ARALIK ayının 17’si geliyor. O gün, Avrupalılar, Türkiye’nin Avrupa Birliği'ne alınma müzakerelerinin başlayıp başlamayacağı kararını alacaklar.
Daha bilinen değişiyle, Türkiye’ye tarih verecekler. Şu ana kadar ortaya çıkan gelişmeler, bizim beklentilerimiz açısından olumsuz. Beklentilerimiz karşılanmayacak. Müzakerelere başlamanın kesin tarihi verilmeyecek, başlama tarihi vermenin tarihi de verilmeyecek. Çok muhtemelen müzakerelere başlama tarihinin kararlaştırılacağı güne dair ipuçları verilecek. Süslü püslü, ezik büzük, kemiksiz, kaypak laflara kanmayın. Diplomatlar kararı ne şekilde ifade ederlerse etsinler, dağın doğuracağı fare budur.
* * *
Turgut Özal rahmetli, zaten bu AB hikayesinin ‘uzun ince bir yol’ olduğunu söylemişti. Herhalde, ilk kırk yılı geride bıraktık. Şunun şurasında ne kaldı ki... Geçen hafta Kal-Der'in (Kalite Derneği) yıllık toplantısında konuşan Japon stratejist Dr. Kenichi Ohmae, ‘Türkiye AB’ye girmemelidir’ dedi. Ohmae’ye göre, AB’ye girme arzusu, AB’ye girmekten daha önemlidir. AB’ye girmek, duraklama dönemine girmiş bulunan bir Avrupa’yla bütünleşmektir. O ortam, sizin cevvaliyetinizi azaltır; alsalar da girmeyin diyerek farklı bir ‘strateji’ ortaya koydu.
Kısa bir toparlama yapalım.
* * *
1. Türkiye, 1980’den önce Yunanistan’la birlikte AB’ye girme şansını yakalamıştı. Maalesef, Ecevit’in kısır görüşlülüğü yüzünden bu fırsatı kaçırdı cümlesi, bir zamanlar bir şeyler ifade ediyordu. Yaşanan bu kadar olaydan sonra, bu cümle artık, Türkiye’nin kendi kendine gelin güvey olmasından başka bir anlamı olmayan değersiz bir tekerleme haline gelmiştir. Çünkü:
2. Türkiye’nin AB’ye katılması bir ‘birleşme’dir. İki tarafın da iradesine bağlıdır. İki taraf için de ‘fırsat’ olarak anlaşılmalıdır. Eğer AB de, bu olayı ‘kaçan fırsat’ olarak görseydi, ilk dönemeçte ‘kaçan fırsatı’ yakalayacak manevraları yapardı. Yapmadıklarına göre, onlar bunu ‘geçen tehlike’ olarak görüyor demektir. Dolayısıyla ortada kaçan fırsat yoktur.
3. Ben, Türkiye’nin AB’ye girmesinden yanayım. Bunu hem sosyal, hem siyasi hem de iktisadi bakımdan Türkiye’nin çıkarlarına uygun buluyorum. AB’nin oyalamalarına kızıp, uyum sürecinden vazgeçmek hata olur. Bizi makul bir süre içinde almayacaklarından yüzde yüz emin olsak bile bu ‘oyuna devam’ edelim. Bu girdik giriyoruz oyununun, arada bir de ‘aile resmi’ çektirmenin hiç bir sakıncası yok. Çünkü Türkiye için, AB’nin alternafi, AB’siz yoluna devam etmektir. Bu da zaten halen üzerinde bulunduğumuz çizgidir.
4. Ancak ben, bir AB sevdalısı değilim. ‘Türkiyeli’ olmayı, Türk olmaktan üstün tutan ‘ecnebi’ yazarlardan da değilim. ‘Biz ancak, yabancıların zorlamalarıyla adam oluruz’ ifadelerini de kendime hakaret kabul ediyorum.
5. Aralık 17’yi lütfen önemsemeyin. Ne Aralık ayının onyedinci günü, ne de herhangi bir yılın herhangi bir gününde, o gün ne cereyan ederse etsin, bir milletin kaderi değişmez. ‘Baltacı Mehmet Paşa, Çariçe Katerina’nın çadırına gitmeseydi, Osmanlı, Rusya’nın hakimi olurdu’ veya ‘Turgut Özal, PKK Eruh’u basarken tatiline devam etmeseydi, 30 bin kişi ölmezdi’ hayıflanmalarını ciddiye almayın. Bunlar küçük beyinlerin büyük meşgaleleridir.