Belediyeler bu konuda öncü rol alıyor.
Günümüzdeki yemek çeşitlerini, yerel mutfaklarda pişenleri tadıyor, hakkındaki kitapları da okuyoruz.
Peki, bizim geçmişimizde yenen yemekler hangileriydi, sofra adabı nasıldı?
Bu konudaki dergileri okumaktan hoşlanıyorum.
‘Yemek ve Kültür’ün yeni sayısında yemekle ilgilenenlerin de edebiyat severlerin de okuyacağı bir yazıdan söz edeceğim:
Nihal Abir’in yazısı ‘Türk romanında fondan ve çikolatanın izi’ başlığını taşıyor.
Yemek ve sofra adabıyla ilgili yazılar beni zaman zaman ailemin eski günlerine götürüyor.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Handan İnci’nin öncülüğünde İstanbul Resim ve Heykel Müzesi açıldı.
Açılışı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı.
Cumhurbaşkanı, şimdiye kadar sanata yaptıkları katkıları, sanata verdikleri önemi konuşmasında dile getirdi.
Program şöyleydi:
Handan İnci kuruluşundan bu yana yapılan çalışmaları özetledi.
İlk tanıtım cümlesi, gelenleri diğer bilgilere hazırladı:
“Üniversitemiz 1882 yılında Sultan II. Abdülhamid Han’ın iradesiyle, Osman Hamdi Bey’in çabalarıyla Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane adıyla kuruldu.”
Ne yazık ki günübirlik telaş içinde önemli bilgi ve kişiler unutulmaktadır. Müzik tarihimizi oluşturanları unutursak varacağımız yargılar yetersiz kalır. Serhan Yedig’in çalışması “Öncü Virtüözler Şaşırtıcı Öyküler” başlığını taşıyor. İlk sayfada bir gönderme var.
“TRT Radyo-3 programcılarından Nurhan Olcayto’nun (1943-2021) anısına...”
Önsözde bu tür kitapların neden çok gerekli olduğunu belirtiyor, Yedig:
“Nice değerlerin ancak öldükten sonra teessürle anılması, bazı değerlerin ise öldükten sonra da kasten unutturulmak istenmesi her nedense sanat tarihinin bedbaht kaderlerinden olagelmiştir!” Mahmut Ragup Gazimihal, 1955’te yayımlanan kitabı ‘Türk Askeri Muzikaları Tarihi’nde dile getiriyor bu sitemini. Aradan geçen yaklaşık üç çeyrek asrın, durumu değiştirdiği söylenemez.
2019’da piyanist Ayşegül Sarıca’nın biyografisini hazırlarken Osmanlı İmparatorluğu’nun son, Cumhuriyet’in ilk yıllarında dünya sahnelerine çıkmayı başaran, konserleri Avrupa-ABD basınına yansımış öncü virtüözlerimiz hakkında bilgi araştırmıştım. Kaynakların çok sınırlı kaldığını, üstelik hatalı bilgiler içerdiğini görmüştüm. Nihayet 2010’da Evren Kutlay, ‘Osmanlı’nın Avrupalı Müzisyenleri’nde ‘Batı Müziğinin Osmanlı/Türk Temsilcileri’ başlığı altında bazı öncü virtüözlere de değinmişti. Türkçe’de ilk kez gün ışığına çıkan birçok verinin yanı sıra geçmişin metinlerinden teyit edilmemiş kimi bilgileri de aktarmıştı. Bazı portreler kaynak yetersizliğinden tamamlanamamıştı.
Sarıca kitabı için kaynak taraması yaptığım günlerde, The Times’ın arşivinde 1900 yılında İstanbullu Faik Della Sudda hakkında yayımlanmış haberi ilgiyle okumuş, ismine Türkçe müzik ansiklopedilerinde rastlayamayınca hayrete düşmüştüm.
Dünya sahnelerine çıkan ilk Batı müziği virtüözlerimizden bazılarının öykülerini ne yazık ki detaylandıramadım. Örneğin, 1850’lerde Prag Konservatuvarı’ndaki eğitiminin ardından Avrupa turnesine çıkan, V. Murad ve II. Abdülhamit’e müzik dersi veren İzmirli piyanist Augusto Lombardi’nin izini, çevrimiçi erişime açılan dönemin Fransız, İngiliz ve Alman gazetelerinde bulamadım. Sadece Pera konserleri hakkında bilgiye ulaşabildim.
