Paylaş
İstanbul Sözleşmesi’nin tam adı, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi.”
Amacı, “Kadınları (ve çocukları) her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak, kadınların güçlendirilmesi başta olmak üzere kadın ve erkek arasındaki eşitliği teşvik etmek" ve dahası…
Sözleşmenin yazım sürecine katkıda bulunan en güçlü destekçilerinden biri Türkiye’ydi, üstelik sözleşmeyi ilk imzalayan ülke de oldu. Adı neden İstanbul derseniz, Türkiye’nin Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı sırasında, İstanbul’da imzaya açıldığından bu adı aldı.
Ne güzel değil mi? En büyük ve güzel şehrimizin adını taşıyan bir Avrupa sözleşmesinin ilk imzacısıyız, güçlü destekçisiyiz… Sanırsınız, kadına yönelik şiddete, tecavüzlere, cinayetlere karşı seferberlik ilan etmişiz, göz açtırmıyoruz! Yoo, geçen yıl 237, bu yılın ilk altı ayında da 139 kadının en yakınları tarafından göz göre göre öldürülmesine seyirci kaldık. Önemli bir kısmı devletten koruma talebinde bulunmuş kadınlardı. Haber kanallarının, haftada kaç kez “Bir kadın cinayeti daha…” dediğini saymıyoruz bile artık.
Biz çok imzaladık bu sözleşmelerden. Kağıt üzerinde her şey çok şık duruyor çünkü. Konferans ya da meydan konuşmalarına iyi altlık oluyor.
Ama hiçbiri gidip silahını çekmiş, bıçağını çıkarmış adamın elini tutmuyor. Parasına el koyduğu, kapıdan dışarı bırakmadığı, dövüp hakaret ettiği yerden kadını çekip almıyor. Ona daha güvenli ve özgür bir hayat sunmuyor. Tersine, etrafta “evinde otur”, “aileni parçalama”, “boşanma arttı”, “üç çocuk yap”, “kürtaj günah”, “iyi eş, iyi anne” diyen konuşma balonlarından geçilmiyor. Böyle uzayıp giden listeyi, “gülme”, “direğe çıkma” gibi yeni-versiyonlarını da ekleyerek güncelleyelim.
BENİM HALA UMUDUM VAR
Ama İstanbul Sözleşmesi’nin yine de umut veren bir yanı var. Çünkü, yaptırım gücü olan ilk sözleşme; beraberinde bir “denetim mekanizması” getiriyor. 66’ncı maddesine göre, 6 ay içinde Avrupa Konseyi bünyesinde “Kadına Yönelik ve Aile İçi Şiddete Karşı Mücadelede Uzmanlar Grubu” (GREVIO) oluşturulacak. Bu grup taraf devletlerle ilgili düzenli denetim raporları hazırlayacak, önerilerde bulunacak, yerine getirilip getirilmediğini takip edecek.
Umut, bu denetim mekanizmasının bürokratik işlemler silsilesinin ötesine geçmesinde… Şiddet gören kadınlara da mülteci olma hakkı, ikametini değiştirme olanağı, geçici maddi destek, tazminat, şiddete yataklık edenlere de ceza gibi yeniliklerde… Madem o kadar destekçi, ilk imzacı ve heyecanlı bir ülke olduk İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girme sürecinde, o zaman yükümlülüklerini yerine getirmede de aynı enerjiyi beklemekte...
Sözleşme taraf devletlere, toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar uygulama ve gereken özeni gösterme yükümlülüğü getiriyor, sığınakların açılması için yasal ve uygulamaya yönelik yaptırımlar getirme, veri toplama, sivil toplumun bu alandaki çalışmalarını destekleme, önleyici müdahale ve tedavi programları yapma, özel sektör ve medyanın katılımını sağlama, sorumluluğu veriyor.
