilecektir.
Yasalardan doğan diğer haklarımız neler?
İnternette yer alan her hangi bir içerik nedeniyle kişilik hakları ihlal edilen kişinin ayrıca Türk Medeni Kanunundan doğan dava hakları ile şartları mevutsa maddi ve manevi tazminat talep etme hakkı da vardır. Suç teşkil eden kişilik hakkı ihlalleri ile kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesi halinde ise bu ihlallere maruz kalan kişi Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak şikayette de bulunulabilir.
Kişisel veri nedir?
7 Nisan 2016 tarihli Resmi Gazetede ilan edilerek yürürlüğe giren ve kişisel verilerin işlenmesinde özel hayatın gizliliği başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri korumak amacıyla düzenlenen Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nda ifade edildiği şekliyle kişisel veri ‘Kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi’ şeklinde tanımlanmıştır. Kanunda yer alan ‘her türlü bilgi’ ifadesinden de anlaşılacağı üzere kişisel veri kavramı oldukça geniş tanımlanmıştır. Kişiye ait kimlik bilgileri, adres, telefon numarası, resim, görüntü ve benzeri bilgiler kişisel veri niteliğindedir. Kanunda ayrıca düzenlenen ve daha sıkı koruma kapsamında tutulan özel nitelikli kişisel veriler ise kişiye ait ırk, etnik köken, siyasi düşünce, dini inanç, sağlık, cinsel hayat, ceza mahkûmiyetine ilişkin bilgiler ile biyolojik, genetik ve benzeri verilerdir.
Kişisel verilerin işlenmesi ne anlama gelir?
Konuyla ilgili her türlü bilgilendirmede ‘kişisel verilerin işlenmesi’ ifadesi kullanılmaktadır. Peki bu ifade ne anlama gelir? Kanunda tanımlandığı şekliyle kişisel verilerin işlenmesi verilerin elde edilmesi, kaydedilmesi, depolanması, muhafaza edilmesi, değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi, açıklanması, aktarılması, devralınması, elde edilebilir hâle getirilmesi, sınıflandırılması ya da kullanılmasının engellenmesi gibi veriler üzerinde gerçekleştirilen her türlü işlemi ifade eder.
Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında haklarımız neler?
Kişisel veriler veri sahibinin açık rızası olmadan işlenemez ve aktarılamaz. Kişisel verinin işlenebilmesi veya bir başka kişiye aktarılabilmesi için veri sahibinin, veri sorumlusu tarafından verilerin elde edilmesi sırasında işlenme amacı, kimlere ve hangi amaçla aktarılacağı, toplama yöntemi, veri sahibinin hakları gibi konularda açıkça bilgilendirmesi ve bilgilendirme sonrası rızasının alınması gerekir. Bununla beraber, kanunda açıkça öngörülmesi, bir sözleşmenin kurulması veya icrası ile ilgili olması kaydıyla sözleşmenin taraflarına ait kişisel verilerin işlenmesinin gerekliliği, hukuki yükümlülüğün yerine getirilmesi için zorunlu olması, sahibi tarafından alenileştirilmiş olması, rızasını açıklayamayacak durumda bulunan veya rızasına hukuki geçerlilik tanınmayan kişinin kendisinin ya da bir başkasının hayatı veya beden bütünlüğünün korunması, bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması ve veri sorumlusunun meşru menfaatleri için işlenmesi zorunlu olan verilerin işlenmesi hallerinde rıza aranmaz. Ancak söz konusu sebeplerin ortadan kalkmasıyla beraber kişisel verinin silinmesi veya anonim haline getirilmesi gerekir. Ayrıca sebeplerin ortadan kalkmasıyla kişisel verinin sahibi de veri sorumlusuna başvurarak kişisel verilerinin silinmesini veya yok edilmesini isteme ve ayrıca vermiş olduğu rızayı istediği zaman geri alma hakkına sahiptir. Bununla beraber veri sahibi her zaman veri sorumlusuna başvurarak işlenen kişisel veri hakkında bilgi talep etme, verinin işleme amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını öğrenme, verinin aktarıldığı 3. kişileri öğrenme, eksik veya yanlış işlenen verinin düzeltilmesini isteme gibi yasada sayılan haklarını da kullanabilir.
Kişisel verilerin hukuka aykırı olarak işlenmesi halinde başvurulabilecek yollar neler?
Kişisel verinin hukuka aykırı olarak işlenmesi halinde veri sahibi öncelikle veri sorumlusuna başvurarak talebini iletmesi gerekir. Veri sorumlusu söz konusu talebi en geç otuz gün içinde ücretsiz olarak sonuçlandırmakla yükümlüdür. Talebin veri sorumlusu tarafından reddedilmesi veya başvuruya süresinde cevap verilmemesi halinde veri sahibi Kişisel Verileri Koruma Kurulu’na şikayette bulunabilir. Bununla beraber veri sahibi zarara uğramışsa zararın giderilmesini talep etme hakkının yanı sıra kişilik hakkının ihlal edilmiş olması halinde ise tazminat talep etme hakkı da mevcuttur. Tüm bunların yanı sıra Türk Ceza Kanun’una göre, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar, hukuka aykırı olarak kişisel verileri bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişiye iki yıldan dört yıla kadar, kanunların belirlediği süreler geçmiş olmasına rağmen kişisel verileri yok etmeyen yükümlülere bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası verilebileceğinden ihlale göre veri sahibi Cumhuriyet Başsavcılığı’na ayrıca şikayette de bulunabilecektir.