Bu kitabın, tarihin tozlu raflarında keşfedilmeyi bekleyen diğer öncü virtüözlerimiz ve bestecilerimizin dünya sahnelerindeki başarılarının gün ışığına çıkarılması, Türkçe kaynaklarda kayda geçirilmesi açısından genç araştırmacılara esin vermesini diliyorum.”
Bazı yazarlar var ki sadece edebiyat çerçevesi içinde değerlendirilmez. Romanlarında, denemelerinde ve notlarında başka türlerin de izleri vardır. Kemal Tahir böyle bir yazardır.
Onu okuduğunuzda birçok yargınızı yeniden gözden geçirme gereği duyarsınız. Bildiklerinizin karşıt düşünce karşısında eridiğini fark edebilirsiniz.
Kemal Tahir’i hem okudum hem de yakından tanıdım. Yazısı kadar konuşması da etkileyiciydi.
Muhammed Hüküm’ün ‘Şair-Sosyolog Kemal Tahir’ kitabı, yazarı tanımak, çeşitli yönlerini öğrenmek için okunması gereken bir çalışma. Hüküm’ü de yakından tanıdım, Kemal Tahir’i kendisiyle konuştum.
Kurtuluş Kayalı’nın ‘Sunuş’undan bir bölüm: “Kemal Tahir sosyologları ve tarihçileri sınırlı bir çerçevede, edebiyat içinden değil, tarih ve sosyoloji içinden eleştirir. Türkiye’de sosyolojik ve tarihsel yorumların kısmi değil, bütünsel eleştirisini yapmaktadır.
Aslında kendisini herhangi bir Türk romancısıyla karşılaştırma/kıyaslama gibi bir derdi de yoktur. Çoğu Türk romancısına, çağdaşlarına, kendisinden fazla güncel etki bırakanlara, neredeyse hiç de dolaylı olmayan bir biçimde ‘zabıt kâtibi’ demiştir.
Günde 24 saat siyaset düşünmemiştir. Günde 24 saat siyaset düşünmediğinin en net kanıtı da Türkiye’de değişik siyasetlere yönelik olarak mesafeli duruşudur. Elinizdeki kitapta da isabetle belirtildiği gibi genelde Türkiye’deki siyasal düşüncelere, nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, mesafeli ve eleştirel olmuştur.
Meseleye en vurucu yerinden baktığı kısım, ‘Batılılaşma, Anadolu Toplumunun Özgünlüğü ve ATÜT’ başlığını taşımaktadır. Türk toplumunun özgünlüğü üzerinde durması meseleyi temellendirme bakımından önemlidir.
Bir sanat dergisi için 50 yıl küçümsenmeyecek bir rakamdır. Sanat dergilerinin haber verme özelliğinin yanı sıra öğreticiliği de vardır. Nice sanat olayını, sanatçıyı dergilerden öğreniriz.
Milliyet Sanat kültür açısından bizi besledi, gündelik yaşama telaşı içinde iyi bir kitabın varlığını, bir serginin önemini, bir müzik parçasının niteliğini bu dergiden öğrendik.
50’nci sayıya bakarken belleğimde birçok ad ve yazı beliriyor. Kuruluşundan bu yana düzeyini her zaman korudu.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, derginin özelliğini şöyle yazmış:
“Edebiyat, müzik, tiyatro, resim, sinema ağırlıklı haberleri ve köşe yazılarıyla 50 yıldır keyifle okunan Milliyet Sanat dergisi, kültür ve sanat yayıncılığında bir marka haline gelmiştir.”
Demirören Medya Yönetim Kurulu Başkanı Meltem Demirören Oktay’ın yazısının başlığı: ‘Nice sanat dolu 50 yıllara.’
Derginin yerini şöyle belirliyor:
Geçmişte yayımlanan iki yıllık hâlâ başvuru kaynaklarında yer alıyor.
Biri Yaşar Nabi Nayır’ın hazırladığı ‘Varlık Yıllığı’, ikincisi de ‘Aziz Nesin Yıllığı’.
Bir yılın olaylarını, aramızdan ayrılanları, ödülleri bir ciltte bulmanın kolaylığını biliriz.
