Üşütük imaj

O şehir senin, bu şehir benim, tekme tokat sürüle sürüle bir hál olan, sürgünde bir dizimiz var biliyorsunuz. Töre baskılarının işlendiği Yaralı Yürek dizisinin ekibine, seti basan yaklaşık 30 kişi saldırdı.

Ya bu ülkenin imajdan anladığı ele güne karşı ehemmiyeti kendinden menkul bir saçma şekilcilikten ibaret, ya da benim muhakememde ciddi bir yamukluk var.

Meselá şu Alinur Velidedeoğlu’nun tek kişilik şövalye ordusu gibi sağı solu tırmalayıp, bundan bin yıl evvel Cannes’da, Midnight Express filmine ilham kaynağı olan Bill Hayes ile yaptığı röportajın youtube’da daha çok tıklanmasını sağlamak yolunda başlattığı bir seferberlik var.

Bill Hayes, bildiğiniz üzre, hapisten çıktığından beri en az "Hello" dediği kadar, "O filmde anlatılanlar gerçek değil" de diyor. Bunun yanında yönetmen Alan Parker da çektiği filmle Türkiye’ye haksızlık ettiğini, gerçekleri çarpıttığını itiraf edeli çok oluyor.

Bill Hayes’in hikáyesinin Midnight Express’te anlatılanlarla örtüşmemesi, "yalan çıktı"dan yana, haber değeri taşımaz yani...

Yine de tebrik ederiz, asil bir çabadır elbet... Akmasa damlar... Da?..

CEZAEVİ FELAKETİ

Meselá, F tipi hücre sistemine geçişi engellemek amacıyla tutukluların başlattıkları açlık grevlerini ölüm orucuna dönüştürmeleri üzerine, 19 Aralık 2000’de, 20 cezaevinde düzenlenen, dalga geçermiş gibi adına da Hayata Dönüş Operasyonu denilen ve ikisi asker, 30’u tutuklu, 32 kişinin hayatına mal olan, yüzlerce kişinin yaralanmasına, birçoklarının cayır cayır yanmasına yol açan operasyonları düşününce?..

Bu facianın üzerinden yedi yıl geçti. Cezaevlerinde yaşanan feláketler silsilesi dinmedi. F tipi cezaevlerindeki ağır şartların birazcık olsun hafifletilmesi için Şişli’deki evinde ölüm orucuna yatan avukat Behiç Aşçı’nın çığlığı ancak 294. gününde bir karşılık bulabildi.

Adalet Bakanlığı, F tipi cezaevlerindeki sorunları gidermek amacıyla genelge yayınladı. Genelgeyle, tutuklu ve hükümlülerin ortak alanları kullanma hakkı 10 saate çıkarıldı.

Bu dediğimiz 22 Ocak; daha geçen ay yani...

Demem o ki durum bu durumken, yemişim Bill Hayes’in hikáyesini...

YARALI YÜREK’İN CEFASI

Bunun yanında, elimizde o şehir senin, bu şehir benim, tekme tokat sürüle sürüle bir hál olan, sürgünde bir dizimiz var biliyorsunuz.

Töre baskılarının işlendiği Yaralı Yürek dizisinin ekibi, "Şehrimizi yanlış tanıtıyorsunuz, yer misiniz yemez misiniz" diye seti basan yaklaşık 30 kişi tarafından darba uğradı málûmunuz. Yönetmen Özer Kızıltan ve Yönetmen Yardımcısı Celal Çimen, hastanelik oldu.

Bu hadisenin üzerine, setin Şanlıurfa’dan taşımasına karar verildi.

Ne oldu şimdi? Şanlıurfa’nın şanına yakışmaz, orda sümme haşa töre belásı diye bir şey yoktur sonucuna mı vardık? Valla, ben bundan sonra, Şanlıurfa’yı, bir de set basılan ve odunlarla tekbir getirip sanatçı pataklanan şehir olarak da anacağım? Buyrun bakalım?

Bunların üzerine hafif tertip sevinir gibi olmaya kalmadı... Yurdum imaj ve şan/namus kumkumaları bizi yine şaşırtmadı.

Şöyle ki Yaralı Yürek ekibinin Urfa’dan taşınma kararı üzerine Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey, onları aynı zamanda Yabancı Damat ve Ezo Gelin dizilerinin de çekildiği kendi şehrine davet etti. Gelin görün ki Gaziantep Olay Gazetesi, bu durumun üzerine Ezo Gelin dizisinin de bölge örf ve adetlerini hiçe saydığını duyurarak Gaziantepli linççilere şöyle bir ihbarda bulundu: "Şanlıurfalılar bizden daha duyarlıymış ki, örfleri ve adetleri ile oynatmıyorlar. Ancak, aylardır Gaziantep’te Ezo Gelin dizisinin sanal bir ortamda gerçekle ilgisi olmayan bir senaryo ile oynatılması bizleri küçük düşürüyor. Bu nedenle bu dizinin bir an önce durdurulmasını ve Gaziantep’te çekilmemesini istiyoruz."

