Dr. Gündüz Tezmen

Süt, rahatsızlık yaratıyor

24 Aralık 2002
SAĞLIK köşenizi çok iyi takip ediyorum, ancak benim ve kızımın sorununa rastlayamadım. Benim sorunum, süt içtiğim zaman bağırsaklarımın tamamen durması. Onun için süt içmeyi bıraktım. Şimdi bir iki senedir midemde sürekli gaz var. Bağırsaklarım sürekli ses çıkarıyor. Zaman zaman ishal oluyorum. Doktora çok gittim; tahlil ve kontroller yapıldı ancak bir şey bulunamadı. Danimarka'da sağlık kurumları doğru söyler, ama ben çok olmasa da rahatsızım.

Sizin bana yardımcı olacağınızı umuyorum.

Osman ÖNDER/DANİMARKA

SÜT
içtiğiniz zaman ortaya çıkan şikáyetleriniz, tıp dilinde ‘‘laktoz intoleransı’’ olarak adlandırılır.

Sütün yapısında var olan ‘‘laktoz’’ adlı şeker, insanın sindirim sisteminde bulunan ‘‘laktaz’’ adlı bir enzim tarafından parçalanarak sindirilir.

Bazı kişilerde laktaz enzimi eksikliği görülür. Bu kişiler sütteki laktozu parçalayamadıkları için sindirim güçlükleri yaşarlar. Yazınızın başında kızınızdan da bahsediyorsunuz; ben bu ifadeden, aynı sorunun kızınızda da olduğu sonucunu çıkartıyorum.

Laktaz eksikliği olan kişilerde izlenebilecek iki yol var. Bunlardan biri, o kişilerin sütten ve süt ürünlerinden uzak durmasıdır. Ancak beslenmedeki kalsiyum kaynaklarının başında da süt gelir. Bu nedenle sütten uzak kalacak kişilere, kalsiyum içeren ilaç takviyeleri yapılması gerekir.

İzlenebilecek bir başka yol da eksik olan laktazın dışarıdan eklenmesidir. Çoğu yerde laktaz katkılı sütler satılmaktadır. Bu sütleri içmek denenebilir. Bazı yerlerde de laktaz, ayrıca ilaç şeklinde satılmakta ve piyasadan alınacak normal süt ürünlerine dışarıdan katılması önerilmektedir.

Yapılan tetkiklerde herhangi bir organik sorun bulunmayıp da zaman zaman ishal ve sindirim güçlüğü ile ortaya çıkan bir başka tablo da ‘‘sinirsel bağırsak’’ olarak adlandırılabilen bir tablodur. Bu kişilerde ruhsal etkenlere bağlı olarak bağırsak hareketlerinde düzensizlikler görülebilir.

Size önerim, gastroenteroloji uzmanı bir doktorla, bu bilgilerin ışığı altında tekrar görüşmenizdir. Yapılmış tetkikleri tekrar değerlendirecekler ve sizin sorununuzu aydınlatacaklardır.
Yazının Devamını Oku

Lumbago nedir?

23 Aralık 2002
BEN Hollanda'da yaşıyorum. Benim belimde beş yıldan fazla bel ağrısı var. Doktorum nihayet bugün beş yıldan sonra, lumbago olduğunu söyledi. Lumbago nedir bilmiyorum. Bana yürümemi, yüzmeye gitmemi, fitness yapmamı önerdi. Kısaca benim sizden ricam, lumbago nedir, kesin tedavisi var mı, varsa ne yapmalıyım? Sizin bu konuda tavsiye edeceğiniz doktor varsa lütfen bana iletin. Türkiye'de iyi bir uzmana görünmek istiyorum. Ankara ilinde olursa memnun olurum. Ayrıca bende Behçet ve Hepatit B var. Bu hastalıkların uzmanlarını da bildirirseniz memnun olurum.