Hadi bunlar, imzacısı olduğumuz başka sözleşmelerde de olan genel geçer, dolayısıyla bir kulaktan ötekine de geçip gidebilecek şeyler. Sözleşmenin bir başka umut verici yanı, her şeyin fazlasıyla ayrıntısına girmesi, yani Türkiye gibi, bugüne kadarki karnelerinde sıfırı çekmiş tembel öğrenciye fazla kaçış yeri bırakmaması…
DENETÇİLERİN AKLI ÇIKMASIN DA…
Sözleşme’nin getirdikleri ve düşündürdükleri şöyle:
- Kadın-erkek eşitliği ve kadına yönelik şiddet konularının, eğitimin her düzeyinde müfredata eklenmesi…
O zaman sözleşmeyi en birinç imzalayan Türkiye, annelerin yemek yaptığı, babaların koltukta gazete okuduğu çizimleri ders kitaplarından çıkaracak, yenilerini zinhar koymayacak, el çabukluğu marifet çıkardığı eşitlik cümlelerini geri yükleyecek! Kızlar erkekler ayrı okusun, kızlar etek giyiyor, merdivenden çıkmasın diyen ‘eğitimcilerini’ ayıklayacak.
- Kolluk güçlerinin her türlü şiddete acil ve yerinde müdahale etmesi için çok daha etkin önlem alma zorunluluğu, ihbar mekanizmasının hızlanması, emniyet, savcılık ve mahkeme arasında etkin bir işbirliği oluşturulması.
O zaman “N’apıyon, karını mı öldürüyon, ne derdin var karınla?” diye cinayet anında katille muhabbete giren 155 polislerine, tecavüzcünün sırtını sıvazlayan ya da küçücük çocuklar için ‘tecavüzde rızası vardı’ diyebilen hakimlere yol görünecek.
- Yargı, polis ve sağlık birimlerinin eğitimine bütçe ve zaman ayrılması.
O zaman, devlet, bugüne kadar yaptığı gibi bir salona toplayıp anlatmakla yetinmeyecek. Zihniyet de değiştirecek, onların evlerindeki şiddeti de önleyecek. Tabii bunun için önce kendi zihniyetinden başlaması gerekecek. Bütçeyi tahmin etmek zor ama bayağı bir zaman alacağı kesin.
- Devlet radyo ve televizyonlarında her ay en az 90 dakika toplumsal cinsiyet eşitliğine dair yayın. Şiddet üreten geleneksel rol modellerinin değişmesi için çalışma.
Galiba Türkiye için en zor derslerden biri de bu olacak. Geleneksel rol modellerini çiviyle sabitleme çalışmasına, onca savaşın, rehine krizlerinin, kazaların arasında bile zaman bulabilen siyasiler, Türkiye’yi bu maddede zorlayacak. Milyonlara söylenmiş “hamileler sokağa çıkmamalı”, “bu nasıl bir kıyafet”, “kadın herkesin içinde gülmemeli” gibi sözlerin, topluma yepyeni şiddet türleri ve cinayetler olarak geri döndüğünü başta onlara anlatmak gerekecek.
***
Türkiye bunları yapmak zorunda. Çünkü, İstanbul Sözleşmesi’nin giriş bölümünde yer aldığı üzere, “Kadına yönelik şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinden kaynaklanan tarihsel bir olgu olduğu ve bu güç ilişkisinin erkekler tarafından kadınlar üzerinde baskı kurulmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılık yapılmasına yol açtığı ve kadınların ilerlemelerini engellediği” konusunda diğer devletlerle anlaşmış durumda.
Madem, hazırlığına öncülük etti, parlamentosundan ilk olarak o geçirdi, adına da en iddialı kentinin adını verdi, “toplumsal cinsiyet de ne eşcinsellik gibi bir şey mi?” düzeyindeki siyasilerine mukayyet olacak. Şiddet ve tecavüz davalarında sebil gibi dağıtılan ceza indirimlerini bir gözden geçirecek. Tecavüzcülerin neden kolaylıkla serbest bırakıldığını bir zahmet araştıracak. Bunun gibi daha çok şey yapacak.
Yoksa Avrupa Konseyi’nden GREVIO grubu denetlemeye geldiğinde, “Kendim ettim kendim buldum” şarkısını söylemek zorunda kalacak.
Paylaş