Allah’tan Gaziantep Valisi Süleyman Kamçı, aklı selim sahibi biri ki ortada ciddi bir tehdit bulunmadığını, onun yerine maalesef "memlekette kafayı üşütmüş insanlar bulunduğunu" söyledi. Doğru söze ne denir?

Aşık değilim olabilirim

İpek Tuzcuoğlu, bildiğiniz üzre, son zamanlarda yemeyip içmeyip kanal kanal, program program dolaşıp şiir kitabının promosyonunu yapmakla meşgûl.

Sonsuz bir yaratıcılıkla 14 Şubat Manitalar Günü’nde piyasaya sunulan kitap elde, o magazin mikrofonu senin, bu magazin kamerası benim, durmaksızın ne mene bir aşk kompetanı, ombudsmanı, bilirhanımefendisanatçıkişisi olduğunu anlatıyor.

Hani bir çeyrek fırın ekmek filan daha hüpletse, Allah muhafaza, başımıza -bir tanesi yetmezmiş gibi- İlhan Uçkan kesilecek.

Gelirini, yine müthiş bir yücekalplilik örneği ve yaratıcılık şey ederek Türk Kalp Vakfı’na bağışlayacağını açıkladığı kitabıyla ilgili beyanat verirken; "Aşk benim için bir tanrısallık, madette yaşamak gibidir. Ben aşkın beyazlığıyım" şeklinde cümleler eşliğinde, şöyle dile geliyor: "Güzel bir sosyal sorumluluk kampanyası içine ben de duygularımı katayım istedim. Bu yola kitaptan elde edeceğim geliri vermek üzere çıktım. Aşk deyince kalp geldi aklıma. (Bak sen şu Allah’in işine? Genelde aşk denilince 12 parmak bağırsağı gelir sıradan fanilerin aklına oysa?) O zaman Türk Kalp Vakfı’na bağışlayayım elde ettiğim geliri dedim. Onların da sloganı zaten ’İyi kalpli ol...’ Aslında aşkta da biraz iyi kalpli olmak gerekiyor."

İPEK’İN ŞİİRLERİ

Ben her zamanki hırtlığımla, şiirin sokağı, mahallesi, semti kalsın, gezegenine uğramadığı muhakkak da, hanımefendi aynı zamanda hayatında ya hiç aşık olmamış, ya da hiç dayak yememiş, filan şeklinde düşünedurayım...

Kendileri geçtiğimiz günlerde katıldığı Dobra Dobra programında hepten kopmuş: Efendim, Tuzcuoğlu, o şiirleri sevgilisi Nuri Öztaşkın’a yazmamış. Zira ona aşık değilmiş ama onu seviyormuş. Sevmek ve aşık olmak onun için ayrı şeylermiş.

Hafif geç idrakten mustarip, ne hissettiğini anlaması için belediyeden icazet alması gereken hanımefendinin çevirdiği geyik şu minvalde ilerliyor: "Beraberliğimiz başlayalı bir yıl oldu. Aşık mıyım bilmiyorum. Bana seviyor musun dese, seviyorum derdim. Bir insanla evlenirsem ve çocuğum olursa aşık olduğumu o zaman anlarım. Şu anda evliliği ikimiz de düşünmüyoruz. Aşkıma’yı bütün sevenler birbirlerine hediye edebilsinler diye yazdım. ’Nuri Bey’e aşk şiirleri yazdı’ benim için çok ağır bir cümle. Çok değer verdiğim kitabımın böylesine çöp olmasını istemem. Nuri’ye, Ali’ye, Veli’ye yazılmış bir kitap değil."

Valla ağırdan ne anladığınıza bakar. Ben Nuri Bey’in yerinde olsam, "biraz" ağırıma giderdi bu sözler herhálde. Han’fendi, bey’fendiye çok değer verdiği kitabı kadar değer vermiyor olsa gerek ki kendisine şiir yazma ihtimalinin bahis konusu olmasını, kitabın "çöp" olması olarak addediyor; iyi mi...

Aşkın kulağına su, gözüne çöp anca bu model kaçırılabilirdi, tebrikler mi desek; körolası çöpçüler aşkını süpürse de sen de kurtulsan biz de kurtulsak mı desek; ve hazır laf çöpten açılmışken, hadi aşk mefhumu murdar olalı çok oluyor ama bari şiiri rahat bırakın Allah aşkına mı desek?..
Yazarın Tüm Yazıları