Paylaş
Sunuş’tan birkaç satırla başlayacağım yazıma: “Sanat yaşamımın başlangıcından bugünlere uzanan ‘Resim Macerası’nı topluca görme, şimdiki birikimimle geçmişi değerlendirme olanağı verdiği için çok önemsiyorum bu sergiyi...
Nerelerden nerelere gelmişim? Hangi noktada neler değişmiş, nelere dönüşmüş? Yukarılara uzanan merdivenin hangi çürük basamağını fark etmemişim? Bu süreçte yaşanan toplumsal iklim, resimlerime nasıl yansımış? Neleri yakalamış, neleri kaçırmışım?
Bütün bunlarla ve daha fazlasıyla yüzleşme olanağı veriyor bu sergi...”
Retrospektifler, toplu eserler, hem sanatçının muhasebe yapmasını sağlar hem de okurun/seyircinin/ziyaretçinin toplu bir değerlendirme yapmasına imkân verir.
Her sanatçının sanatına yansıyan bir dünya görüşü, toplumsal algılaması vardır.
Kataloğun başındaki yazı Ebru Nalân Sülün’ün. Aydoğdu’nun sanat yaşamını bu yazıdan öğrenebilir, yapıtlarına daha bilgiyle bakabilirsiniz.
Ben de ondan yararlandım.
Aydoğdu, özgür, demokrat, bireysel çıkarlardan çok toplumsal çıkarları öne çıkaran biri.
İlk kişisel sergisinin adının Yaşam Kavgası olması, ‘teori ile pratik’i örtüştürüyor. O sergiden yola çıkarak, bir sanatçının en güç şartlarda bile elindeki eksik malzemeyle resim ürettiğini anlatır.
Yaşam Kavgası’nda toplumun gidişatını, kırıklıklarını köşesinden seyreden bir sanatçının tepkisi okunur. Toplumcu açmazları, bir sanat bilinciyle birleştirdiğini saptayan Kaya Özsezgin, onun kuru bir toplumcu gerçekçi anlayışı hatasına düşmediğini belirtiyor.
Gerçekten de onun resimlerine dikkatli baktığınızda, toplumsal duyarlılığın sanata nasıl getirildiğini görürsünüz.
12 Eylül 1980 sonrasındaki tavrını şöyle açıklıyor: “Resimlerimin çıkış noktası, insan ve onun yaşamıdır.”
İyi bildiğini yapıyor. Köy ve çevresinin insanlarını, onların kente gelip “kurtulduklarını” sandıkları yaşamlarını iletiyor.
Kendi yaratma sürecindeki dönemleri özetliyor: “Zamanla direkt bedene-figüre indim.”
Bütün toplumsal kıyımlar, savaşlar onun yaratıcı sürecinde yerini alır.
İyi bir izleyici, ondaki “kırmızı”nın etkisini, hüznünü ve neşvesini keşfeder.
Kırmızı öylesine egemendir ki, kırmızı “Habip Kırmızısı” olarak anılır.
Malzemesizlikten kullandığı kırmızı, bilinçaltından çıkıp egemenliğini ilan etmiştir. Paris’i de yine adı bir renkle anılan ressamın, Van Gogh’un izinde dolaşır.
* * *
SERGİYİ gezen bir resimseverden notlar:
İstasyon, ne çok şeyler çağrıştırdı.
Ulus Amele Pazarı, ressam hakkında vereceğiniz yargılara bir dayanak sağlayan yapıt.
Yeşilin Yeşile Hasreti’nin önünde durup düşündüğünüzde, “hüzün”den başka şey gelmiyor aklınıza...
Orta Sınıf Rüyası’nı görenler ne der bu resim için. Hele orta sınıftansa...
Milenyum Kapısı’ndan geçin. Hayvan Anısı’na dikkat kesilin. Ateşte Kül Kuşları’nı yorumlayın. Van Gogh Kafe’ye övgüler düzeceksiniz.
Kırmızı Çığlık’ı hepiniz kulaklarınızda çınlama şeklinde duyacaksınız... Sergiyi gezerken kırmızı defterleri gözden kaçırmayın.
* * *
HABİP AYDOĞDU, retrospektifini görün. 23 Ocak tarihine kadar sürecek sergide toplumsal sorumluluğun, sanatçı duyarlılığının ustalığını fark edeceksiniz.
Paylaş