Yahu sen ne numaracı şeysin. Böyle atraksiyonlara ne gerek var? Biz zaten biliyoruz, başımıza gelen müspet, menfi ne varsa, müsebbibisin... Fırtınalı bir şov yapınca başın göğe mi eriyor?
Dün akşam, bir arkadaşın cipi sağolsun, terk edilmiş otomobillerden dolayı toplu araba mezarlığını andıran otobanda slalom yaparcasına ilerleyip, şehir merkezine vasıl olabildik. Gel gör ki birçok arkadaş, geceyi gazetede geçirmiş. Bizim durumumuz da pek farklı değildi esasında. Gecenin bir vakti Taksim'den Teşvikiye'ye ulaşmak mümkün olmadığı için, sabahı Tünel civarında bir otelde ettik.
Bak güzelim, (Hanımefendi, umarım senli benli yaklaşımımı yadırgamazsınız; neticede hepimiz evladınız sayılırız.) bu yaptığın biraz ayıba giriyor. Hani tamam yani, her mevsimin ayrı bir güzelliği var ama bu hesapta garibanlar nereye düşüyor?
Bunu yapmaktan sadistik bir zevk alıyor olmalısın. İnsanın kendini bir halt zanneder gibi olduğu an şöyle elinin tersiyle bir tokat atmayı yani. Teknolojiydi, barınaktı, elektrik melektrikti, alıvereyim de görün gününüzü modeli...
ÇEŞME’DE DE BEŞ SANTİMMİŞ
Hayatımda karı ilk kez ilkokuldayken, Uludağ'da görmüştüm. Sonraki rastlaşmamız, hazırlık sınıfında okuduğum seneye tekabül eder. İzmir'de kar görmek, olağanüstü bir durum olduğu için, dışarıda uçuşan sulu sepken, karımsı şeyle oynaşalım diye, ders iptal edilmişti.
Dün akşam, şarkılardan fal tutmak için açtığımız radyo kanalında yayına Çeşme'den bir dinleyici katıldı. Çeşme'de beş santim kalınlığında kar varmış; aklım şaştı...
Sana bu satırları (!) Gümüşsuyu'ndan, bir arkadaşın evinden yazıyorum. Şehri beyaz, zarif, şahane bir sükûnet kaplamış durumda ama ben nedense bunda romantik bir yan bulamıyorum.
Sağlık Bakanı'nın eşiyle yaptığı o romantik yürüyüşte bulamadığım gibi mesela. Haberdar olmalısın: Hani Recep Bey, eşiyle birlikte yürüyüşe çıkmış. Elele ilerliyorlar; beyefendide mokasenler, hanımefendide topuklu ayakkabılar; peşleri sıra bir ambulans... Olur a düşerlerse diye... Pek very romantik ve aman da aman ne şahane... Ayaklarına spor ayakkabı giyiverseler de devletin ambulansını şeytan uçurtması kuyruğu misali takmasalar, havalarına halel gelir, di mi?
Ulan Tabiat Ana, ben senin adalet izanının ta içine edeyim. Az önce çorapsız ayaklarına plastik terlikler geçirmiş bir çocuğun önünden geçtim. Avucundaki kartopunu dişliyordu ve tir tir titriyordu.
Bak anacım, yoksul ülkelerin böyle 'şıklık'lara pek tahammülü olamıyor. Tamam, dengenle oynayan biziz, öfke beslemekte haklı olabilirsin, kabul ama hıyarların icraatinin bedellerini hep zavallı günahsızlar ödüyor. Başlatma şimdi büyük balığından, küçük balığından, şuyundan buyundan. Bu ülkede yedi düveli Kutup Ayısı olduğu halde, fena üşüyen bir dolu ufaklık yaşıyor.
Malum hikayedir ve şahsen en sevdiğimdir, bilirsin. Küçük Kutup Ayısı, gidip babasına sormuş ya hani: 'Baba, senin baban da Kutup Ayısı mıydı?' diye.
-Evet evladım, tabii ki...
-Peki annemin babası?
-Elbette...
-Peki onların anne-babaları da Kutup Ayısı mıymış?
-Bittabii... Bu saçma soruları neden soruyorsun ki?