Gene bienal

Cumertesi sabahı bienal sergileri bağlamında ARTER ve SALT’ı gezdim.

Haberin Devamı

Bu vesileyle, Mısır Apartmanı’ndaki sergileri de gördüm.
Bir gözlemimi ileteyim.
Bienal ziyaretçilerinin büyük bir çoğunluğu genç kuşaktandı.
Videoları, filmleri oturup seyrediyorlar, not alarak işleri inceliyorlardı.
İstanbul’da yaşayan, sanata meraklı, her kuşaktan insanın bienali ihmal etmemesi gerektiğini salık vereceğim.
Çünkü bienaller bildiklerinizle yetinmenin yetersizliğini gösterirler.
Sıradan yargıların zevk ömrünü tükettiğini fark ettirirler.
Yaşadığınız kentin, beğenilerinizin, mimarinin, karmaşanın ne olduğunu burada göreceksiniz. Dahası, dünyanın bir diğer ucundan bir sanatçının eserinin aslında Türkiye’yi ne kadar eksiksiz anlattığına da tanık olacaksınız.
Sanatın, siyasetin hayatın içinde olduğunu algılayacaksınız.
İşleri gördüğünüzde bugünün dünyasının dünden hangi acıları, yoksullukları, yoksunlukları devraldığının bilincine varacaksınız.

***

ARTER’deki birçok çalışmanın önünde durdum ama bazıları var ki, sizi içine çekiyor.
Hapishanede, bir mahkûmun vücudunun farklı yerlerindeki ‘yaralara’ yazdığı/kazıdığı şiirlere bakarken, şiirin işlevini bir kere daha düşünüyorsunuz. Etkileyiciliği ise müthiş! Hapishanedeki sigara izmaritlerinden yapılan bir tablo, size hapishanede ömür tüketenleri öylesine hatırlatıyor ki bütün mahkûmların şeceresi belleğinize düşüyor.
Sanatın yaratıcılığı; adaletin, siyasetin yumuşak karnını deşiyor, bütün acılar yere dökülüyor.
Bu eserler oldukça yaratıcı bir projenin ürünü aynı zamanda. Sanatçılar mahkûmlarla bir anlaşmaya varıyorlar: Sanatçı mahkûmun istediği ve yapamadığı bir şeyi dışarıda yapıyor, onun için çocuk bakıyor veya benzeri isteklerini yerine getiriyor. Mahkûm da sanatçı için bir eser ortaya koyuyor! Oldukça zengin çağrışımlı bir proje ve sonuç etkileyici...
Yaşadığınız kentte sadece temiz caddeler, güzel sokaklar mı var? Soyutlanmış bir güzellik gerçeği ifade etmiyor. Çöpler içinde yaşayanları, büyük, süslü kentlerin karanlık, kirli yüzünü tanıyın. Oturduğunuz kente bir de böyle bakın. Bienal bunu da gösterecek size...
Gündelik yaşamdan bir kare, karmaşanın göbeğinde, trafik kördüğümünde, tükenişimizi sergiliyor.
Tekrarlamakta yarar var: Bienal, birçok unsuru içeriyor.
Bireyin siyaset ve kurallarla kuşatılmış bir kıskaç içinde yaşaması.
Başınızı, unutuşun/unutturuluşun, aldanışın kumuna gömeceğinize, gerçeklerin içindeki bir dünyanın bireyi olma cesaretini, bilgeliğini gösterin. Sanatın size kazandıracağı tahammül gücünü burada bulacaksınız.
Toplumsal çıkışların, başkaldırıların, eleştirel bir duruşun sanata yansıyışını gördüğünüzde, belleğinizde, birikiminizde bir yenilenme hissedeceksiniz.
Bienalin küratörü Fulya Erdemci’nin, bienal mottosu “”Anne, ben barbar mıyım?” üzerine katalogda söylediklerini okumalısınız. Genel amacı daha iyi belirleyebilmenize yardımcı olacaktır.

***

ERDEMCİ’nin tanıtıcı, özetleyici cümlesiyle yazıyı bitirelim:
“Jürgen Habermas’ın ortaya koyduğu ve 1990’lardan bu yana yeniden düşünülen, eleştirilen ve formüle edilen kamusal alan kavramını politik kamusal bir forum olarak ele alıp, bunun mümkün olduğu her mecrayı -kentsel, kamusal mekânlardan, sosyal medyaya ve sanat yapıtlarına kadar- kamusal alan olarak tanımlamayı önermiştik. Gezi deneyimi bu alanda en verimli mecra oldu.”

Yazarın Tüm Yazıları