Diplomat Türk Schindler'lerin romanı

Kolay okunabilen, serüven merakınızı tatmin eden bir roman. Ayşe Kulin, tarihten kolay kolay kopamıyor ve bir çok romanın başında bulunan klasik açıklamayı yapıyor: ‘Nefes nefese. hiç kimsenin yaşam öyküsü değildir.’

AYŞE KULİN, yeni romanı Nefes Nefese'yi, yurt dışında Türkiye'yi temsil eden, Musevileri ölümden kurtaran Türk diplomatlarına adamış:

‘‘İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa ülkelerinde görev yapmakta iken, kıyıma maruz kalan Yahudilerin kurtarılmasında önemli katkıları olan, şerefli ve cesur Türk diplomatlarının aziz hatıralarına...’’

Schindler'in Listesi
filminde Schindler'in Musevileri, Nazilerin elinden kurtarmak için nasıl bir çaba gösterdiğini, uyguladığı stratejiyi anımsayacaksınız.

Çok bildik, tartışmaktan hepimizin bıktığı, tarih-roman ilişkisi tuzağına düşmeden, roman üzerine yazmayı seçtim.

Ayşe Kulin, bu romanı için belgesel kavramını kullanıyor. Elbette romancının hayalini, esinlenmesini, kurgulamasını göz ardı etmeyin.

Yurt dışında çok işlenmiş bir konu, hatta bizde de, pek çok yayın yapıldı.

Ancak Nefes Nefese'nin özelliği, soykırım günlerinde, dışişlerimizin, Türk diplomatların çalışmalarını aydınlığa çıkarması.

Türkiye'ye dönenlerin çoğu Türk pasaportlu Museviler olmasına rağmen, kaçabilmek için Türkçe öğrenip pasaport alanlar da var.

Nefes Nefese'nin ilk sayfalarında; dönemin dışişleri bakanından başlayıp, konsolosa, konsolos muavinine kadar bir çok diplomatımızın adlarından oluşan bir Şeref Listesi var.

Romanın sonunda da, Teşekkür bölümü üzerine biraz yorum gerekiyor.

Ayşe Kulin, bir çok romanın başında bulunan klasik bir açıklama yapıyor:

‘‘Nefes Nefese, hiç kimsenin yaşam öyküsü değildir.’’

Açıklamanın altındaki isimler ve gruplar, bir çok olayın gerçek niteliğini vurguluyor.

Dışişleri Bakanlığında görevli Macit, eşi Sabiha, kız kardeşi Selva, babaları Fazıl Reşat Paşa, anneleri Leman ve Selva'nın Musevi eşi Rafo.

Yazarın, dönemin siyasal havasını bu kadar çok vermesinin bence gereği yoktu. Çünkü İkinci Dünya Savaşı'nın Türkiye'deki siyasal ortamını okurların çoğunun bildiği kanısındayım.

Asıl anlatılan, İkinci Dünya Savaşı'nı yaşayan Türkiye'deki insan panoraması ile Paris'te Alman işgalinden sonra oradaki Musevilerin durumu.

Eski aile düzeninde, - Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişte bile - evlatların başka şehire gitmemeleri alışkanlığının da sonuçlarını görüyorsunuz.

Paşa, kızı Sabiha'nın dışişleri mensubu Macit'le evlendikten sonra Ankara'ya gitmesine bile üzülür.

Ailenin başkaldıran kızı Selva'dır, Musevi sevgilisi Rafo ile evlenip Fransa'ya gider ve işte romanın örgüsü de bu olaydan sonra sıklaşır.

Paşa'nın kızının bir Musevi ile evlenmesi üzerine yarım kalan intiharı da bir zihniyetin sergilenmesi açısından, anılması gereken bir olaydır.

Kolay okunabilen, serüven merakınızı tatmin eden bir roman.

Ayşe Kulin, tarihten kolay kolay kopamıyor.

Fransız Direniş Hareketi içinde yer alan Türk kahramana da dikkat edin, o gerçek bir kişidir.

Nice badirelerden sonra, Selva, eşi Rafo ve Türk pasaportu olanlar, Türkiye'ye dönerler.

Hasılı mutlu bir sonla noktalanır roman.


Savaşta mutsuz bir eş


Sabiha mutsuzdu. Kızıyla, kocasıyla, eviyle meşgul olmuyordu. Etrafındaki her şey çözülmeye, dağılmaya başlamıştı. Erkek çocuk beklediği için, onu taa baştan hayal kırıklığına uğratan kızından, işinden başını kaldıramayan kocasından, durmadan hastalanan annesiyle babasından, fazla bir şey paylaşamadığı arkadaşlarından giderek uzaklaşıyor, hayattan kopuyordu sanki. Kocası o kadar meşguldu ki, farkında bile değildi karısındaki değişikliğin. Macit geç saatlerde eve girdiğinde, uyumuş buluyordu karısını. Bu kolay bir kaçış yoluydu kocasından. Arkadaşlarıyla gündüz buluşmalarını ise çeşitli bahanelerle atlatır olmuştu.


Selva, ailenin ási kızı


Leman Hanım, karıştırdı iyice fotoğrafları, aradıklarını nihayet buldu. Selva'nın onda kalan son resmi! Üzerinde bej sade bir tayyör, örgülü saçları her zamanki gibi başının etrafına sarılmış, narin, zarif Selva nikáh masasına konmuş bir kocaman deftere imza atıyor. Parmağında incecik bir alyans. Ufak da olsa bir tektaş yok, yüzük parmağında. Ne yakasında bir broş, ne de boynunda bir sıra inci. Gelin güya! İki sıcak yaş damlası çenesine doğru aktı Leman Hanım'ın. Ah Selva nasıl yaptın bu işi! Benim inatçı kızım! Seni de tellerle, duvaklarla, takılarla gelin etmek istemez miydim! Yakana, gerdanına aile yadigárlarından birini takmak, iftiharla! Kızının resmini hasretle öptü, yüreğinin üstüne bastırdı.


DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ


Mutluluk Zülfü Livaneli Remzi

Yunanlı Bir Kız Aranıyor Friedrich Dürrenmatt İş

Radyoda Felsefe Betül Çotüksöken İnkılap

Marx İçin Louis Althusser İthaki

Frida Barbara Mujica Oğlak
Yazarın Tüm Yazıları