İnternetin hayatımıza getirdiği bu hız ve kolaylık gerek fotoğraf sanatçılarının çekmiş oldukları eser niteliğindeki fotoğrafları, gerekse bizzat her birimizin kendimizi ifade ederken, işimizi geliştirirken yapmış olduğumuz paylaşımları, markaların ürün ve hizmet tanıtımlarını tek tıkla ve saniyede geniş bir kitleye yayma şansı vermektedir. Fotoğrafın bu kadar geniş bir kitleye hızla ve kolaylıkla yayılması aynı zamanda fotoğraf üzerindeki hakların da kolaylıkla ihlal edilmesine yol açmaktadır. İşte bu yazıda fotoğraf üzerindeki haklar, hak sahipleri ile ihlal halinde başvurulabilecek hukuki yollar açıklanacaktır. Her ne kadar yazının girişinde internet teknolojisindeki gelişmelerden bahsedilmişse de konu tüm mecralar kapsamında değerlendirilecektir.
Fotoğraf üzerindeki haklar neler ve hak sahipleri kimler?
Başlangıçta fotoğraf üzerindeki hak ve hak sahipliğini ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi fotoğrafı çeken kişinin eser sahipliğinden veya haksız rekabetten doğan hakları, ikincisi ise fotoğraflanan kişinin kişilik haklarıdır. Fotografik eserler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 4. maddesinde sıralanan ‘Güzel Sanat Eserleri’ arasında sayılmışsa da her fotoğraf eser vasfında nitelendirilemez. Bir fotoğrafın eser olarak nitelendirilebilmesi için estetik değere sahip olması ve sahibinin hususiyetini taşıması gerekir. Eser vasfındaki fotoğraflar Fikir ve Sanat Eserleri Kanun’unda eser sahibine tanınan hak ve korumadan yararlanabileceği gibi eser vasfına sahip olmayan fotoğraflar ise aynı Kanun’un 84. maddesi uyarınca haksız rekabet hükümleri kapsamında korunabilecektir. Örneğin bir haber muhabiri tarafından çekilen ve haber niteliği bulunan bir fotoğraf estetik değere sahip olmadığından eser vasfında nitelendirilemeyecek ancak haksız rekabet hükümleri kapsamında korunabilecektir.
Fotoğraf üzerindeki hakların ihlali halinde başvurulabilecek hukuki yollar neler?
Bir fotoğraf başkası tarafından izinsiz olarak kullanıldığında, yayımlandığında, çoğaltıldığında ve benzeri hak ihlallerinde başvurulabilecek hukuki yollar hak sahipliğine ve fotoğrafın vasfına göre değişkenlik gösterir. Söz konusu fotoğraf eser vasfına haiz ise eser sahibi olan fotoğrafçı Fikir ve Sanat Eserleri Kanun’unda hüküm bulan hak ve korumadan yararlanarak tecavüzün ref’i yani ihlalin durdurulması, tecavüzün önlenmesi yani ihlalin önlenmesi, maddi ve manevi tazminat davalarını açabilir, aynı zamanda eser üzerindeki mali ve manevi hakların ihlali suç da teşkil ettiğinden sorumlular hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunabilir.
Eser vasfında olamayan fotoğrafın izinsiz kullanımı halinde ise fotoğrafçı haksız rekabet hükümleri uyarınca, haksız rekabetin tespiti, haksız rekabetin men’i yani önlenmesi, haksız rekabetin sonucu olan maddi durumun ortadan kaldırılması, kusurun varlığı halinde maddi tazminat ile kişilik haklarının zedelenmesi halinde manevi tazminat talepli davaları açabilir.
Fotoğrafın izinsiz kullanımı halinde fotoğraflanan kişi ise gerek Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 86. maddesi gerekse Türk Medeni Kanunu genel hükümleri uyarınca kişilik haklarına saldıran kişiye karşı, saldırı tehlikesinin önlenmesi, saldırıya son verilmesi, hukuka aykırılığının tespiti, maddi ve manevi tazminat davalarını açabilecektir. Aynı zamanda söz konusu kişilik hakkı ihlali özel hayatın gizliliğini ihlal ile kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi, kaydedilmesi, yayılması ve benzeri suçları oluşturuyorsa sorumlular hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda da bulunabilir.
Tüm bunların yanı sıra fotoğraf internet ortamında kişilik hakları ihlal edilerek yayınlanması halinde fotoğraflanan kişi içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısına başvurarak içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hakimine başvurarak içeriğin yayından çıkarılmasını veya erişimin engellenmesini isteyebilir.