Zeytinburnu Belediyesi’nin hazırladığı yıllık son dönemde bu eksikliği gideren bir kaynak olmuş:
‘ZKS Kültür Sanat Yıllığı 2022’
Başkan Ömer Arısoy, yıllığın niteliği üzerine bir sunuş yazmış.
Yıllığın düzeni şöyle:
Haziran 2021’de başlayıp Mayıs 2022’de bitiyor.
Kendini müziğe verebilir. Şimdi koltuk arkalarında ya da sahnenin üstünde konuların yer almasının yeterli olduğunu sanmıyorum.
Sadece temsil edilen operanın değil, bestecinin yaşamı üzerine de bilgi edinirsek bu bestenin çalışmaları içindeki önemini de anlarız.
Mozart’ın ‘Saraydan Kız Kaçırma’ operasını ülkemizdeki birçok kişi seyretmiştir.
Benim buradaki temsilinde anımsadığım, Topkapı Sarayı’ndaki icrasıdır. İlk temsilinin çok ilgi gördüğünü, birçok kişinin geldiğini anımsarım.
VakıfBank Kültür Yayınları’nın operalar üzerine yayınlarını bu açıdan çok yararlı görüyorum.
Geçen hafta okuduğum kitaptan sonra eseri yeniden dinleme isteğini yaşadım.
Kapağı şöyle: ‘Saraydan Kız Kaçırma’, W.A. Mozart, Türkçesi: Murat Kaymaz, VakıfBank Kültür Yayınları
İlk yazı
İyi şair, yazar Metin Cengiz’in ‘Bir Zamanlar Kadıköy’ kitabını elbette bir solukta okumayacaksınız, bütün biyografi kitaplarında olduğu gibi... 30’u aşkın edebiyat dünyasından kişilerle tanışmasından dostluklara kadar notları sıralarken elbette edebi nitelikleri üzerine de bilgiler ediniyorsunuz bu yazılardan.
Bazı semtler edebiyat/edebiyatçı açısından zengindir. Yazılarda hoşuma giden, dostluklardan üretilen biyografiler. Onların birçoğunu tanıdım, bazılarını da ürünlerinden...
Şenlikli yıllar
Tanıtımdan birkaç satır: “(...) Bu yıllar kendiliğinden, Kadıköy’de şiir aşkının, şiirin yeşerip çiçeklendiği yıllar oldu. Kadıköy’ün şiir adına bir daha böyle şenlikli yıllar yaşayacağını sanmıyorum. Zira olay birkaç kişinin ısrarlı biçimde her hafta buluşması değildi, yaşlısıyla genciyle şairlerin ve ressamların şiir, edebiyat, resim konuşmak için bir araya geldiği, tartıştığı yıllardı.”
‘Şiir Bir Şenliktir’ yazısında Kadıköy’ün önemini saptıyor: “Kadıköy edebiyatımızın beşiğidir, kozmopolit tarihinden dolayı bu pek de şaşırtıcı olmasa gerek. Bu kitap Kadıköy’ü ve Kadıköy’ü mekân eyleyen şairleri, benim tanıklıklarım merkezinde tanıtmayı amaçlıyor. Elbette anı da olsa deneme tadında.”
Aramızdan ayrılanları özlem ve sevgiyle anıyorum: Aydın Aydemir, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Arif Damar, Can Yücel, Şükran Kurdakul, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Ahmet Oktay, Kemal Özer, Fikret Demirağ, Enver Ercan, küçük İskender.
Bazı adları yakından tanıdım, dostluklar kurdum. Bu adların başında Fazıl Hüsnü Dağlarca geliyor; Aksaray’daki kitapçı dükkânına her gün uğrardım. Cemal Süreya ile edebi ve kişisel dostluğumuz güçlüydü. Can Yücel ile Dragos’taki evine gidecek kadar yakındık. Şükran Kurdakul, Babıâli’de ziyaret ettiğimiz yayıncılardandı. Ece Ayhan, Fatih’te ev toplantılarında konuğumuzdu. Ahmet Oktay hem şiirini hem düzyazısını sevdiğim bir dostumdu. Kemal Özer; şiiri, dostluğu benim için unutulmaz biriydi. Enver Ercan, birlikte çalıştığım, şiirini sevdiğim biriydi. Arif Damar görüştüğüm bir şairdi. küçük İskender’i hem tanıdım hem ödül jürisinde bulundum.