GALE-RİST’in İstanbul Hasköy’deki yeni mekânında, 2000’den beri ortak yapıtlar çıkaran Yasemin Baydar ve Birol Demir’in çalışmalarını gördüm.
mentalKLİNİK sanatçı ikilisinin sergisinin adı “That’s Fucking Awesome” (Korkunç Güzel olarak çevirebiliriz). Mekânına girdiğimde dev ekranda izlenen bir sualtı görüntüsü ve suyun içinde önce yukarı doğru fırlayan, sonra yavaş yavaş aşağı düşen renkli jelatinlerin olduğu videonun, üstünde küçük patlama sesleri; sergiyi birlikte gezdiğim arkadaşımla yeni bir ürün uydurmamızı sağladı: “Âb-ı fişek”. Suyun içinde önce yukarı fırlayıp, sonra aşağı inen renkli jelatinler, aslında havai fişeklerin sudaki hali gibiydi. Tam da serginin ruhuna uygun olarak. Zira zıtlar bir araya geldiği zaman, sıra dışı bir durum yaratabiliyor. Hareketlilik, renkli parçacıkların ritmi, gelir gelmez, ziyaretçiyi serginin içine çekiyor ve sonra göreceği bütün eserler üzerinde düşünmeye çağırıyor. Bir bütün gibi görünen, ancak simetrik veya asimetrik kesintilerden oluşan ve çoğunlukla ardını göremediğimiz pencereler bizi karanlık bir derinliğin içine çekiyor adeta. Bu etkileyici serginin küratörlüğünü Jerome Sans üstlenmiş. Sergi alanının en geniş ve belki de tam ortasında, birbirine yapışık tek saplı iki vişnenin zengin çağrışımları, bana serginin önemli işlerinden başta geleninin o olduğunu düşündürdü. Erkek ve kadına ve ikisinin cinselliğine ayrı ayrı ve aynı zamanda eşit göndermeler yapan erotik, bir o kadar da gayet masum bir heykel! Bir taraftan baktığınızda, tamamen erkekliğe dair dediğiniz eser, yanına yaklaştıkça bütün erilliğini yitirip, son derece dişi bir hal alıyor! Belki de hermafrodit bir obje! Duvarlarda çivilerle kadına ve erkeğe küfredercesine coşkuyla yapılan övgüler ise, hem son zamanlardaki beğeni anlayışımızı, övgü şeklimizi irdeliyor hem de güzelliğin göreceliğini anlatıyor bizlere. Serginin son koridorunda karşılaştığımız, halı üzerine çakılı sivri çiviler “korkunç güzel” sözünü bir kere daha hatırlatıyor bizlere. Halının alıştığımız, yumuşak ve kimilerine huzur veren dokusu, sivri cisimlerle büyük bir huzursuzluğu doğuruyor. Dahası alışılmışın tersine, simetrik olmayan desenlere sahip halılar, görsel algımızı da rahatsız ediyor. Geleneksel desenlerimizdeki oturmuşluğu da, yeni uygulanan motifleri de bir çırpıda unutmamıza sebep oluyor.
ARTUNLIMITED dergisinde, Evrim Altuğ’un sorularını yanıtlayan mentalKLİNİK, yaptıklarının ardındaki düşünürlerden esintileri de açıklıyorlar. Ama belli bir kişinin, belli bir kaynağın onlar için yeterli olmadığı gerçeğine katılıyorum: “E.A.: Tıpkı belli felsefecilerden etkilenen mimarlar olduğu gibi, siz de belli mimarlar ve belli felsefecilerden ilham almış olabilirsiniz. Nietzsche, Baudrillard, Wittgenstein, Derrida... mentalKLİNİK: ve Lacan, Bruno Latour, Paul Virilio... Bunların birçoğunu TagCloud sergisinde isimleriyle anmıştık. Bu listede modacılar da, tasarımcılar da yer alıyor. Tüm disiplinlerin iç içe geçtiği bir disiplin cevap veremiyor. Biz de tam da böyle bir ilişkiler ağı içinde üretimler yapıyoruz.” Sanatçı adı vermemelerini çok doğru buluyorum. Çünkü tamamlanmış bir sürecin, kesin bir seçimin durağanlığından uzak durmak istiyorlar. Aşağıdaki cümle, onların değişken saptamasını yansıtıyor: “Türkiye ve modernizm her zaman sorunlu, tanımlanamamış bir süreç, bu konuda bize Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ romanı ışık tutuyor.” Tanpınar’ı seçmeleri, kültürün bölünmüşlüğü, burası ve başka yer arasındaki gelgitlerden uzak durmama açısından doğru bir seçim. Gene bir soruya verdikleri yanıt, onları birçok çağdaş edebiyatçıya özellikle de bir isme yaklaştırıyor, bir ad vermek gerekirse, Henry Miller’a. Serginin sürprizi ise, mekânın fabrika bölümüne yerleştirilmiş Sarkis’in altın iskelesi. Sarkis’in bu çalışması Üsküdar’daki Atik Valide Külliyesi’nde bulunuyordu. Sarkis’in Mimar Sinan’a olan hayranlığının, ona duyduğu saygının bir yansıması ve onun ölümsüz ve asla değerini yitirmeyecek eserlerinin unutulmaması için yerinde bir hatırlatma çabası...
PAZAR akşamına kadar gezebileceğiniz bu sergiyi kaçırmamalısınız...