SEVGİLİ ve zeki bir dostum, benim her Avrupa dönüşümde, oraları övmeye başlayınca, "Siz Orta Avrupa’da yaşamalısınız" der. Yarı iltifat içeren, yarı ironik bir değerlendirme.
Övgü yanı, beni Avrupa uygarlığına yakıştırması, ironik yanı hareketsiz, yaşlı nüfus oranı yüksek bir ülkede ruhen daha rahat edeceğim eleştirisi. Biz onunla Shakespeare’in Fırtına’sındaki Prospero ile Caliban gibiyiz. Karagöz ile Hacivat değil.
Zürih’ten Luzern’e geldiğimde, göl kenarında, bütün tedirginliklerden azade olduğumu itiraf etmeliyim. Denizin hırçınlığına karşılık, gölün durgunluğu hem su sevgimi tatmin ediyor, hem de yumuşak mizacımı.
Gene de benim gibi bir İstanbullunun diline Yahya Kemal Beyatlı’nın şu dizeleri dolanıyor, İstanbul’u unutturmuyor:
"Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri;
Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri."
Avrupa’dan hep övgüyle dönmek acaba bir, Tanzimat’ın Çocukluk Hastalığı mıdır, Ziya Paşa gibi, Avrupa’da káşaneler görüp, şarkta da viraneler mi görüyoruz/görüyorum.
CD’leri aldığınız müzik mağazasının kuruluş tarihi 1801 ise, oradaki CD’leri değerlendirebilmek için bir hafta bile azsa, nasıl hayranlık duymazsınız. Altmış bin kişilik bir kentte, iki akşam üst üste Fazıl Say’ı dinleyenlerin sayısı beş bini bulursa nasıl imrenmezsiniz.
* * *
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU,Zoraki Diplomat’ta, diplomatların, diplomatlığın ince eleştirisini yapar.
Ben bir kez daha Bern, İsviçre (1942-1949) bölümünü okudum. İsviçrelinin alçakgönüllü, şatafattan uzak yaşamını, usta bir romancıya özgü lezzetle anlatıyor. Ben yıllar sonra bu özellikleri orada buldum.
Beni etkileyen kitaptan bir alıntıyı nakledeceğim.
Romancının konuk olduğu devlet reisinin kapısı çalınır, gelen postacıdır. Devlet başkanı kapıyı açar, zarfı alır, "Bizimle beraber bir likör içmez misiniz" der, postacı teşekkür eder ve gider.
Size yabancı gelmiştir bu anı.
Ünlü Fransız edebiyatçısı Andre Gide (1869-1951) İsviçre’yi bakın nasıl anlatır?
Gide, İsviçre’ye gelir, faytondan indiğinde, arabacı, "Burada cinayet ve hırsızlık yoktur" deyince, Gide şöyle yanıtlar: "Biliyorum... Onun için buranın edebiyatı da yoktur."
Çok keskin bir eleştiri.
Friedrich Dürrenmatt (1902-1990) gibi bir yazarın ülkesi, edebiyattan uzak olur mu?
Yaşlı Kadının Ziyareti’ni okuyanlar, seyredenler anımsayacaklardır. Fahişe diye o şehirden kovulur, zengin bir kadın olarak dönünce iltifatlara boğulur. Paranın bütün ahlak değerlerinin üstüne çıkışının dramatik öyküsü.
Jacob Burckhardt’ın (1818-1897), İtalya’da Rönesans Uygarlığı kitabını okuyan, bu büyük İsviçreli tarihçiyi mutlaka saygıyla anacaktır.
* * *
İÇİNE kapalı kentlerin gizi beni her zaman büyülemiştir.