Ne var ne çok Ercan Bey?

Ercan Bey, Ercan'ım; aşkım, tatlım, servi boylum, yakışıklım...

Tabii ki biliyorsunuz Ercan Bey; pardon, bu kez sizin istediğiniz gibi olsun; biliyorsun: Bugün sektörde mevcut, tuşesi bizzat senin tezgáhında dokunmuş, karizma kurbanı kadınların tümü gibi, elbette ben de sana, ezelden ebede vurgundum.

Dorian Gray'in Portresi'nin gizli ve esas başkahramanı Lord Henry Wotton'ı andıran hafif kinik ama yine de baldan tatlı espri anlayışın ve aklındakini söylemekten caymaz düzlüğünün yanında eşsiz zarafetinle... Ben bir şeycik sormadan, bana aşkımızın karşılıklı olduğunu söyler dururdun... Yüzünde her dem şık bir aksesuvar gibi taşıdığın o gıcır istihza... Hakikaten öyle mi? Öyle olduğunu söyle Ercan?

Dört yaşındayken can sıkıntısından kendi kendine okuma-yazma öğrenmiş, gazeteci olmak istediğini daha ilkokuldayken bilmiş, gazeteci olmak için gazetecilik okumak gerektiği şeklinde gerzek bir fikrin peşine takılıp ÖSYS'de İletişim Fakültesi'ni tek geçmiş, gafletinin ayırdına varır varmaz okulu terk edip alaylı tayfaya yazılmaya karar vermiş, 93 Şubat'ında, 21'imdeyken, sonradan Esquire olacak MR dergisinde çalışmaya başlamıştım.

Patronun sen olduğunu, karizma katsayısının ebedi ve edebi boyutlara vardığını görür görmez, nihayet isabetli bir karar aldığıma uyanmış, sevindirik olmuştum. Kıs kıs ifadenden anlamıştım; ne sersem sepelek bir kız çocuğuydum, çok mu gülünçtüm Ercan?

Ömrümün vesilesisin sen. 23'ümde senin yüzünden köşeyazarı oldum. Fransız dergilerinin kapak spotlarından konu ve başlık çıkarmayı senden öğrendim.

Tadı damağımda kalan kavgalarımın hemen hepsini seninle ettim. 10 yıl boyunca neredeyse yalnızca güvenlik ve kafeteryasında çalışmadığım Sabah binasında, düzenli aralıklarla ve kafa yedirten bir öfkeyle ettiğim her istifada, senin tavına aldanıp gerisin geriye döndüm.

BEBEĞİM OĞLAN PERİŞAN!

Çalışmaya başladığım sene, hani neredeyse dazlak kıvamında kısa saçlarımı, senin rica kisvesi altındaki emrinle uzattım. Mütemadiyen ayrılmaya çalıştığım sevgilimle, her seferinde senin yüzünden barıştım: ‘‘Bebeğim, oğlan perişan; yine buruşturmuşsun. Ama yavrucuğum, sen de normal bişi diilsin ki. Bak sana bir şey söyleyeyim mi? Bu civarda seni başkası kesmez, vallahi sıkıntıdan patlarsın. Aklını başına devşir, sen daha bana lázımsın! Zayıfladın mı sen bakiim? Hem şu saçlarını niye hiç açmıyorsun? Ben seni bir yemeğe çıkarayım. Peki şimdilerde ne okuyorsun?’’ Bana habire biyografi kitabı yazdırmaya çalışırdın. Müsaaden olursa seninkini yazmak boynumun borcudur; ahdım olabilir mi Ercan?

O meşum Salı, aylardan beri ilk kez, seni telefonla arama gayretindeydim. Sana birkaç andavalı şikayet edecek, akıl danışacak, dahili espri paslaşacak, bu arada kısa günün kárı bábında sesini ve kahkahanı duyacaktım.

Sen hattın ucunda müstehzi ifadenle dinleyecek, ardından; ‘‘Yavrucuğum sersem misin; tabii ki hállederiz. Geç bunları bir kalem bebeğim, yeni dedikodulardan ne haberler? Ne var ne çok?’’ diye soracaktın. 15 dakika aralıksız, deli bir hasret ve telaşla telefonunu tuşladım, kapsama alanı dışındaydın.

