Her Allah’ın günü, şehir merkezinden bizim gazete binasının bulunduğu İkitelli’ye gidip gelmek var ya, çeken bilir: Düpedüz ömür törpüsü...
Günün minimum bir buçuk-iki saati, zaten bütün gün suratına baktığın insanlarla, seyri hiç de zevkli olmayan bir güzergáhta ve ekseri yoğun trafikte geçiyor.
E, sohbet-muhabbet-dedikodu-geyik, bir yere kadar...
İnsan, háliyle oyalanacak birtakım yan formüller arıyor.
Meselá ne zaman bizim tayfadan birkaç kişi bir otomobile doluşsak, şarkılardan fal tutmak gibi bir adetimiz var.
Favori oyunlarımızdan biri bile demeyeyim, favori oyunumuz bu...
Son eleman da kendini içeri atıp kapıyı kapattıktan sonra radyo Türkçe pop çalan bir frekansa ayarlanıyor ve herkes sırayla bir numara tutuyor:
Birim, ikiyim, üçüm, dördüm, -olmasa daha iyi ama varsa eğer bir beşinci- beşim...
Bundan sonraki senin, ondan sonraki benim, bir sonraki onun...
Yalnız Çelik ve Yonca Evcimik çıkarsa, sayılmıyor. Onlar paslık joker...
Haricinde ne çıkarsa bahtına...
Herkes birbirinin özel hayatını kendi ciğeri gibi bildiği için de çıkan şarkının üzerine bol kıkırdamalı bir mavra dönüyor.
Öylesine işte; komik oluyor, vakit geçiyor...
İyi oluyor olmasına da...
Bir dönem, bana ha bire ama hakikaten hiç sektirmeden Funda Arar’ın Aşksız Kal’ı çıkar oldu.
Başta gülüyorduk ama bir noktadan sonra benim artık ciddi ciddi sinirlerim bozuldu.
Her seferinde değişik bir rakam tutuyorum ve tırsak bir gergef gibi beklemeye başlıyorum.
Hani fal tutmak yerine kumar oynuyor olsak ve bahse tutuşsak, kısa sürede voliyi vurur, köşeyi dönerdim; öyle söyleyeyim.
Bir kere de yanılt be kader?!
Yok abi... Hep aynı nakarat ki ‘Geber inşallah!’tan bile beter:
‘Sen ne istediğini bilmez arsız sevgili / Hiç iyi dileğim yok senle ilgili / En büyük bedduam doğduğundan beri: / Aşksız kal, aşksız kal, aşksız!.. / Yalnız...’
Başta dedim ki, kadere kıtır atayım, onu kandırmaya çalışayım. Yani şarkı hayattan bana doğru değil, benden hayata doğru terennüm ediliyor olsun; öyleymiş gibi yapayım.
Fakat kaderden önce bizim tayfa yemedi ve anında itirazlar yükseldi.
Hem yuttursam ne olacak, ne fark edecek ki?..
Zira madem böylesi batıl muhabbetlere yazılıyoruz, o zaman málûm klişeye de inanmak gerekir, öyle değil mi: Beddua sahibine döner!
Ben hiç kimseye, hele ki vaktiyle sevdiğim ve birlikte olduğum kişilere öyle düşmanıma bile dilemeyeceğim beddualarda bulunmak, ah etmek istemiyorum birader!..
Bana çıkan şarkının sözleri şöyle bir şeyler olsun istiyorum meselá: ‘Yolun açık olsun kardeşim / Mümkünse bir daha görüşmeyelim / Yok, sağol, almayayım, arkadaş da kalınmasın / Git ötede siftin, Allah yeni sahibine bağışlasın...’
Ama ı-ıh... Kimin nasıl bir ahını almışsam artık?!. (Birkaç tahminim de yok değil hani; ayrı...)
Neden sonra, yol fallarından yana Aşksız Kal’dan yırttım. Hatta bir keresinde Ajda Pekkan’ın ‘Sen İste Her Şey Çok Güzel Olur’u bile çıktı, inanamadım.
İnsan şükreder, kırar kıçını oturur değil mi?
Yok ben ısrarla belámı arıyorum. Geçenlerde evde TV’yi müzik kanallarından birine sabitlemiş gazete okurken, içimden; ‘Bundan sonraki benim olsun!’ demiş bulundum.
Herhalde ne çıktığını söylememe gerek yok?!?
Funda Arar’ın dördüncü albümü Sevda Yanığı’nın gayet başarılı bir albüm olduğunu hesaba katıp ona göre gardımı almış olmam gerekirdi. Benim moronluğum...
Arar, geçen yıl piyasaya çıkan albümünün hálá istikrarlı bir şekilde satıyor olmasını bir röportajında bakın neye bağlıyor: ‘Evet, hálá çok satılıyor. Bunun nedeni de uzun soluklu işlere imza atmak ve çok klip çekmek galiba.’
Beste ve güftesi Müfide İnselel’e, düzenlemesi Funda Arar’ın taze kocası ve aranjörü Febyo Taşel’e ait olan Aşksız Kal, zehirli sözlerinin ağırlığını bir yana bırakacak olursak, bestesiyle 70’lerin lay-lay-lom havasını taşıyan neşeli, civelek, ‘hafif’ bir şarkı.
Korhan Bozkurt’un yönettiği klipte Funda Arar, psikopata bağlamış, üstelik bu durumla çok eğleniyormuş gibi görünen bir kadın portresi çiziyor.
Terk etmek üzere olduğu sevgilisinin laptop’unu mikrodalga fırında eritiyor, kıyafetlerini makasla kıtır kıtır kesiyor, eline ne geçerse yere atıp kırıyor, vs...
Eh sonunda da Emre Karayel’in (Bir İstanbul Masalı’nın Zekeriya’sı) canlandırdığı ve eve geldiğinde gördüğü manzara karışısında nutku tutulan manitanın eline anahtarları sıkıştırıp, kapıyı çekip gidiyor.
Hani adamın fena bir açığını yakalamış olsa, İSKİ skandalını patlatan Nurdan Erbuğ misali, bir koşu gidip onu da gazetelere faş edecek...
Deve ya da ne bileyim işte, bildiğiniz kadın kini...
Ben mi?..
İşim olmaz valla... Hayat böylesi takıntılar olmadan da yeterince ağır zaten.
Yine de söz batıl geyiklerden açılmışken...
İşkillenmeden de edemiyorum. Üzerimde ex-manita marifeti bir büyü müyü olabilir mi?