Gözlere çiklet

"Televizyon, yapacak hiçbir şeyi olmayan insanların hiçbir şey yapamayan insanları seyretmelerini sağlayan bir aygıttır" demiş Fred Allen.

Tasarımın Özüsözü adlı, kendisi de son derece "şık" bir tasarım olan ve bu tasarımın kapsama alanına giren muhtelif altbaşlıklar çerçevesinde toparlanan aforizmalardan derlenen kitaptan öğreniyoruz.

Geçenlerde televizyonda, Sidney Lumet klasiği Network’ü yakalayıp tekrar izlemek gibi bir şansım oldu. William Holden, Faye Dunaway, Peter Finch ve Robert Duvall’ın başrolleri paylaştığı, 1976 yapımı, şahane bir filmdir; hararetle tavsiye edilir.

Film, ABD’nin hayali UBS kanalının, özel hayatındaki çalkantılar nedeniyle balatayı sıyırmış, ekranın önündeki zırvalamaları televizyon seyircileri tarafından büyük ilgi görünce kanal yönetimi tarafından iyice gaz verilmiş ve hepten zıvanadan çıkmış anchorman’i Howard Beale’ın (Peter Finch) hazin hikáyesini anlatır.

Hikáye boyu, fonda, UBS’in haber bölümünün başındaki Max Schumacher (William Holden) ile gözü kariyer hırsından dönmüş, yılan tabiatlı programlar sorumlusu rolünde Faye Dunaway’e Oscar kazandıran Diana Christensen karakterinin arasında yaşanan aşkı ve onların "ölen hiç değilse kurtuluyor; bize yaşamak ölüm" tadındaki daha da hazin hikáyelerini de izleriz.

Olayların nasıl geliştiğini açmayayım; meraklısı arayıp bulacaktır; izlememiş olanlar için hadisenin gazozunu kaçırmayayım. Fakat sonunu söylemek durumundayım: Reyting derdindeki yöneticilerin bir kumpası neticesinde Howard Beale, stüdyoda taranmak suretiyle hayatını yitirir. Teşbihte hata olmaz, "Atları da Vururlar" tadında, harbiden iyi filmdir.

Geçen pazar, Ziya’yla oturmuşuz, "Buzda Dans" ile "Popstar Alaturka" arasında zaplayıp hoplamaktayız.


"Popstar Alaturka"da Orhan Gencebay, Bülent Ersoy’un tahammül fersa höykürmelerini bertaraf ediyor olanca zarafetiyle... "Ah, ben Şırnak’ta savcı olacaktım, hesaplarımda şöhret olmak yoktu, hele ki böylesi bir şöhreti hiç arzulamamıştım ama bu arada söylemiş miydim, yakında stand-up komediye soyunacağım" tadında takılan ve birileri de ona moda guruluğu yaparsa çok sevineceğimiz Armağan Çağlayan, onun bunun kıyafetine çemkiriyor: Standart...

"Buzda Dans"a geliyoruz ve bende film yine, niçin ve hangi sıfatına hürmeten orada olduğunu anlamakta güçlük çektiğim, botokstan sorumlu ıstakoz taciri sosyete jürisi Sema Çelebi’ye geldiğinde kopuyor.

Aristokrat bir insan olduğu için hamsi yemediğine, lüfer ve kalkanla beslendiğine dair mühim beyanatlarını okuduğumuz Sema Çelebi, ahlak, saygı, terbiye dersleri veredursun, diğer kanalın şarkıcı yarışması "Profesyonel"de Tuğba Ekinci’nin daha deli bir türevi türedi bile.

"Bir Tuğba Ekinci kolay yetişmiyor" diyemeyeceğiz yani maalesef, maşallah mitos çoğalmayla ürüyorlar.

Ziya’ya dönüp, "Ne saçmayız be" diyorum; "Sen en son ne zaman dünya şampiyonası filan izledin? Millet orda feriştahını kayıyor, yüzüne bile bakmıyoruz; Okan Karacan’ın buz üzerinde durabilmesini takdir etmeyi yeğliyoruz. Film filan mı seyretsek?"

"Dur bi dakka; SMS yolluyorum" diyor Ziya bunun üzerine. Geçen gün de Ajda Pekkan’ın, "Beni al onu alma"yı söyledi diye eleştirdiği adama destek mesajı geçmiş. Pes ediyorum, iki yarışma arasında zaplamaya devam ediyoruz.

Yine Tasarımın Özüsözü’nden öğreniyoruz ki; Frank Lloyd Wright da, "Televizyon gözlerin çikletidir" buyurmuş; hak veriyoruz. Çiğne çiğne; ne tükürebiliyor, ne yutabiliyoruz...

* Tasarımın Özüsözü: Akın Nalça Kitapları (Dört) / Derleyen ve Çeviren: Celál Üster Kitap Konsepti ve Tasarımı: Bülent Erkmen
Yazarın Tüm Yazıları