İki yeni yayınevinin öyküsü

İki yeni yayınevi Türk okurlarına ilgi çekici kitaplar sunarak yayına başladılar. Yazımın içinde kuruluş serüvenlerini, adlarını nereden aldıklarını öğreneceksiniz. Tanıtacağım ilk yayınevi Aşina Kitaplar adını taşıyor. Kitapları sıralayınca bildiğiniz adların yeni kitaplarını kütüphanenize katacağınızdan kuşkum yok.

Nihal Kemaloğlu ve Esin Başer’in öncülüğünde başlayan ve Aralık 2003’te Ankara’da kurulan Arjantin Felsefe Grubu, iki yılı aşkın süredir çalışmalarına devam ediyor. Felsefe, tarih, edebiyat, siyaset bilim, toplum bilim, insan bilim disiplinlerinden kaynaklanan entelektüel ve akademik seminer programları her hafta düzenli olarak devam eden grubun, Prof. Dr. Ahmet İnam, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Hilmi Yavuz, Doç. Dr. Erol Göka, Prof. Dr. Cengiz Güleç’ten oluşan bir akademik kadrosu bulunuyor. Arjantin Felsefe grubu Aşina Kitaplar adıyla yayın hayatına da girme kararı aldıktan sonra ilk olarak yine kadrosundaki isimlerin eserlerini kitaplaştırdı.

İnsan, toplum, kültüre ilişkin kavramlara felsefi, tarihi, toplum bilimsel, psikolojik bağlamlarda yeniden ve entelektüel bir bakışı amaçlayan seminer programları akademik bir söylem ve formatta olan grubun yayınları da bunun bir devamı niteliğinde.

 YAVUZ’UN PORTRELERİ: Hilmi Yavuz, Yüzler ve İzler’de tanıdıklarının portresini kelimelerle çiziyor. Kitabın ayrıntısına, Hilmi Yavuz’un toplu kitaplarında değineceğim için bu cümleyle bırakıyorum.

 İLBER ORTAYLI TARİHİ SEVDİRİR: İlber Ortaylı’nın tarihi bilgiyi, tatlı bir üslupla okura aktardığını, onun tiryakileri bilir. Ortaylı’nın konuları tarihe ve hayata dairdir. Geçmişten bugüne çektiği tarih çizgisinde, Osmanlı kültüründen cumhuriyet devrimlerine, değişimlere kadar, birçok mesele yeniden, taze bir bakış açısıyla ele alınıyor. Belirtildiği gibi, 1914’ten 1980’e, Sarıkamış’tan Vatikan’a yapılan bir yolculuk. Ortaylı’nın rehberliğinde bir tarih gezisi...

 ŞEN PROFESÖRLER’İN KİTAPLARI: Yeni Harman’da yazan Şen Profesörler Ahmet İnam ve Cengiz Güleç’i mutlaka okurum. Bilimi, ondan doğan günlük yaşamı, yaşama sevincini, zevkini bazen alabildiğine eleştirerek, bazen alabildiğine yücelterek, ama hepsini de yaşamın yalınlığı içine yedirerek anlatışları benim çok hoşuma gider. Bilginin ciddiyet formatı içinde verilmeyişinin güzel örnekleridir. Ahmet İnam’ın Yaşam Bizi Çağırırken’in Sunu’sunda yaşam üzerine söylediklerine, biraz kitap okumuş, derinine olmasa da yaşam üzerine düşünmüş -yaşam düşünmeye zorlar çoğu zaman- herkes bu yazılardan kendine bir pay çıkarır. Özetle İnam, yaşamın çağrısına aldırışsız davranmamızı salık veriyor: "Yaşam çağırır. Yazarsınız. Bu kitap böyle oldu. Korktum. Tosladım. Koştum. Düşündüm. Belki, içlerindeki yaşamın çağrısını duyan, düşünen insanlara benim kırık dökük birkaç gözlemimin söyleyecekleri olabilir."

