Birçok semtte, devlet ve yerel yönetimler kütüphane açıyor, 7/24 hizmet veriyorlar. Hiç kuşkusuz bu çok önemli bir çaba.
Peki kütüphanelerimizde LP’leri, CD’leri ve başka kayıtları dinlemek mümkün mü?
Hayır.
Kütüphane açacakların ses tarihini de düşünmelerini öneriyorum.
Zaman zaman bazı koleksiyon dükkânlarını dolaşıyor, oralarda makaralı teypleri, kasetleri görüyorum.
Bu kayıtları alsanız ne yapacaksınız, çoğumuzun evinde kasetçalar yok. Kütüphane açanlar bir bölümde de bunları satın alıp okurlara dinletmeliler.
Evlerinde LP, CD koleksiyonu olan ancak bunları bağışlayacağı yer bulamayan pek çok kişi biliyorum. Bunların bağışlanacağı bir merci olduğunu sanmıyorum.
Sözgelimi yıllar önce Yapı Kredi’nin yaptığı
Türkiye’nin çeşitli alanlarındaki hareketlerin, yaşama biçimlerinin tarihini öğrenmek için mutlaka İstanbul tarihini bilmek gerekir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e baktığımızda hem Osmanlı’daki yaşama biçimlerinin ve düşüncelerinin hâlâ yaşadığını, ardından da Cumhuriyet’le gelen Batı’nın, hayatımıza ve zevklerimize yansıyışını görürüz. Elbette Doğu-Batı tartışmasında Osmanlı ile Batı değişik biçimlerde birbirinin içinde gelişmiştir çünkü Tanzimat’la başlayan Batılılaşma birçok alanda gelişimini Cumhuriyet’te bulmuştur.
Gökhan Akçura’nın kitabını okurken geçmişteki durumu yorumlayan bazı satırların bu-gün de yaşadığını ve yaşatıldığını görmekteyiz. Her zaman söyleriz; bugünü anlamak için dünü bilmek şarttır. Çünkü hiçbir gelişim birdenbire ortaya çıkmaz ve gökten inmez. Hepsi zamanın içinde oluşumunu tamamlar. Şimdi bize olağanüstü gelse de...
Bazı bölümlerden yapacağım alıntılar İstanbul tarihinin belkemiğini tanıtacaktır...
Lunaparklar nasıl başladı?
Gorbaçov’un ölümünden sonra siyasi kişiliği üzerine tartışmalar başladı.
Berlin Duvarı’nın yıkılması üzerine yorumlar da yeniden canlandı. Yıkılan duvardan bir parçayı bana iyi şair Gültekin Emre getirmişti, çekmecemde duruyor.
Doğu Almanya lideri Erich Honecker’in bir sözü de belleğime yerleşmiş:
“Almanlar kazandıklarını sandıklarının sevincini yaşıyorlar, bir gün gelecek kaybettiklerini anlayacaklar.”
Birleşmede müzisyenlerin rolünü de okuduk. En çok da Kurt Masur’un adı geçiyordu. Öyle siyasal olaylar var ki döneminde nesnel değerlendirmeler yapılamıyor, o görev tarafsız tarihçilere kalıyor.
Savaşlar nereden çıkar, nedenlerini sıralayabilir miyiz?
İşte bir kitap, birçok karanlıkta kalmış olayı, kişileri değerlendiriyor.
Okumaya başladığımda, damıtılmış bilginin etkileyiciliğini gördüm.
Hiç kuşkusuz listenin başında Atatürk’ün ‘Nutuk’u gelir. Kurtuluş Savaşı’nın tarihinin yazıldığı kitaplar, bilinçli bir kutlamanın malzemeleridir.
Ben bu tür bayramlarda kitapçıların vitrin çalışmaları için bazı önerilerde bulunacağım.
Kitapçılar ne yapmalı?
Mesela bu haftanın vitrini, kitapçılarda bir köşe, 30 Ağustos ve Kurtuluş Savaşı’nı, Cumhuriyet’in kuruluşunu konu alan kitaplardan oluşturulabilirdi.
Ana babalar, çocuklar seçimi bu köşeden yapmalı. Büyüdükçe Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i niçin sevdiklerini, bugünkü yaşamı bir liderin nasıl kurduğunu okuyarak daha iyi anlarlar.
Bazı kitaplar var ki yayınlandığında büyük satış rakamlarına ulaşır.
