HAZIR ‘‘Oyun Kuramı’’ kamuoyunda ilgi çekmeye devam ederken, bu teorinin trafik meselesinin çözümüne nasıl katkıda bulunacağını anlatmakta yarar var.
İnternette oyun kuramı ve trafik düzeniyle ilgili ne gibi yayınlar var diye tarama yaparken, Tamer Başar adlı bir Türk profesörün oyun kuramıyla ilgili çok sayıda yayınıyla karşılaştım. Doğrusu göğsüm kabardı. Bir süre TÜBİTAK'ta çalışan, Boğaziçi Üniversitesi'nin 1969 mezunu ve eski hocası olan Tamer Başar'ın G.J.Oisder'le birlikte yazdığı ‘‘İşbirliği Yapılmayan Dinamik Oyun Teorisi’’ (Dynamic Noncooperative Game Theory) adlı önemli bir kitabı var. Dünya çapında ve çok sayıda neşriyatı olan Tamer Hoca, halen Illinois Üniversitesi'nde ‘‘Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği’’ öğretiyor.
Oyun kuramının, doğada neye tekabül ettiğini idrak etmek ve hangi sebep-sonuç ilişkisini ispatladığını göstermek için tek bir deney yapılacak olsa, ‘‘şehir trafiği’’nin kendisinden daha mükemmel bir laboratuvar ortamı bulunamaz. Oyun kuramı, ‘‘Bireyler, etkileşimli bir ortamda, kendi çıkarlarını kollamak için sergiledikleri davranışlarla, sonunda kendilerine zarar verecek çevreyi kendi elleriyle inşa eder’’ diyor. Aynen bizim elbirliğiyle (?) trafiğin içine etmemiz, sonra da içine ettiğimiz trafikte boğulup kalmamız gibi. Kısaca, şehir trafiğinde sürücüler, hem zalim hem de mazlumdur. Üstelik sürücülerin, daha çabuk gideyim diye yaptığı haksız manevralar yüzünden kavşaklar tıkanmakta, şerit değiştirmelerle yollarda ortalama seyir hızı düşmekte, yani herkes varacağı yere daha geç gitmektedir.
Sürücülerin kendilerine zarar veren ortamı yaratan davranış biçimini benimsemesine esas olan ‘‘durum muhakemesi’’ ve ‘‘rasyonel karar alma’’ süreci şöyle çalışmaktadır: Her sürücü, sabah direksiyon başına geçtiğinde, nasıl olsa başkaları benim yolumu çalacak, iyisi mi ben önce davranıp başkasının yolunu çalayım da ‘‘enayi’’ durumuna düşmeyeyim diye araba sürmeye başlamaktadır. Aslında her sürücü, başkası için ‘‘diğer sürücü’’dür. Dolayısıyla her sürücü, diğer sürücülerden kötü davranış beklemekte haklıdır. Her sürücü, bu beklentisinde haklı çıktığı için de neticede herkes, hem yol çalmakta ‘‘rasyonel’’, hem de yol çaldığı için ‘‘haksız’’ olmaktadır.
Acaba bu ‘‘kısırdöngü’’yü tersine çevirebilecek bir yöntem bulunabilir mi?
Amerika'nın Boston şehrinde yaşayan bir bilim adamı, bu konuya kafayı takmış. Onun deyişiyle ‘‘Araba sürmek, insanın içindeki hayvanı açığa çıkartır.’’ İçimizdeki hayvanı gemlemek için insan olduğumuzu hatırlamamız şart. İnsan olduğunu hatırlamak, ‘‘Ben olayların kötü gidişatını, kendi davranışımla etkileyebilir, hatta değiştirebilirim’’ demekle başlar. Bilim adamının önerisi şu: Her sabah, direksiyonun başına geçince, kendi kendinize bir söz verin. Bu sabah karşılaşacağım ‘‘ilk’’ trafik itişmesinde, objektif durum ne olursa olsun, karşımdaki sürücüyü ‘‘haklı’’ kabul edip ona yol verecek ve tebessüm ederek özür dileyeceğim. Birinci olaydan sonra, yine eskisi gibi davranmakta serbestsiniz. Yani ‘‘men dakka dukka’’ diyerek aracınızı sürebilirsiniz. Bilim adamı, eğer bir insan sabah girdiği bir trafik mücadelesinde, karşı taraftan beklenmedik bir ikram görürse, buna muhtemelen kendisi de bir başka sürücüye güzel bir jestle mukabele edecektir, diyor. Beklemediği bir hoşgörüyle karşılaşan üçüncü sürücü de bu oyuna devam edecek, böylece hakkını korumak için mecburen (!) kural çiğneyenler ortadan kalkacak, geriye sadece bir avuç ‘‘canavar’’ kalacaktır. Az sayıda kural ihtilalcisi hem tüm trafiği bozamaz hem de polis, sayısı azalmış canavarları çok kolay yakalar.