Röportaj türünün ustalarını sıraladığınızda başköşelerden birine Emin Çölaşan’ı oturtmanız şarttır.
Onun Unutulmayan Söyleşiler-Tarihe Düşülen Notlar’ını okurken, daha önce bildiğim röportajları yeniden tat alarak okudum.
Çölaşan, bir arkeolog gibi, karşısındakinin kişisel derinliklerine iner, keşfeder, onu bütün özellikleriyle tanıtır. Bazen soru cevap paslaşması içinde bir tenis maçı seyrediyormuşum gibi gelir. Yumuşak bir ortamdır.
Kimi zaman ise, sorular bombardımanı altında; sorulan, kendini ya bir sorgu yargıcının karşısında hisseder, hatta zaman zaman bir itirafçı ruh haline bile düşebilir.
Röportaj listesine baktığınızda, mutlaka okuma isteği duyarsınız. Çünkü, birçoğu efsane addır, kimi gazete patronluğuyla, kimi aşklarıyla, kimi müziğiyle, kimi sanatıyla.
İçindekiler’i okuduğunuzda, okumak için bir öncelik listesi yapabilirsiniz.
Erol Simavi ’den, Leman Karaosmanoğlu’na, İhsan Sabri Çağlayangil’den Musa Öğün’e, Aziz Nesin’den Zeki Müren’e kadar toplumun tanıdığı adlarla yapılan röportajlar, bugün de tazeliğini koruyor. Özellikle genç kuşağın bu röportajları okumasını isterim, çünkü gazetecilikten siyasete, müzik dünyasından bilim dünyasına kadar, yakın tarihimizi yönlendiren adları tanımalısınız ki, bugüne dair vereceğiniz yargılar doğru olsun.
Buradaki adların kimisini ilk anda tanımazsınız, onları belki de ilk kez burada okuyorsunuz ama okuduktan sonra, neden bu insanları tanımadım diye hayıflanacaksınız. İşte röportajların size sunacağı zengin kişilikler dünyası bu.
*
Yassıada komutanı albay Tarık Güryay’la konuşmayı okuduğunuzda, askeri darbenin kişileri maddi ve manevi biçimde incitici yanlarını okursunuz.
Vesamet Kutlu ile röportaj, çok önemli özellikler içeriyor. Vesamet Kutlu-Fatin Rüştü aşkı, beni her zaman etkilemiştir. İkisinin de çevrelerinin zarafeti, insanların aşka saygısı okunmalı. Kürşat Başar, bu aşkın romanını Başucumda Müzik adıyla yazdı, şimdi de roman filme alınıyor. Romanı yazarken Kürşat Başar, Emin Çölaşan’ın röportajından yararlandığını belirtmişti.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eşi Leman Karaosmanoğlu ile yapılmış röportajı da mutlaka okuyun, cumhuriyetin aydın bir kadınının, Atatürk, Látife Hanım üzerine söylediklerinin önemini fark edin.
Aziz Nesin’le konuşmasında, mizahın büyük ustasının, askerlikteki yaşamından kurduğu vakfa kadar çeşitli aşamalarını da öğreniyorsunuz. Dine olan bakışını ve fikri gelişimini okuyorsunuz.
Zeki Müren’in söylediklerini bugün birçok sanatçı için geçerli görüyorum. Birden değer olanları düşündükçe...
*
Bazı kitaplar var ki, üzerine yazdığınız onu bütünüyle anlatmıyor. Ancak ondan örnekleri okuduğunuzda o zaman yargılarımın, tanımlamalarımın isabetli olduğuna karar vereceksiniz.
Yakın tarihin büyük adlarını tanımak için bile bunlar okunmalı.
Unutulmayan Söyleşiler-Tarihe Düşülen Notlar
Emin Çölaşan
Doğan Kitap
KİTAPTAN
Bayar ilmin cahili, politikanın alimiydi
(Tarık Güryay)
Yassıada komutanı olarak orada Bayar’ı nasıl değerlendiriyordunuz?
- Bir kere şunu söyleyeyim, Bayar’a orada her zaman büyük ihtimam gösterilmiştir. Her zaman sorardım, "Canın ne istiyor, çorbalardan ne istersin?" diye... Ne isterse yaptırırdım. Mesela balık ister yaptırırdım. Ama Menderes’e de sorardık, "Sen ne istiyorsun?" diye. O hiçbir şey istemez. "Ben yiyorum, ben şey ediyorum" der... Ama Bayar isterdi.
Çok mu metin bir insandı Bayar?
- Evet öyleydi. Çok mert ve komitacı... Belki ilmin cahili, ama politikanın álimiydi... Size bir anımı anlatayım da çevresinin onu ne kadar sevdiğini görün. Yüksek Adalet Divanı 15 kişiye ölüm cezası verdi ve Milli Birlik Komitesi bunlardan sadece üçünü onayladı. İdamlıklar İmralı Adası’na götürülmüştü. Ben oraya gidip hayatı bağışlananlara müjdeyi verdim. İdamlıklardan Osman Kavrakoğlu, "Kumandanım, Bayar kurtuldu mu?" diye sordu. Kurtulduğunu söyleyince de, "Bu iyi havadis" dedi. İdamlık adam orada Bayar’ın kurtulduğuna seviniyor. Onu çok severlerdi. (...)
