Kanun ve kültür

BİRİNCİ Dünya Harbi sona erdikten sonra, Kuzey Amerika’da başlayan ve tüm sanayileşmiş ülkeleri kapsayan "Kükreyen Yirmili Yıllar ve Caz Çağı" diye adlandırılan bir zenginleşme dönemi yaşanmıştır.

Bu dönem, 1929 yılının ekim ayında New York Hisse Senedi Borsaları’nda başlayan hızlı bir düşüşle sona ermiştir. Bu tarih, modern iktisat tarihinin en büyük tecrübesi olan "Büyük Buhran"ın (Great Depression) başlangıcıdır. Feci etkileri 1930’un sonlarına doğru ortaya çıkan bu büyük kriz, 1939’a hatta 1940’a kadar sürmüştür. İşin ilginç yanı, II. Dünya Harbi’nin başladığı yıl, krizin bitmesidir. Bu raslantı "iktisadi krizleri, ancak harpler bitirir" gibi bir inancın oluşmasına yol açmıştır.

* * *

1930, Türk ekonomisinin de dünya ekonomik krizinden kötü şekilde etkilenmeye başladığı yıldır. O yılın şubat ayında, iktisat kültürümüzün temel taşı olan, meşhur 1567 Sayılı "Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu" yürürlüğe girmiştir. Adından da anlaşılacağı üzere, bu kanunu hazırlayanlar, Türk parasının kıymetinin düşeceğinden çok korkmuş ve çareyi paranın kıymetini koruyacak bir kanun çıkarmakta görmüştür. Bu kanunun kapsamı, 1980’li yıllarda Turgut Özal tarafından fırsat çıktıkça daraltılmıştır. 1989 yılında yürürlüğe giren "Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar"la da içeriği ciddi şekilde değiştirilmiştir. Türk parasının "kıymeti", bu kadar titiz bir şekilde korunmasına rağmen, "değeri" maalesef altı sıfır atılacak kadar düşmüş. Altı sıfır atılınca Dolar/TL paritesi 1930’lara dönmüştür. Bana göre, Türk parasının kıymeti bu şekilde korunmasaydı, değeri bu kadar düşmezdi.

Üzülerek görüyorum ki; dün olduğu gibi, bugün de Türk ekonomisine yön verenlerin, "kafa yapıları" paranın değeri korumak babında, 1930’larda yürürlüğe konan 1567 sayılı kanunu hazırlayan atalarıyla aynıdır. Bu üstadlara göre, büyüme ile cari açık arasında bir ödünleşme vardır. Nitekim Türk ekonomisi, ne zaman hızlı büyüse, cari açığı artmaktadır. Yani, büyüme isteniyorsa, cari açık kaçınılmazdır. Dolayısıyla büyümeye mecbur Türkiye’nin sorunu "cari açığı kapamak değil, onu en uygun şekilde finanse etmektir". Bu da yabancı para girişi sağlayan "yüksek faiz-düşük kur" politikasını haklı kılmaktadır. O zaman şu sorulara cevap bulmak gerekir.

1. "Cari açık vermeden, büyüme olmaz" veya "ne kadar büyüme, o kadar cari açık" bir iktisat denkliği midir? Bu denklik, evrensel bir kuram ise, bütün ülkeler için geçerli olmak mecburiyetinde değil midir? Yoksa bu kuram, sadece Türkiye için mi doğrudur?

2. Cari açık vermeye dayalı bir büyüme modeli ne kadar sürdürülebilir? Bunun yerine, cari fazla vermeyi hedefleyen bir büyüme politikası izlenemez mi? Pasifik ülkelerinde başarıyla uygulanan "ihracatla büyüme" modeli, Türkiye’de niçin uygulanamaz?

3. Yavaşça revalüe (aşırı değerli) hale gelmemiş bir ulusal paranın, devalüasyon (ániden değer kaybetme) riski olabilir mi? Ekonomimizdeki kırılganlık, izlenen politikanın sonucu değil midir?

Son Söz: Kanun değişir, kültür değişmez.
Yazarın Tüm Yazıları