Sadi Çoban / HOLLANDA

Lumbago, bel civarındaki kasların kramplaşması sonucunda bel ağrısı ve hareket kısıtlılığı yaratan bir tablodur. Altta yatan temel hastalık farklı olmasına rağmen, sonuçta belde ağrı ve hareket kısıtlılığı yaratan bu tabloya lumbago adı verilmektedir. Lumbagoda bel kaslarını gevşetecek ve kaslarda oluşmuş iltihap benzeri tabloyu giderecek ilaçlar kullanılmasına rağmen, sorundan tümüyle kurtulmak için düzenli eksersizler yaparak bel kaslarını çalıştırmak ve güçlendirmek yararlı olmaktadır.Ancak siz mektubunuzda Behçet hastalığından da bahsediyorsunuz. Bu hastalıkta da omurgayı ilgilendiren sorunlar olabilir. Bu konuda inceleme yapılıp yapılmadığından bahsetmemişsiniz. Türkiye'ye gelmek, Ankara'da tetkik olmak istediğinizden bahsediyorsunuz, geldiğinizde tıp fakültelerinden birinin, öncelikle Behçet hastalığı polikliniğine başvurun. Diğer tetkikler için de sizi onlar yönlendirecektir.
Yazının Devamını Oku

Doğum kontrolünde yeni yöntemler (3)

20 Aralık 2002
İKİ gündür yazılarımda doğum kontrol yöntemlerini tanıtmaya çalışıyorum. Hormon içermeyen ve içeren farklı yöntemlerin neler olduğunu sıraladım. Bu yöntemlerdeki aksamalar genellikle ilacın alınmasının unutulması ile ortaya çıkıyor. Bu sakıncayı ortadan kaldırmayı amaçlayan uzmanlar, cilt altına yerleştirilerek etki eden çubuk şeklindeki implantları geliştirdiler.

Önce, cilt altına 6 çubuk yerleştirilmesi yöntemi uygulandı. Son zamanlarda geliştirilen yöntem, kolun iç kısmına özel bir iğne ile yerleştirilen 4 cm. boyunda ve 2 mm. kalınlığında kibrit çopü büyüklüğünde elastik bir implanttan oluşuyor. Bu araç 3 yıl süreyle her gün az miktarda progesteron salgılayarak yumurtalıklarda yumurta üretilmesini engelliyor ve doğum kontrolü sağlıyor. Gebeliği engellemede bir başka yöndeki etkisi de, rahim ağzını tıkayan mukus adlı tıkacın geçirgenliğini engelleyerek spermlerin rahim içine erişimine engel olmasıdır.

İmplantın etkisi 3 yıl sürüyor. Bu süre içinde, istenildiği zaman çıkartılabiliyor ve 1 hafta kadar sonra da doğurganlık geri dönüyor. Gebelik istenmemekte devam ediyorsa, üç yıl sonra implantın yenilenmesi gerekiyor.

İmplant takılı olduğu sürece, adet kanaması genellikle hiç görülmüyor. Her ay kanama nedeniyle kansızlığın kadınlarda sık görüldüğü dikkate alınınca, bu yöntem tercih ediliyor. Ayrıca kadınlarda adet dönemlerinde rastlanan sıkıntılar da bu yöntemle ortadan kalkmış oluyor.

ERKEKLERE YÖNELİK YÖNTEMLER DE VAR

Erkeklere kadınlık hormonu verilerek sperm üretiminin engellenmesi yöntemi de denenmiş, ancak kullanan erkeklerde ilişkiye girme güçlüğü ortaya çıkınca ilaçlara erkeklik hormonu da eklenerek sorun çözülmüştür.

Erkeklere yönelik bir diğer yöntem de kısırlaştırmadır. Sperm kanallarının kesilmesi, geri dönüşümü olmayan bir yöntemdir.

Kısırlaştırma kadınlara da uygulanabiliyor. Yumurta kanallarının kesilmesi yöntemi, kadınların gebe kalmasını engellemektedir.

Görüldüğü gibi çok değişik yöntemler var. Her birinin tercih edilme yönleri farklı. Hangi yöntemin daha uygun olduğuna konunun uzmanı bir doktorla görüşerek karar vermek gerekiyor.

Aile planlaması, ailelerin ekonomisinde olduğu kadar ülke ekonomisi açısından da önem taşımaktadır. Ülkemizde sadece eğitim çağında olan nüfusun, İsviçre'nin toplam nüfusunun 3 katını bulduğu belirtiliyor. Ülke bu kadar kişiyi besliyor, eğitiyor ve geleceğe hazırlıyor. İşsizlik oranının bu denli yüksek olduğu ülkemizin ekonomik sıkıntılarının altında hızlı nüfus artışı da yatıyor.

