“Yalnızca şiir düşünüyorum. Biraz da tembellik denebilir, ama şiirden başka hiç bir yazı biçimi beni ilgilendirmiyor artık. T.S. Eliot çapında deneme yazabilen çıkmadı şimdiye kadar. Diyelim bir Lukacs gibi tezler öne süren bir incelemeci çıkmadı. Böylesine kapsamlı yazılamayacaksa, yazıdan vazgeçmeli dedim ve en iyi bildiğim - eğer becerebiliyorsam - şiirin daha iyisini yazmayı seçtim.”
Dirlikyapan, çok iyi bir iş yapmış, bu yazılar, söyleşilerle Edip Cansever şiiri yeni açılımlar kazanacak. Çünkü onun şiir üzerine yazdıkları bence, bilinen eski yorumların yanına yenilerini getirecek.
Yazılar, söyleşiler, soruşturmalar sadece Cansever şiiri üzerine odaklanmış ürünlerden oluşmuyor.
Böylece onun, Türk edebiyatı üzerine düşündüklerini, şiirin ötesindeki düşünce dünyasını da bu yazılardan okuyoruz.
Melisa Gürpınar’a gönderdiği bir mektupta, yazmak üzerine çeşitlemeler yapıyor: “Yazmak istiyorsun ya, yazmak yani, kolay mı sanıyorsun bunu? Neyi yazmak, niye yazmak, nasıl yazmak demiyorum. Yazmak yalnızca. Çok yapay bir şey! Ve yazmak üzerine yazılan her şey, sanki bu yapaylığı gizlemenin bir yolu. Bir şiir yazıyorsun; ne demek bir şiir yazmak? Bir şeyi duydun, düşündün, bunu başkalarına iletmek istedin. Olacak iş mi bu. Biz bir şeyi güzel bulduk mu kendimize saklarız onu; kimseye vermek, bölüşmek bile geçmez aklımızdan. Ama şiire gelince... Olmuyor, bir yapaylık var bana kalırsa.
Kendimizi tarif etmekten hoşlanıyor muyuz yoksa? O zaman da sıradan bir insanla ozanı ayıran nitelik ne?
ŞAİRLE, IHLAMUR AĞACININ BENZERLİĞİ
Bence bir anlamı var yazmanın; dünyaya yazmak biçiminde çıkmak. Sanki bir yazı makinesi gibi. Gördüğün, duyduğun, düşündüğün, vb. durmadan harflerini oynatıyor senin. Kaçınamıyorsun. Ya doğal bir şey bu, ya da hastalık. Ne olursa olsun gerçeğin ta kendisi. Bir ıhlamur ağacı gerekir mi dünyaya? Ihlamur ağacı olmasaydı olmaz mıydı? Bilmem. Ama var ıhlamur ağacı. İnsanın bir ‘yazmak’ olarak olması gibi. Akarsu da var, kayanın içine gömülmüş bir zümrüt de. Yazmak, insan olarak biçimlenmiş bir edim. O kadar ki- ve inan buna- sen yazmasan bir başkası yazacaktı yazılması gerekeni. Bir Dostoyevski olmasaydı bile, Karamazov Kardeşler yazılacaktı gene de. Ben böyle düşünüyorum. Böyle düşündüğüm için de kızmıyorum kendime, yapay bulmuyorum yaptıklarımı ve yazdıklarımı. Hatta yazmasam kötülük yaptığıma inanırdım. Bir ıhlamur ağacını kesmekle, kendimi yazmaktan alıkoymak aynı şey. Ya da ıhlamur ağacının olmasıyla benim olmam anlam bakımından farklı değil. Bundan sonrası ayrıntılar...”
Çok sorulan bir soruyu yanıtlıyor. Soru şu: Şiir açıklanamız mı?
Edip Cansever üzerine birçok yazı okumuşsunuzdur, seyrek bir şiir okuru bile onu tanır. Bu gerekçeyle ben, onun üzerine yargılarımı iletmekten çok - onu zaten yazılarımda yaptım - düşünceleriyle başbaşa bırakmayı yeğledim bu yazımda.