Tam kaderle birlikte sana da küsüyordum ki... Tam o anda yanımda biri, internetten yüksek sesle haberini okudu. Otobüsün altındaymışsın. Ben artık küsüm; haberin var mı, umrunda mı Ercan?

Kan sıçradı beynime, matbaa rezonansı şiddetiyle titriyorum. Benlikten, insanlıktan çıkmış vaziyetteyim; rezil rüsva oluyorum. Tepemden ayıplar nazarlarla baktığını, bir dua misali en içimden zikrettiğim adın gibi biliyorum.

Bu yazıyı okusan tiksinirdin herhálde. Arabeske düştüm fakat elimde değil, kendimi tutamıyorum. Sen başka bir konu öner Ercan?

Babamın haricinde, beni sinirimden ağlatmaya muktedir yegáne adamdın sen. Oysa günlerdir aklımdan sadece güzellikler geçiyor. Ve ne çok güzel anı birikmiş, içimden kendimi güllabici odunlarıyla ve hınçla dövmek geliyor. Sen hani bana kıyamazdın; nasıl kıydın Ercan?

En güzelini, seni uğurlarken, yine senin üslubunla Dürrin Ababay söyledi işte: ‘‘Yavrucuğum sersem misiniz? Yok adam halk otobüsünün altında kalmış, yok beyni kanamış, yok kalp damarları kopmuş. Boşversenize! İyi araştırmamışsınızdır siz. Aşık maşıktır o herif; arazi olmaya çalışıyordur. Gidin, sorun, soruşturun. Doğrusunu bildirene sabahlama gecesinde benden bir şişe Petrus şarabı.’’ Yine hangi kadınla flörttesin Ercan?

İnisiyalli gömleklerin, jilet gibi pantolonların, şırımşık ceketlerin, tabanları sanki bulutların üzerinde ilerliyormuşsun gibi gıcır gıcır ayakkabılarınla, yağmur altında ıslanmadan yürümeyi beceren, zıpkın gibi, adam gibi bir adamsın sen. Sana toprak sıçramaz. Hadi ordan, yeme bizi; ne zaman keseceksin mıgırı Ercan?

Ne var ne çok Ercan Bey; biraz da siz dedikodu verin bakalım?

Peki başka? Peki başka? Peki başka?..

Komik ile gülünç kareler arasındaki tek farkı bulunuz

Davut Güloğlu'na bundan sonra Komedi Dans Teklisi diyelim mi? Katıla Katıla (alias: Light) isimli şarkıyı dinleyen okurların hak vereceğini umarım.

Bu sefer var ya, hakikaten çocuklar duymasın... Lákin bir yandan da gayet iyi biliyoruz; duymak da ne, salak şarkıyı dillerine pelesenk edecekler...

Hamsinin ve Hatunun En İyisinden Biz Anlarız Derneği Laz Bölgesi Asbaşkanı Davut Güloğlu, son hitiyle yine kadın-erkek meselelerine orijinal bir perspektif katmış. Hani tekrar etmekten yana hicap duyuyorum ama sözler şöyle: ‘‘Culeyrum haluna katula katula / Bi sozuni geçuremedun karuna / Daha niye veremedun ağzunun payunu (...) / Nakarat: Ne oldi sana, ne oldu poyle? / Nerde esku taşfirun erkeğu? / Bir anda oldun light erkeğu?’’

Böyle şahane bir yaratıcılık, komikçi bir anlayış...

Hintli MC Panjabi'nin müziği üzerine ha pasa kemençe döşenerek... Çocuklar Duymasın dizisinden garantili espri apartarak... Şarkısıyla ilgili; ‘‘Çok da ciddiye almamak lazım,’’ dedi Güloğlu ki ahir ömrümde ağzından çıkan, yegáne hak verdiğim ahkámdı... Her erkekte light'lık varmış, ama'ymış, ehe ehe ehe'ymiş... E, biz bi gül, bi gül; Davut Gül-oğlu-gül!.. Büyüyünüz de geliniz, biz o arada kendimizce güleriz.
Yazarın Tüm Yazıları