Mutlu ve sağlıklı bir gelecek için aile planlaması gerçeğini ihmal etmemek gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Doğum kontrolünde yeni yöntemler (2)

19 Aralık 2002
<B>DOĞUM </B>kontrolü amacıyla kullanılan yöntemlerden bir kısmı, hormon dışı yöntemler olarak tanımlanmaktadır. Geri çekme: İlişki esnasında boşalma anında erkeğin vajen dışına çıkması yöntemidir. Bu yöntemi uygulayanlardan % 6-7 kadarının gebe kaldığı görülmektedir.

Emzirmeye devam: Doğum sonrası, bebeği emzirmeye devam etmek, ádet görmeyi engelleyebilir. Ek gıda vermeden bebeği sık olarak emzirmeye devam edenlerde 6 aya kadar ádetler başlamaz ve korunma devam edebilir. Ancak, çeşitli etkenlere bağlı olarak aksayabilen bir sistemdir ve bazen ilk ádet öncesi gebe kalmayla sonlanabilir.

Erkek prezervatifi: Diğer adı kondom olan bu ürün, sertleşmiş erkek organına takılan elastik kılıflardır. Spermin vajene ulaşmasını engellediği için gebeliğe de engel olur. Ayrıca cinsel yoldan bulaşan hastalıklardan da koruma nedeniyle tercih edilir.

Kadın prezervatifi: Kadınlar için üretilmiş kondomdur. Birleşme öncesi vajina içine yerleştirilir. Bunun da cinsel yolla bulaşan hastalıklardan koruma etkisi bulunmaktadır.

Spermisidler: İlişki öncesi vajinaya konulan fitil, jel ya da köpük şeklindeki kimyasallardır. Her ilişki öncesi yeniden konulmalıdır.

Vajinal bariyerler: İlişki öncesi vajina içine konulan ve spermin yukarılara ulaşmasını önleyen diyafram ve servikal başlık gibi engellerdir. Bu yöntemleri kullananlarda gebelik oranı % 8 civarında bulunmuştur. Genellikle spermisidlerle birlikte kullanılması önerilmektedir.

Rahim içi araçlar: Halk arasında genel olarak spiral diye bilinen cihazlardır. Rahim içine yerleştirildiğinde yabancı cisim etkisi ile gebeliğe engel olmaktadır. Ayrıca hormonlu olanları da kullanılmaktadır.

Hormon dışı yöntemlerde başarısızlık oranları yüksek olabildiği için hormonlar yoluyla korunma sağlayan yöntemler de geliştirilmiştir.

Doğum kontrol hapları: Hem östrojen hem de progesteron hormonunu içeren haplarda korunma yüksek oranda olmaktadır. Düzenli kullanılması gerekir. Yine de % 0.2-0.3 gibi bir oranda gebelik görülebilmektedir.

Vajinal halka: Doğum kontrol hapları gibi her iki hormonu içerenleri bulunabildiği gibi, sadece progesteron içerenleri de bulunmaktadır. Ádetin birinci günü halka vajina içine takılır, 3 hafta sonunda çıkartılır ve ádet görülür, daha sonra yeni bir halka takılarak devam edilir. Haplarda sık rastlanan unutma sonucu yöntemin etkisiz kalması riskini ortadan kaldırmaktadır.

Hormon enjeksiyonu: Progesteron hormonu içeren bir ilacın zerki ile 3 ay koruma sağlayan bir sistemdir. Bu süre içinde ádetler kesilir ve gebeliğe karşı güçlü bir koruma sağlar.

Bu yöntemler dışındaki, cilt altına yerleştirilerek hormon salgılayan implant sistemlerine de yarınki yazımda değineceğim.

