Sağ olsun, içgörüden yana her zamanki müthiş performansını sergiliyor. Yine gülmekten koltuktan düşmemizi sağlamak suretiyle günümüzü şenlendiriyor.
Meselá; vaktiyle kendisine "Çılgın Dershane" filminden teklif geldiğini ama bir erkeği baştan çıkaran kadını oynamayı kendine yakıştıramadığı için teklifi reddettiğini filan söylüyor.
Hiper püriten, ultra namus budalası, kapı gibi bekáret raporlu bir mankenimiz olduğu için, öyle fettan, baştan çıkarıcı, haşna fişnacı Suzan Avcı rollerini, haşa, ne münasebet, kendine yakıştıramıyor.
Onun yerine, daha inandırıcı rollere soyunuyor. Misál: Canı sıkılan bir kız çocuğunun özel perisini merisini canlandırmayı tercih ediyor.
Tercihtir; herkesin tercihi kendine; olabilir...
Olayımız şöyle gelişiyor: Röportajı gerçekleştiren Gülden Avuç, "Ekranda çok fazla cinli, perili diziler var. Neden bu kadar ilgi görüyorlar sizce" şeklinde bir soru soruyor.
Veee, Schaefer, şu şekil bir yanıt veriyor: "Benim rolümün o dizilerdeki perilerle hiçbir ilgisi yok. Zaten onlar peri değil. Onlar herkese yardım ediyorlar; ben sadece bir tek çocuğun perisiyim ve ona yardım ediyorum..."
Eh, söktük mü peri mevzuatının parmak hesabını bari?
Öyle orta malı, pardon, orta perisi gibi önüne çıkan herkese yardım edene peri denmiyor. Peri dediğinin, kişiye özel hizmet vereni makbûl. Çaktık di mi köfteyi?
Ha, bir de Gülden Avuç, "Dizide bol bol uçuyorsunuz. Nasıl çekiyorsunuz o sahneleri" diye soruyor.
El cevap: "Evet, sürekli uçuyorum, küçülüyorum, büyüyorum... Çok eğleniyorum bu sahneler çekilirken ama bir yandan da zor oluyor. Çünkü belime korse gibi bir kemer bağlanıyor. Bazen çekimler bittiğinde ağrıdan yerimden kalkamıyorum. Beynime kan gitmiyor gibi hissettiğim oluyor..."
Şimdi de iyi haberler efen’im: Bu sayede öğreniyor ve rahatlıyoruz ki hayatın geri kalan zamanlarında, Schaefer’ın beynine kan gidiyor.
Yakındır, uzaktır; şu ya da bu şekil bir gelecekte, bunun meyvelerini de göreceğiz inşallah.
Artistik patinaj alanında olmadı, kişiye özel kadrolu pericilikte; o da olmadı, siyaset áleminde... İllá ki günün birinde bir meyve verecek, biz de taşlayacağız, o da meyve veren ağacın taşlandığı konusunda hayıflanacak inşallah...
Olacak bütün bunlar; bütün saadetler mümkündür; tamam inşallah...
Kaçırmış olamazsınız değil mi? Schaefer, bildiğiniz üzere, CHP’li Tuğba Özay’ın DYP’den en taze ve dişli rakibesi...
Küçük tefek pürüzler hállolsun; meselá Schaefer’ın beynine kan gitmeye başlasın, bu konuda konuşmasına da izin çıkacak inşallah!
Gülüm gülüm gülücüklerle Şebnem Schaefer’ın yakasına rozetini takan DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, neden sonra, ne mene bir bombanın pimini çektiğine uyanmış olacak, kendilerine konuşma yasağı koydu. Schaefer siyasete bir giriş girdi ama bu konuda maalesef sustu. Hevesimiz kursağımızda kaldı; bizleri biçare koydu...
Gerçi Schaefer’a soracak olursanız, partiden ona gelen herhangi bir yasak yokmuş.
Parti ve politikadan konuşmama seçimi, kendi inisiyatifi doğrultusundaymış.
Hadi diyelim ki "Kardeşim, politikasının ne olduğuna dair en ufak bir fikrinin olmadığı partiye niye gidip üye olursun" diye sormak nafiledir. Zira biliriz ki bu hanımefendiler ve bu türün muadili beyefendiler, her elinde tuzluk olana bir amok koşusudur koşarlar. Ádettendir...
Peki bu partilerin ileri gelenleri hiç mi utanmazlar yahu? Neymiş? Partilerine şöhretli isim katarak kendilerine vitrin yapıyorlar...
Bu mudur yani mantık?: Vitrin bu virtinse; buyur bu da konu mankeni...
Bir kadın olarak, bir vatandaş olarak, bir insan olarak hakaretamiz alıyorum.
Hakarete uğrayan da biziz ama onlar adına yine biz utanıyoruz, onlar utanmıyorlar.