Turgut Özakman
Ali Mümtaz Arolat’ın ‘Bir Gemi Yelken Açtı / Hayal iklimlerine’ dizesi belleğimin değişmez gedikli konuğudur.
‘Bir Gemi ve Tekne Koleksiyonu’ kitabını okurken denize dair birçok şiir sökün etti.
Kimler mi?
Yahya Kemal Beyatlı – Açık Deniz
Necip Fazıl Kısakürek – Azgın Deniz
Erdem Bayazıt – Deniz
Orhan Veli Kanık
Menekşe Tokyay hazırlamış.
Onların adlarını yazdım, ileride çalışmalarını izlerken anımsayalım diye.
* Eren Parmakerli
* Zeynep Arslan
* Ali Keskin
* Ayşe Cemre Ağırgöl
* Beren Eker
Mustafa İsen’in ‘Özlenen Şehirler’ kitabını okurken bir şehrin tarihinin ve kültürünün iç içe anlatılması gerektiğini düşündüm. Bu tür gezi kitaplarını çok seviyorum, öğrenerek okuyorum. Yakından tanıdığım, başka çalışmalarını da yakından bildiğim Mustafa İsen’in kitabıyla bir dünya kültür gezisi yaptım. Önemli adları tanıdım, gittiğim yerler hakkında da bilgilerimi zenginleştirdim.
İsen, Önsöz’ünde kitabın niteliğini anlatıyor: “Şehirle ilk kez Adapazarı’nda tanıştım, altmışlı yıllarda. O zaman büyükçe bir kasaba konumundaydı. Kadim bir kültürel arka plana sahip şehri Erzurum’la tanıdım ilk. Eminim ki burada anılan şehirleri bir başka göz aynı duygularla, benzer bakış açılarıyla değerlendirmeyecektir. Ben onları yazmaya çalıştığım gibi gördüm, hayır, duydum, yaşadım ve ancak bu nitelikte olanları sizinle paylaştım. Doğrusu bu hissiyatımı yazmasam -en azından benim için- bir şeyler eksik kalmış olacaktı. Dikkat edilirse burada anlattığım şehirler kendi uygarlığımızın ürünü olan örnekler. Elbette gezip gördüğüm şehirler bunlardan ibaret değil.”
Mustafa İsen’in şehirleri ve benim o şehirlerle ilgili notlarım:
* Yeryüzünde Bir İnci: Ohri
“Ohri, dünyanın en temiz göllerinden birine ev sahipliği yapması yanında Akdrim ve Karadrim gibi iki nehir yanında Prespa Gölü’nün doğal yeraltı kanallarıyla uzun süre yeraltından aktıktan sonra Sveti Naum
ya da bizim adlandırmamızla Sarı Saltuk türbesinin önünde fışkırarak yüzeye çıktığı alan ve bunlara eklenecek daha küçük örneklerle bir su cenneti. Velhasıl Ohri sudan ibarettir dense şaşılmaz.”
Altın Çelenk Ödülü’nün verildiği Ohri’ye gittim. Fazıl Hüsnü Dağlarca da bu ödülü almıştı. Necati Zekeriya ile birlikte Andrey Voznesenski’nin ödül aldığı yıl konuşma da yaptım.
* Mevlânâ’nın Gölgesinde Konya
Hürriyet’in Güneşli’deki yeni binası yapılırken Belma Simavi gazetede bazı ressamların da resimlerinin duvarlara asılmasını istemişti. Oturduk bir liste yaptık, hiç kuşkusuz bu listedeki önemli adlardan biri de Adnan Çoker’di.
Birçok atölyeyi, galeriyi gezdik.
Şimdi gazete binamızın holünde onun eserleri ve diğerleri sergileniyor.
Adnan Çoker’in klasik müzik bilgisi de onun dünyasının bir başka zenginliğiydi. Ödülden sonra karşılaşmalarımızda Beethoven icralarının karşılaştırılması üzerine bir sohbet yapmıştık. Birçok icrayı, şefi sıraladık, diskoteğinde olmayan bir icrayı öğrenince ona armağan edeceğimi söyledim.
Bu CD, Alman şef Eugen Jochum’un, Beethoven’ın Senfoni kayıtlarıydı.
Sanırım günlük gazete binaları arasında koleksiyona sahip tek bina burasıdır.
Sanatçılarımızı unutmadığımızı, onlara hep saygı ve sevgi gösterdiğimizi toplantılarla, sempozyumlarla vurgulamalıyız. Hiç kuşkusuz bunu yaşarken yapmalıyız.