Devam edecek
Yazının Devamını Oku

Doğum kontrolünde yeni yöntemler

18 Aralık 2002
<B>ÜLKEMİZDEKİ </B>nüfus artış hızının çok yüksek olması nedeniyle daha çok doğum kontrol yöntemleri gündeme gelmektedir. Oysa kavramın doğrusu <B>Aile Planlaması'</B>dır. Son zamanlarda bu kavram Üreme Sağlığı olarak da adlandırılmaktadır. Adından da anlaşılacağı gibi, ailelerin istediği zaman istediği çocuğa sahip olabilmeleri ve bunu da sağlıklı yöntemlerle gerçekleştirebilmelerini sağlama yöntemleridir. Yani istediği halde çocuğu olmayan ailelere yardımcı olan yöntemlerle, istenmeyen gebelikleri önleyen yöntemler bu kapsamda ele alınmaktadır.

Ben bu yazımda, aile planlamasının vazgeçilmez unsuru olan, istenmeyen gebelikleri önlemeye yönelik sistemleri tanıtmak istiyorum.

Bebek, ailelere mutluluk kaynağı olan bir varlıktır. Ancak bunun olabilmesi için, kadının bedensel ve ruhsal açıdan buna hazır olması, ailenin de hem sosyal hem de ekonomik yönden uygun olması şartları var.

İlk bebek için bu şartlar gerekliyken, birinciyi izleyen gebelikler açısından da aradan uygun bir sürenin geçmesi gerekiyor. Doğum normal yolla da olsa, sezaryenle de yapılmış olsa, sağlık açısından en az üç yıllık bir sürenin geçmesi gerekiyor.

Ülkemizde doğum kontrolü için herhangi bir yöntem uygulamayanların oranı % 36, geleneksel yöntemleri uygulayanların oranı ise % 28 civarında. Bu da kürtaj oranlarının çok yüksek olması sonucunu doğuruyor. Yapılan araştırmalarda kürtaj oranın Hollanda'da 1000 kadın için 5.3 iken, Türkiye'de 150 gibi çok yüksek düzeylerdedir.

Gerek bebeğin ve gerekse annenin sağlığı, ayrıca ailenin mutluluğu açısından etkili doğum kontrol yöntemlerinin uygulanmasına ihtiyaç var.

NE KADAR ETKİNLER

Bilinmesi gereken bir gerçek, hiçbir yöntemin % 100 koruyuculuğunun olmadığıdır. Uygulamadaki deneyimlere göre her yöntemde değişen oranlarda başarısız sonuçlar bulunmaktadır.

Gerek güvenilirlik, gerekse uygulama kolaylığı kadar, kadınların yöntem tercih etmelerinde yan etki azlığı da etkili olmaktadır.

Yapılan bir çalışmada, yöntem seçmede kadınların % 62'si kullanım kolaylığı, % 57'si güvenilirlik, % 43'ü yan etki, % 40'ı ise kolay temin konuları üzerinde durmaktadır.

Yöntemin terk edilmesiyle, istenildiği zaman gebe kalma isteği de kadınlar arasında önemli bir tercih nedeni olarak ortaya çıkmaktadır.

Devam edecek
Yazının Devamını Oku

Fazla oksijen mi çarpıyor?

17 Aralık 2002
BEN kayak yapmayı seviyorum. Fırsat oldukça dağa gidiyorum. Önümüzdeki yılbaşı ve bayram tatillerinde de gitmeyi düşünüyorum.Benim size danışmak istediğim, dağda çabuk yorulmam. Çevremdekiler, oksijen çarptığını söylüyorlar. Oksijen, benim bildiğime göre, insana zindelik vermez mi? Eğer fazla oksijen etkiliyorsa, antioksidan ilaçların yararı olmaz mı? Başkaca alabileceğim önlemler var mı?

