Paylaş
yi romancı Nermin Yıldırım’ın ‘Ev’ kitabı bu yıl Duygu Asena Ödülü’nü kazanmıştı. Yıldırım’a ödülünü aldığı Duygu Asena’yı sorduğumda özetle şöyle dedi: “Kadınlarla ilgili sorunların yazılmasında, yaygınlaşmasında önümüzü açtı.”
‘Ev’, uzun bir yolculuğun romanı...
Tanıtımından: “Nermin Yıldırım bizleri uzun bir yürüyüşe çıkararak, kendini evinde hissedemeyenlerin, evinden zorlu koparılanların, kaçmak zorunda kalanların, hiçbir yere sığınamayanların dünyasına ortak ediyor.”
Romanın ilk cümlesi: “Gece uzun sürdü.” İlk cümlenin çağrışımıyla geceye dair satırlar, dizeler zihnimde canlandı. Elbette başta Bilge Karasu’nun ‘Gece’si...
Sait Faik Abasıyanık’ın, ağaçlar arasında birden yazmaya başlamasını düşünüyorum. İyi yazarlar çoğunlukla birbirlerini anımsatırlar.
YALNIZLIK BİR TERCİHTİR
“Eve dönmek istemeyen beş yaşındaki halimi düşününce bir yumru yerleşti içime. İnsanın dönebileceği bir yeri olmamasının anlamını bilmiyordu henüz o sersem çocuk. Ya da bal gibi biliyordu da tam bu yüzden, orayı yitireceğini sezdiğinden dönmek istemiyordu.”
Uzun yürüyüşte elbet geri dönmeler vardır, çünkü hayatın o evresinin başı, simge olayları, adları vardır.
“Kulak kabarttım. Pet Shop Boys’tan ‘It’s A Sin’. Hatırlamama faydası olacakmış gibi gözlerimi kıstım. Zonguldak. Ev. Televizyon. Sezen Cumhur Önal. Müzik Yelpazesi. İlk sene mi, ikinci sene mi? Üstümde ne var? Sarı yelek, halam örmüştü. Hah tabii...”
Yalnızlık bir tercihtir: “Yok, kimse yok. Başka ne görüyorsunuz. Hiç. Sokak boş. Ev boş. Bir tek ben ve o. Başka kimse yok. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Yalnız diye mırıldanıyorum, belli belirsiz.”
Ev
Nermin Yıldırım
Hep Kitap
Göndermeler, bir ülkeyi de, insanlarını da tanıtır: “Cızırdayan radyoda zar zor duyulur bir perdeden fado çalıyordu, bir hasreti, özlemi dile getiriyordu. Amaila Rodrigues herhalde. Yalnızlıktan, hüzünden bahsediyor olmalıydı. Birdenbire içimden geldi, ‘Bir balıkçı köyünde yaşayabilir miydin?’ diye sordum Ogo’ya.”
Kumkapı’da kocalarının denizden dönmesini bekleyen kadınların Ara Güler tarafından çekilmiş fotoğrafları gözümün önüne geldi.
Hem evin içinde hem dışında: “Evlerden birindeyim. Ailelerden biriyle. Özel bir gün, bayram belki de. Herkes özene bezene giyinmiş. Herkesin birbirini öptüğü, kolonyalı, baklavalı bir bayram. Derken ortaya bir fotoğraf makinesi çıkıyor. Kimin elinde hatırlamıyorum. Aileden biri değil, belki de bir misafir. Aileden biri değil diyorum, çünkü bütün aile kadraja sığacak biçimde yan yana dizilmiş, objektife bakıyor. Ben de aralarındayım.”
UNUTMAMAK ÖNEMLİ
Roman aşağıdaki cümleyle bitiyor: “Uzanıp pencereyi açıyorum. Hınzır rüzgâr çabucak içeri doluyor. Heyecanla kabaran perdeler uçuşmaya başlıyor. Derin, tertemiz bir nefesle şişiriyorum ciğerlerimi. Başımın üstünde dönen kırlangıçlar çığlık çığlığa muştuluyor. ‘Gece bitti’ diye haykırıyor kırlangıçlar. ‘Gece bitti, sabah oluyor.’ Sabah ne güzel kelime.”
Bir yazarı beğendiyseniz, onun bütün kitaplarını okumanızı salık veririm. Bütüne ancak böyle ulaşırsınız.
Nasıl mutlu olacağız, nasıl mutlu edeceğiz: “Şifa, bir günaydında, tebessümde, anlama ve anlaşma çabasında.”
Nereden bulup içeceğiz: “Direnç şurubu, unutma hapı, dirayet şerbeti.”
Paylaş