Paylaş
Adına ne dersek diyelim basiretsiz, aciz, yeteneksiz, ilimden fenden ve dünyadan kopuk, hayalci, sürekli laf üreten, baskıcı bir yönetimle ülkeyi idare etmeye çalışan Osmanlı Hanedanlığı ülkeyi yabancı ülkelerin yönetimi altına sokmuş, imzaladığı anlaşmalarla da esaret boyunduruğunu Türk milletinin boynuna takmıştı.
PAY-İ TAHT DÜŞÜNCE
Cihana hükmeden bir devlet ne acıdır ki yöneticileri eliyle işgal altına düşürülmüştü;
Donanma, ordu, asker bozulmuş,
Bozgun üstüne bozguna uğramış,
Bilim, eğitim, okullaşma ve okuryazarlıkta dibe vurulmuş.
Sanayi ve üretim kavramı gelişmemiş.
Kaybedilen topraklardan bitkin, hasta, yaralı ve sefil bir şekilde ‘Elveda Rumeli’ diyerek anavatana geri dönen milyonlarca ‘Evlad-ı fatihan’ la, göçlerle gelen insanlarla zaten var olan sefalet, hastalık, salgınlar artmış.
Yabancı banka ve bankerlerden aldığı yüksek faizli borç para ve altınları kalkınma ve gelişme yerine saraylar yapmaya harcayınca, hatta iç edince geri ödeyemeyince demiryolları, liman, posta telgraf, gaz, maden kurumları ile tütün, şeker, pamuk başta olmak üzere ülkenin tüm gelirleri borç veren ülkelere, ‘Duyun-u Umumiye’ yönetimine devredilmiş,
Ülkenin başkenti İstanbul, ‘Pay-ı taht’ düşmüş, İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletlerince idare edilir hale gelmiş,
Osmanlının başkentleri Edirne ve Bursa, yurdun dört bir köşesi Yunan, Fransız, İtalyan, İngiliz ve müttefik ülkeler tarafından kirletilmiş,
Meclisi basılmış, milletvekilleri tutuklanıp hapse atılmış, bir kısmı Malta ‘ya sürgüne gönderilmiş,
Dünyaya hükmeden bir hanedanlık; Cezayir’den Mısır ’a, Arabistan’dan Kafkasya’ya, Balkanlardan Rumeli ‘ye tüm topraklarını yitirmiş, gururu kırılmış,
Anadolu da üç beş şehir elinde kalmıştı.
Bu kadar işte!..
YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM
Osmanlı Hanedanı, İstanbul Hükümeti egemenliğini elleriyle teslim ettiği yabancı ülkelerden nasıl kurtarırım gayretinde değil, saltanatı daha ne kadar devam ettirebilirim derdine düşmüş, böylelikle de Türk milleti tarih sahnesinden silinmek tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştı...
*
Sevr Anlaşmasını imzalamış Osmanlı devleti teslim olmuştu ama Türk milletinin esaret kabul etmez ruhu da milli mücadele ateşini yakmaya başlamıştı...
Mustafa Kemal isimli bir subay çıkmış; ümidini yitirmiş, cephelerde evlatlarını, eşlerini, babalarını kaybetmiş acılar içerisinde kıvranan, asırların yükünü sırtlamış yorgun, yoksulluk içerisinde inim inim inleyen, vatan toprakları ellerinden alınarak namusu çiğnenmiş çaresiz milleti ‘ya istiklal, ya ölüm’ hedefine inandırarak dünyada emsali, eşi benzeri görülmeyen, mazlum milletlerin örnek aldığı bir bağımsızlık mücadelesinin ateşini yakmıştı...
MAKÛS TALİHİ DÖNDÜREN ADAM
Mustafa Kemal ve kendisine inanan bir avuç subay ile İstanbul ‘dan gemiyle Karadeniz ‘e çıkması, 19 Mayıs 1919 günü Samsuna ‘a varması, sonrasında Türk ‘ün ateşten gömleği giymesiyle işgalci devletlere karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin ta başında İzmir limanında demirleyen düşman donanmasına karşı söylenen ‘geldikleri gibi giderler’ sözünün gerçekleştiği bir süreci yaşadık tam yüz yıl önce...
*
Samsun, Amasya, Erzurum ve Sivas da istiklal ateşini yakan, sonrasında da meşaleyi Ankara ‘ya taşıyan, şanlı bayrağı nazlı nazlı dalgalandıran destan kahramanlarını anma günleri bugün...
O günden bugüne, artık bu topraklarda saltanat ve bir ailenin hanedanlığı değil, Türk ‘ün ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ düsturu geçerli.
Sonsuza kadar da öyle olacak.
*
Esaret altına düşen bir halkın canı, malı, kanı pahasına kazandığı kurtuluş mücadelesini, Mustafa Kemal Atatürk ‘ü, kurtuluş mücadelesinin isimli isimsiz yiğit kahramanlarını hiç bir gücün unutturamayacağını, yok sayamayacağını, değersizleştiremeyeceğini ve bu şuurda olan halkın iradesinin değişmediğini görmek erişilen en değerli gücümüz, inancımız ve paha biçilemez kazancımız oldu.
KUTSAL MİRAS HEPİMİZİN
Aslına bakılırsa bu kutsal bir miras...
Atalardan, tarihten gelen acıyla, gururla, şerefle yoğrulmuş bu kıymetli mirası değil 100 yıl, aradan binlerce yıl geçse de diğer kahramanlıklarımız gibi, Malazgirt gibi, Niğbolu, Mohaç gibi, Belgrad ‘ın İstanbul ‘un fethi, yüzlerce zafer gibi unutmak mümkün mü? Değil...
Çünkü o ruh hala Türk milletinin yüreğinde, derinliklerinde capcanlı duruyor...
O ruh, bu ruhtur...
*
Her Türk;
Bağımsızlık ve egemenliğimizi bizlere bağışlayan milli mücadelemizin başkomutanı, devletimizin kurucusu, ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘e, onun kahraman arkadaşlarına minnet ve şükran duymalı...
Ruhları şad, devletimiz ebed müddet olsun.
Paylaş