A.A./İSTANBUL

BİLDİKLERİNİZ
doğru. Oksijen vücuttaki metabolik faaliyetler için mutlaka gerekli olan bir eleman. Tatil, kayak veya benzeri nedenlerle dağa ya da yüksek irtifalı yerlere çıkanların çoğu sizde de olduğu gibi, bir süre sonra kendilerini yorgun hisseder ve ‘‘fazla oksijen çarptı’’ diye bir yorum getirirler. Bu yorumun nedeni olarak, çevrede sanayi ve yerleşim olmaması yüzünden havanın temizliği ve bol ağaç nedeniyle oksijen üretiminin çokluğu düşünülür. Oysa durum çok farklı. Çevrede hava temiz ve oksijen bol olsa da yüksek irtifalı yerlerde insan bünyesi bundan yararlanamaz. Yükseklere çıktıkça hava basıncı düşer. Böylece oksijenin de basıncı düştüğü için, kana karışma oranı azalır. Tahlil yapılırsa, kandaki oksijen oranının düşük olduğu görülür. İlk günlerdeki halsizliğin ve kolay yorulmanın nedeni budur. Günler geçtikçe vücut buna karşı bazı önlemler alır. Kemik iliğindeki alyuvarları hemen kana verir, böylece daha çok hücre oksijen taşımaya başlar. Solunum derinlikleri artar ve vücuda daha fazla oksijen alınmaya çalışılır. Yüksek irtifalarda uzun süre yaşayanlarda kan hücrelerinin polisitemi denilen şekilde çoğalması bu uyum mekanizmalarıyla ilgilidir.

İlaç kullanarak bu olayı geçiştiremezsiniz. Dağa çıktığınızın ilk günlerinde aşırı yorulmamaya ve en önemlisi sigara içmemeye dikkat etmenizde yarar var.

Antioksidan vitaminler, vücuttaki oksijen metabolizması sonucunda ortaya çıkan ve serbest radikaller adı verilen zararlı ürünleri önlemekte yararlıdırlar. Sağlık açısından yararı olmakla beraber, bu konuda herhangi bir etkisi yoktur.
Yazının Devamını Oku

AIDS, ne kadar sonra belli olur?

16 Aralık 2002
BENİM sorum, AIDS üzerine. 26 yaşında bir bayanım ve şu anda evliyim.Geçmişte bazen korunmadan girdiğim ilişkilerim oldu. Ondan sonra üç sene düzenli olarak HIV testi yaptırdım ve hálá her sene yaptırmaya devam ediyorum. Bu konuda araştırma yapan bir arkadaşım virüsün vücuda girdikten kısa bir süre sonra kan testi yoluyla belirlenebileceğini bana söylemişti. Su ana kadar yaptırdığım testlerin hepsi de negatif çıktı. Artık bundan sonra test yaptırmamaya karar vermiştim, ama yazınızı okuduktan sonra gerçekten de çok endişelendim. Test yapılsa da virüsün bulunmama ihtimali ne kadar? Testlerin negatif çıkması benim bu hastalığa hiçbir şekilde yakalanmamış olduğumu mu gösterir? Ya da ben eğer bu virüsü bir şekilde aldıysam yaptırdığım testlerle bunu öğrenmem ne kadar sürer?

Size sormak istediğim ikinci bir soru daha var. Evimizde bir Ankara kedisi var. Belki biliyorsunuzdur bu kediler uzun tüylü ve beyazdırlar ve genelde diğer türlere oranla daha fazla tüy bırakırlar. Şimdi küçük bir eve taşındık; kedi ara sıra komşuların bahçesine gitse de genelde evde kalıyor. Ne kadar onun tüylerinden korunmaya çalışsak da, onun tüylerini bir şekilde evin her yerinde görüyorum. Bazı arkadaşlarım bu tüylerin aslında son derece tehlikeli olduğunu, eğer bir şekile vücuda girerse kist ameliyatı olmak zorunda olacağımı ve kör olma ihtimalinin de ortaya çıkacağını söylüyorlar. Kedimizi çok seviyorum. Onu hiçbir yere bırakamam. Bu tüylerin gerçekte ne kadar zararlı olup olmadığı konusunda beni aydınlatabilir misiniz. Ben de ona göre tedbirimi almak istiyorum.

Rumuz: AIDS ve KEDİ

AIDS hastalığı ve bu hastalığın virüsü olan HIV'in tespitinde yapılan test, virüse karşı vücutta oluşturulan antikorları belirlemektedir. Virüs alındıktan sonra, antikor oluşturuluncaya kadar bir süre geçmesi gerekiyor. HIV için bu süre genellikle 3 ay kadar olabilmektedir. Benim yazımda bahsettiğim süre budur. Bu süre içinde tahlil yapılsa bile, kanda virüs bulunmasına rağmen olmadığı gibi bir sonuç çıkar. Bu süre içinde de virüsü bulaştırma ihtimali mevcuttur.