Fatin’e ben çanak tutmuş oldum
(Vesamet Kutlu)
Bu sırada sizin Türk olduğunuzu biliyor mu Fatin Bey?
- Hayır bilmiyor... Hiçbir şey bilmiyor ve beni yabancı zannediyor. Dans ederken birbirimizle Fransızca konuşuyoruz... Fakat biz Fatin’le herhalde biraz fazla uzun dans etmiş olacağız ki, ağabeyim gelip benim omzuma vurdu ve "Hanımefendi emir buyurdular, seninle vals yapacağım" dedi... Ağabeyimin, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün yaveri olduğunu daha önceden söylemiştim... Mevhibe Hanım da balodaydı... Demek ki ağabeyime, "Git kardeşinle dans et" demiş... Ağabeyim omzuma vurup da beni alınca, Fatin fena halde bozuldu... Biraz sonra Fatin büyük bir hışımla yine yanıma geldi ve beni tekrar dansa kaldırdı... Dedi ki: "Ben Cahit’i çok iyi tanırım. Siz kimsiniz?.." Bu sefer artık Türkçe söylüyor... Bana uzun uzun sorular sordu... Sonunda ben de, "Eee Cahit benim tesadüfen ağabeyim olur" deyince Fatin beni dansın ortasında kucakladı ve havaya kaldırdı... "Vaaay o küçük kız demek ki bu hale gelmiş haaa?" diye bağırdı. Herkesin önünde Fatin’in beni havaya kaldırmasıyla birlikte, dedikodular da başladı zaten... Sonra Fatin’le sık sık görüşmeye başladık. Hemen her gece, bizim kaldığımız Ankara Palas’a gelirdi. Otururduk, sohbet ederdik. Bana karşı tamamen bir kardeş gibi, bir dost gibi hareket ediyordu.
(...)
Peki sizin kendisine karşı hiçbir duygusal yakınlığınız yok muydu?
- Beni çok iyi anlamıştı ve ahbaplığımızı hiçbir zaman bozmamıştı. Onun arkadaşlığından ben de çok hoşlanıyordum, ama hepsi o kadar... Hepsi ondan ibaretti ve biz çok acele olarak Hindistan’a gittik... Hindistan’a gitme diye çok ısrar etti... Zaten karısıyla geçinemediklerini hep söylerdi... Ve "Söz ver, bana oradan mektup yazacaksın" dedi. Ben de söz verdim. Hindistan o kadar sıcaktı ki, bir gün ona yazdığım bir mektupta, "Sana bu satırları Ádem pijamasıyla yazıyorum" dedim... Yani çırılçıplak yazıyorum... O da bana cevap yazıyor ve diyor ki, "Keşke o mektubu bana ádem pijamasıyla kendin verebilseydin..." Çok masum bir şey yani... Ve Emin bey, bu mektup kocamın eline geçti orada. Tamamen bir şanssızlık. Aslında Fatin’in hiçbir hatası yok. Ben ona öyle bir mektup yazarak bir erkeğe çanak tutmuş oldum...
Evet dört dörtlüğüm
(Zeki Müren)
Zeki Bey siz en üst düzey bir sanatçı olarak kaldınız 35 yıl süreyle. Bütün başarılarınız biliniyor. Acaba hiç başarısızlığınız oldu mu? Hatanız eksikliğiniz olmadı mı?
- Hiç olmadı efendim. Elhamdülillah olmadı. Son yıllar çalışmadığım için vergi rekortmenliğini kaybettim efendim. Bu benim için bir eksiklik ama ne yapayım?
Yani dört dörtlük bir sanatçı mıydınız?
- Dört dörtlük olmasam 35 yıl ayakta kalabilir miydim Emin Bey? Halkın öyle bir şamarı vardır ki... Onun sesi yoktur. O alkışlayan eller insanı çıktığı yerden öyle bir indirirler ki... Beni hálá ayakta tutuyorlarsa... Çok pardon, siz sorduğunuz için söylüyorum, demek ki henüz dört dörtlüğüm.
Sizce işin kalitesi çok düştü mü?
- Efendim, ben sık gidemediğim için bilmiyorum, ama kadın müşteri azalmış diyorlar. Benim alıştığım müşteri daima aileler ve saygılı masalardı. Şimdi ise 50 kişilik masa ve hepsi erkek. Tabii bu durumda solistlerin de durumu değişti. İsim vermeyeceğim, mesela benim zamanımda saat sekizde ilk çıkan sıra kızı bugün assolist. Onu suçlamıyorum, ama demek ki devir bunu gerektirdi. Yani zamanında ayrıldığım için çok mutluyum efendim. Bugün yeniden sahneye çıkayım diye bir hevesim yok.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Gustave FlaubertMadame Bowaryİletişim
Server Tanilliİnsanlığı Nasıl Bir Gelecek BekliyorAlkım
Anne Rivers SiddonsGüneşin Altın ElmalarıDefne
Erhan BenerMarcellos Da Vinci’nin Asya SeferiDünya