Bu aralar hayat bana aile saadetinden yana görünmüş olsa gerek.
Yakın tarihte İstanbul’a gelmiş olan, hemen akabinde bayram ve yeni yıl tatilinden istifade edip İzmir’e gittiğimde arayı açmadan gördüğüm valideyle peder, yine İstanbul’a geldiler.
Allah eksikliklerini göstermesin, bir S.O.S çakışında, hızır gibi yetiştiler...
Kişisel mevzularımla seni meşgûl etmekten dolayı utanmıyor da değilim ama n’olur kusura bakma, şu anda memleket ve dünya mevzularıyla daha fazla alákam varmış gibi yapmanın fikriyatından bile uzağım; adım Ebur, elimden gelen budur, ey okur...
Şöyle ki: Annemle babamın burda olduğu süreçte bizi maaile inim inim inleten, sabahtan geliyorum deyip, hafta içi haftasonu demeden habire habire birimizden birini eve hapsedip akşamın kel saatlerinde buyurup gelen, geldiğinde de meselá kombiyi açıp, bağırsaklarını mutfağa saçıp, "Ay gerekli parçayı getirmeyi unutmuşuz, e bari yarın sabah görüşelim" deyip, basıp gidip, iki gün sonra yine bir akşam saati gelip, onda da bilmem ne aksını yanlış takıp, eve su bastırıp, yine defolup giden, evde temizliğin olduğu gün, yine kombiyi açıp, elektriği sigortadan kapatıp, Leyla’nın ne çamaşır yıkayabilerek ne elektrik süpürgesi çalıştırabilerek bütün gün mal gibi durmasına neden filan olan, sonra lütfedip geldiğinde yine bambaşka bir maraz çıkaran, bütün bunlar olur biterken açtığımız her telefonda mazeret beyan etme gereği şöyle dursun, terbiyesiz ötesi cevaplar yapıştıran ve tüm bu işkence için de fatura matura kesmeden kaba etimize 400 YTL’ye yakın günah sıkıştıran Baymak bayiinin ayağıyla yaptığı iş sağolsun, geçen akşam evi yine kombiden fışkıran su bastı.
Üstelik o sırada ne göreyim; halojenin ampulünden etkilenen perdenin ucu da inceden inceye yanmaktaydı.
Aynı anda hem su bassın hem yangın çıksın; evet efendim, karikatürlerden tanıdığınız o tepesinde yağmur bulutuyla dolanan tip bendenizim...
Yaşadığım evin bitmek bilmez elektrik-su tesisat dertlerinden bezmişim zaten, o şahane (!) akşamı da yaşayınca, hafif tertip bir kopmuşum.
En son, telefonda hezeyan geçirmekteyken; "Tamam bebeğim, biz yarın sabah geliyoruz bak; yalnız bir şey rica edeceğim, biz gelene kadar kendine zarar vermemeye gayret et" diyen babamın sesini hatırlıyorum. Yanılmıyorsam, o sırada kombiciyi mi öldürsem, öldürmeyip işkence edip sabaha mı bıraksam, intihar mı etsem; şıklardan D, yani hepsi, tadında böğürüyordum...
Netice?: 16 yıl içinde, 11. eve taşınıyorum...
Reenkarnasyon diye bir şey varsa, bir sonraki hayatımda yunus balığı olmak istediğimi söyler dururum çocukluğumdan beri; bu gibi durumlarda arada bir fikrime düştüğünce, "Olmadı, kaplumbağalık da şık bir durum; iş ki üreme döneminde belediyenin üzerinden vinç minç geçirdiği Caretta Caretta olmayayım" şeklinde düşünüyorum.
Garibin ekmeği umut; "Tebdil-i mekánda ferahlık yokmuş aslıda" şeklinde sözler ihtiva eden pek sevdiğim Sezen eserine rağmen, tebdil-i mekánda ferahlık vardır sözüne inanmaya şiddetle ihtiyaç duyarak; hayırlara vesile olmasını umuyorum.
Televizyon yarışçısı edasıyla, "Merıbaaa, ay ben 013 Ebru; beni seviyosanız dualarınız için zort-vırt-bilmemkaça bi’ dua yollayın" şeklinde; bu seferki nakliyatın uzuuun bir molaya, hatta paydosa vesile olması yolunda hayırlı dualarınızı dileniyorum.
Hey ya Rab; düşün taşın-taşın düşün nereye kadar...
Güvercini öldürmek
İşe gelmiş, hem ofisin hem evin nakliyat meseleleriyle haşır neşir, kendi derdime düşmüş, bu kendiyle meşgûl mü meşgûl geyiği çevirmişim.
Cuma, öğleden sonra sıraları... Bir sefil, bir aşağılık saldırı; "Baskıyı durdurun!" diye haykırdı. Yıllardır psikolojik işkenceye tabi tutulan Hrant Dink’e düzenlenen suikast, suratımızda tokat gibi patladı.
"Tıpkı bir güvercin gibiyim...
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.
İşte size bedel.
Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek?
’Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkum olmuş, hapse girmiş biri var mı?’
Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi.
İşte size bedel... İşte size bedel...
İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar? Bilir misiniz?
Siz hiç mi güvercin izlemezsiniz?"
Agos Gazetesi’nde yayımlanan bu son yazısının mürekkebi daha kurumamıştı; bir güvercin kadar hareketli ve süratli başına ve boynuna dört kurşun sıkıldı.
"Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce."
ADAM GİBİ ADAM
Keşke... Ah keşke...
Onun yerine ne oldu? Dışişleri Bakanlığı, "abartılmayacak hadiselerin" akabinde gelen saldırıyı nefretle kınadı.
Utanç içinde bir önceki yazıyı bilgisayarın çöpüne yollamayı düşündüm önce. Sonra içimdeki kezzap gibi öfkeyle bir şeyler yazmayı denedim. Yazdım. Bozdum. Bir daha yazdım. Bir daha bozdum.
Omuzlar şöyle dursun, süngümüz düşmüş. Zorlamanın faydası yok. Çetin Altan’ın vaktiyle 12 Mayıs darbesi öncesinde, 28 Nisan olayları üzerine köşesinde yer verdiği o tek cümleyi tekrar etmek geliyor içimizden sadece: Bugün canım yazı yazmak istemiyor.
Düşünce özgürlüğü denen şeyi tırpanlamak ve toplumların, cemaatlerinin kardeşliğini savunan herkesi hırpalamak yolunda aydınlara mahkeme üzerine mahkeme açan, adliye kapılarında düzenlenen faşizan linç girişimlerinde başrol oynayan Kemal Kerinçsiz’in dalga geçercesine verdiği beyanatla bağlayalım bari:
"Melun ve menfur bir saldırı, son derece üzüntü verici" demiş muhterem (!): "Ne olursa olsun, uç fikirler olsa bile, kabul edilebilir olmasa dahi, fikirler tamamen o fikir mücadelesi ve hukuk mücadelesi içinde geçmelidir. Çünkü insan hayatı her şeyin ötesindedir. Fikrin konuşulabileceği, ifade özgürlüklerin olabileceği bir ortamda şiddetin barındırılmaması gerekir. İnşallah fikirleri sebebiyle böyle bir olay olmamış olsun."
Tabii... Alacak verecek meselesinden filan katledilmiştir, değil mi...
Ne denir; bu nasıl bir ülkedir? Dink gibi adam gibi adamların iyi niyeti yüzünden katli vaciptir; mezara girer. Böyle yatacak yeri olmayan, pek komikçi, hukuk diyemeyeceğim, guguk kuşları, toplumun suratına baka baka dalgasını geçer.