Sizin şüpheli ilişkilerinizin üzerinden yıllar geçtiğine ve bu süre içinde tahlilleriniz negatif sonuç verdiğine göre kaygılanmanıza gerek yok.

Diğer sorunuza gelince, evde kedi, köpek gibi evcil hayvan besleyenlere, sıklıkla tüylerinden kist bulaşacağı uyarısı yapılır. Burada, bulaşma şekli yanlış bilinen bir gerçek var. Kedi ve köpeklerin tüyü, bizlerin saçından, kazak yapıp giydiğimiz koyunların yününden farklı değil. Herhangi bir hastalık oluşması söz konusu değil. Ancak, özellikle çiğ et yiyen ya da sokaktan beslenen köpeklerin bağırsağında yaşayabilen bir parazit var. Bu parazitin bulaşması halinde insanda, ekinokok kistleri oluşabilir. Benzer şekilde de kedilerden toksoplazma hastalığı bulaşabilmektedir. Düzenli olarak veteriner kontrolü yapılan, aşıları ihmal edilmeyen bu hayvanların tüylerinde hiçbir tehlike yoktur.
Yazının Devamını Oku

Ev tozu alerjisi nasıl oluşur?

13 Aralık 2002
BENİM kızımda ev tozu alerjisi olduğu söylendi. Ben çok titiz bir kadınım, evimde toz barınmaz, bu nasıl oluyor? Ayşe YILMAZ/İSTANBUL

ALERJİYE
yol açan ev tozunun kendisi değil, ev tozunda yaşayan mikroskopik böceklerdir. ‘‘Mite’’ diye yazılan ve ‘‘mayt’’ olarak okunan bu yaratıklar insan deri döküntüleriyle besleniyorlar. Bu böceklerin çıkartıları da insanlarda alerji nedeni olabiliyor. Mite'lar özellikle insanların soyunup giyindiği ortamlarda ve yataklarda çok daha yoğun bulunabiliyorlar. Bunlardan korunmak için alabileceğiniz önlemler ana hatlarıyla şöyle:

Mite da denilen akarlar daha çok yataklarda barınır. Yatağınızı plastik bir örtüyle kaplayın.

Çarşafları ve battaniyeleri her hafta sıcak su ile yıkayın.

Yastıklarınızı sıcak su ile yıkanabilir elyaftan seçin, onları da her hafta yıkayın. Yastıklarınız yıkanabilecek türden değilse, yastığınızı plastik bir örtü ile kaplayın, yastık kılıfını bunun üzerine geçirin.

Yatak odanızın zemini parke, marley, mermer, seramik gibi kolay temizlenebilir sert malzemeden yapılmış olsun.

Halı kullanmak yerine, sıcak suyla yıkanabilir kilim benzeri şeyleri tercih edin. Bunları da her hafta yıkayın.

Zemini tümüyle halı kaplamanız gerekiyorsa, doğrudan beton üzerine kaplamayın. Arada kalan pürüzlü zemin mite üremesi için çok uygundur.

Halı kullanmak zorundaysanız, halılarınıza 15 günde bir, yüzde 3 oranında tannik asit içeren eriyikler püskürtün ve elektrikli süpürgeyle iyice temizleyin.

Perdelerin kadife gibi toz tutabilen kumaşlar yerine, sıcak suyla yıkanabilir kumaştan olmasını tercih edin.

Koltuk ve kanepelerinizin üzerine, yıkanabilir kumaştan örtüler serin.

Halı ve tüm eşyanızı her hafta elektrikli süpürgeyle iyice temizleyin. Mite mücadelesi için özel olarak yapılmış yüksek filtre yetenekli süpürgeler tercih edilebilirse de normal elektrikli süpürgeler de oldukça yararlı sonuçlar vermektedir.

Eğer bulabiliyorsanız, mite mücadelesi için özel olarak yapılmış sprey ya da köpük türü ürünleri belirli aralıklarla kullanın.

Nemli ve sıcak ortamlar, mite üremesi için uygundur. Eviniz rutubetli ise sık sık havalandırın.
Yazının Devamını Oku