Cengiz Güleç,
sonuçlanmayacak ama ara vermeyeceğimiz bir kavram üzerinde düşündürüyor bizi: Kimlik. Ateşle Yaşamak-Çokkültürlü Türkiye. Nasıl başaracağız: Bilinç ve tolerans sorununu hallettiğimizde. Kimlik üzerine bir anısını iletiyor bize. Baba yadigárı fanuslu saati bir Ermeni ustaya götürüyor. Saatin her şeyi tamam ama, kıl kadar ince teli eğrilmiş, o yüzden çalışmıyor. Önsöz’den bir bölüm, kitabın niteliğini doğrudan anlatacak: "Günümüzde ihtiyaçlarının çok üzerinde bir arsızlıkla ’tüketen’ insan, belki de ruhsal boşlukları ’pazar ve mal’ ile doldurduğunu sanıyor, ama ne yazık ki veya şükürler olsun ki piyasadan satın alamayacağı bir o kaldı: kimliğimiz. Bu ateşten gömleği her insan giyecektir."

 TÜRK KİMDİR: Erol Göka’
nın kitabı Türk Grup Davranışı, Türk kimliğini, "Tarihsel Psikoloji" açısından değerlendiriyor. Kendimizi, tarih boyunca geçirdiğimiz değişiklikler, kavramlar karşısındaki durumumuz bağlamında bu kitapta görebiliyoruz.

ÜÇ KARDEŞ KURDU

Üç kardeşin kurduğu bir yayınevi 3F. İsmi ise kardeşlerinin isminin baş harfinden geliyor. Zira üçünün de ilk ismi Fatih. İkinci isimleri başka da olsa yayınevinin adının, ilk isimlerinden yola çıkarak 3F olmasına karar vermişler. Edebiyat alanında akademik yayınları yayın programının başına alan yayınevinden, MEB 100 Temel Eser içindeki eserler de yayınlanacak. 

DİL DOKTORUNA İHTİYAÇ BÜYÜK: Hayati Develi’nin Dil Doktoru, Türk dilinin özellikle bugünkü durumu üzerine değişik yazıların yer aldığı bir kitap. Türkçe kullanmaktan, yabancı adların çoğalması karşısında ne yapacağımızdan ya da ne yapamayacağımızdan, gazetelerdeki dil yanlışlarından, en çok yapılan hatalar kadar dil üzerine geniş bir alanı ele alan yazılardan oluşan bir toplam. Sunuş’ta, kitabın özelliği anlatılıyor, böylece kitabın uzmanlar dışında, herkes için bir bilgilendirme kitabı olduğu anlaşılıyor: "Buradaki yazıların hiçbiri, bilimsel amaçla, ortaya bir tez koymak, bir teoriyi ispat etmek için yazılmış değildir. Bu yazılarda, Türkçe ile bilim konusu olarak meşgul olan bir akademisyenin, genelde dil ve özelde kendi ana dili hakkındaki düşünceleri, kaygıları, umutları, eleştirileri dile getirilmiştir."

 BEHÇET NECATİGİL ÜZERİNE: Yılmaz Taşçıoğlu’
nun Dar Vakitlerde Geniş Zamanlar-Behçet Necatigil’in Şiiri kitabında bazı bölüm başlıkları altındaki incelemeler, şairin şiirini algılama yönünde yardımcı olacak bilgileri içeriyor. Behçet Necatigil Şiirinin Gelişme Çizgisi’nin içinde, şairin çeşitli dönemlerdeki şiir çizelgesini bulabilirsiniz. Kitabın Üçüncü Bölüm’ü Necatigil’in Şiirlerindeki İçerik, şairin konulara, temalara yaklaşımını, şiirinin ardındaki dünyayı yansıtıyor. Behçet Necatigil’i sevenler okuyacaktır. Onun şiirine yeni başlayanlar için de iyi bir kaynak kitap niteliğinde.

 100 TEMEL ESER’DEN İKİ KİTAP: Ahmet Haşim-Bize Göre ve Tevfik Fikret-Şermin 100 Temel Eser listesinde yer alan, önemli Türk edebiyatı örneklerindendir. Haşim ve Fikret üzerine artık ne diyebiliriz ki? Sadeleştirilerek 3F Yayınevi tarafından yeniden yayınlandılar.

