Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir habere göre, ABD’de yapılan bir araştırma, cep telefonunun yaydığı radyoaktif dalgaların, günde dört saatten fazla cep telefonuyla konuşan erkeklerin sperm sayısında, yüzde 25 oranına varabilen düşüşlere neden olabildiğini ortaya koymuş.
Hani benim bildiğim Türk erkeği, böyle bir sonuca sebebiyet veren herhangi başka bir şey olsa, elindeki etini kavuran kormuş gibi fırlatır atar. Ama bu da cep telefonu; ahir zamanlarda benim diyen eleman, canından, hatta can şöyle dursun, koç yumurtalarından geçer, telefonundan geçebilemez... Mecburen, mecburiyetten...
Bu durumda ne yapmak lázımmış? Cep telefonunu kemer ya da pantolon yan cebi yerine arka cepte taşımakta fayda varmış...
Cep telefonlarının nerede taşınacağı zaten olduk bittik büyük mesele...
Gömlek ve ceket cebinde taşımak kalbe zarar. El kulakta devamlı cep telefonuyla konuşan "ver coşkuyu" sinirseğine ya da "nobran ne Nobre kim" muallağındaki aşk sersemi ergene benzer tiplerin durumunun hepten kötü olduğu da epeydir bilinen bir şey. Zira cep telefonunun yaydığı radyoaktif dalgalar, sperm sayısı düşürdüğü gibi, beyin hücrelerini de olumsuz etkiliyor.
Ben ki telefon muhabbetinden hazzetmeyen, telefonun az çalmasını mutlanma vesilesi olarak addeden bir insanım; elimden gelen minimum derecede kullanıyor olmam beynimdeki gri hücrelerin ağır hasara uğramasını engelleyememiş demek ki birtakım manasız koşullanmaların kurbanıyım... Bir süredir cep telefonu olsun, normal hattın yönlendirildiği manuel telefon olsun; çaldı mı Pavlov’un kuçusu gibi yerimden fırladığımı fark ettim. Mümkün değil, oturarak telefonla konuşamıyorum.
İş yerindeysem, konuşurken, bir bakıyorum; a-a? Kendimi binanın kapısındaki turnikelerin orada, ya da koridorun ucundaki tuvalette bulmuşum.
Hadi o bir yere kadar... Kıç kadar evin içinde, kalkıp dört dönerek volta atmak neyin nesidir?
Otur, ne konuşacaksan, poponu yaydığın rahat kanepeden konuş? Telefon çalınca "Emret kom’tanım" fazına geçmek niyedir?..
Telefon buyurdu mu akan sular duruyor. Komplo teorisine itibar edecek olsa, insanın, o radyoaktif dalgaların aynı zamanda başka türden bir güdümlenmeye yol açtığını düşünesi geliyor. Mançuryalı Aday filmindeki beynine çip yerleştirilmiş zavallılar gibi; telefon çaldı mı, gaipten gelen bir komutun emirlerine illá ki uyacaksın.
Konuşmak da bir yere kadar. İnsanın canını emanet ettiği taksinin şoförünün bir yandan otomobil kullanıp bir yandan da cep telefonuna gelen SMS mesajına yanıt verdiğini gördüğünde artık isyan edesi geliyor. Kırmızı ışıkta geçilebiliyor ve fakat bilmem ne ülkesinin başbakanı kırmızı hatlı telefondan arıyormuşçasına aciliyetle ele alınan o SMS mesajını yanıtlama vazifesinden geçilemiyor.
Bayramın getirdiği iletişim trafiğinin de katkısı (!) vardır sanırım, bu ara telefondan yana bana yine fena bastılar... Malumunuz, senenin bu dönemleri geldi mi memleketin bilumum belediyelerinin, ıvır kıvır derneklerinin, varlığımızı hatırlayıp, bayram tebriği vesilesiyle sevgilerini sunası da geliyor.
Bir Bilen Bey, benim zırt fırt cep telefonu kaybetmemi, bilinçaltımdaki telefon nefretime bağlar dururdu bir zamanlar. Korkum odur ki bu aralar, yine telefonun kaybolması yaklaşıyor. Hoş, direkt gidip yeni bir tane almam gerekecek; o da ayrı.
Zira maalesef artık, her cebe hitap eden cep telefonu var; o olmadı, yeni bir tane edinene kadar kullanmak üzere arkadaşların yedek telefonları var; ve her şeyin başında da "ulaşılabilir" olma mecburiyeti var; telefonu kaybetmek mazeretten sayılmıyor.