KİTAPTAN

Özetle avantacıyız!

(CENGİZ GÜLEÇ ATEŞLE YAŞAMAK)

Şaşırtıcı olan, elli yılı aşan bu liberal sistem içinde nasıl olup da batmadığımızdır. Gerçi topyekûn batmasak da krizlerden azade olmayı başaramayışımız da bundandır. Espri bir yana gayet tabii bir toplum toptan şizofren olamaz. Ne kadar tutarsızlık ve çelişki olsa da, toplumsal yaşamın doğru anlaşılması için başka bir paradigmaya ihtiyacımız var. Kitle psikolojisi, siyaset sosyolojisi, siyasi tarih ve sosyopsikanaliz bize ihtiyacımız olan bu paradigmanın ipuçlarını vermektedir.

Kırk yıl önce "Çoban Sülü" olarak tepeden siyasete giren Demirel ile hitap ettiği ve sürüklediği kitleler arasında zihniyet dünyaları ve değerler arasında ciddi bir fark var mıdır? ’İş bitirici’, ’çağ atlattırıcı’ Özal’ın liberal muhafazakarlığı ile fırsatçılığı ve köşe dönmeyi büyük bir iştahla arzulayan, servete, tüketime susamış halk kitlelerinin arasında nasıl bir uyumsuzluk olabilir? Kısa süren ve başarısız iktidar dönemlerinden önceki Karaoğlan efsanesindeki Ecevit’in ’modern Robin Hood’ olarak algılanması, zenginden alıp hak edip etmediğine bakılmadan servetin halka dağıtılacağı söyleminin halkta büyük coşku yaratmasına, bakarsak sözünü ettiğimiz kitle psikolojisini görebiliriz. Bu kolektif psikolojinin en karakteristik özelliği de ’avantacılık’tır.

Seni gidi Karagöz, nihayet buldun Hacivat’ını

(AHMET İNAM / YAŞAM BİZİ ÇAĞIRIRKEN)

Aslında aynı yaştayız. Ama kimi insanlar analarından "ağabey" doğarlar. Yaşları ne olursa olsun, böylelerini tanır ve onlara "ağabey" derim. Tıpkı oğluma "Çağdaş Ağabey" dediğim gibi.

Cengiz Ağabey, uzun boyu, ak saçları, bilge sakalı ve şık gözlüğüyle aslında "Freud Ağabey"dir benim için. (...) Cengiz Ağabey’imin profesör olduğu hakkında bir rivayet vardır. O güzelim inceliklerle döşeli muayenehanesinde bir yığın diploma asılıdır. Oralardan ağabeyimin resimleri size gülümser. Doktorluğu tıptan gelir, psikiyatristtir. Kültür üzerine düşünen bir psikiyatrist. (Felsefe ve antropoloji okumuş, dereceler almıştır, söyleyenlerin yalancısıyım!)

Onu Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri kliniğinde psikanalizin felsefesi üstüne konuşma yapmamam için beni çağırırken duydum. Elbette gelirim dedim. Beyaz önlüklü hekimlere, psikologlara, hemşirelere felsefe anlattım. Dinlediler, galiba anladılar ki, eleştirdiler. Sonra galiba, birkaç kez daha konuştum onlara. Nasıl olduysa Prof. Dr. Cengiz Güleç’le dost olduk. Bana, görünüşte hiç benzemeyen biriyle. Birlikte televizyonlara çıktık, psikiyatri kongrelerinde, sempozyumlarda konuştuk. Dedim ki, kendi kendime, "Nihayet, Hacivat’ını buldun, seni gidi Karagöz seni!"

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Georges PerecHarikalar OdasıSel

François GeorgeonOsmanlı-Türk ModernleşmesiYKY

Y. Hakan ErdemZaman ÇöktüKanat

Yılmaz OdabaşıSakla Yamalarını Kalbim Alkım

Ayşe KulinBir Varmış Bir YokmuşEverest
Yazarın Tüm Yazıları