Paylaş
2002’de girdiği siyasette, 2016 Mayıs ayına dek daha çok mühendis yanını sergilediği bir sürecin içinde oldu. Siyasi hesaplarla, diplomasi konularıyla değil, karayollarıyla, tünellerle, köprülerle uğraştı. Mayıs 2016’dan itibaren ise kendisini hem iç, hem dış siyasetin bildik labirentinin tam ortasında buldu.
İç politikadaki her konu, ayrı bir yazı konusu. Bu yüzden dış politikadaki bazı sorunlara ve Yıldırım’ın Başbakanlığı döneminde yaşanan gelişmelere mercek tutma niyetindeyim.
Yıldırım, göreve başlar başlamaz, ilk konuşmalarından birinde “Dostlarımızı arttırıp, düşmanlarımızı azaltacağız” dedi. Ardından kısa süre içinde şu gelişmeler yaşandı:
İsrail ile başlatılan ama sonucu bir türlü alınamayan normalleşme süreci hedefine ulaştırıldı. Büyükelçiler atandı, şimdilerde karşılıklı ‘bakan ziyaretleri’ planlanıyor.
Türkiye’nin bir Rus uçağını düşürmesiyle başlayan Türkiye-Rusya gerilimi Türk ekonomisinin büyük bedeller ödemesine neden oluyordu. Bugünlerde Putin, Türkiye’ye yönelik yaptırımları gönülsüz ve yavaş yavaş da olsa kaldırıyor. Diğer tarafta iki ülke Suriye’de tam bir ortaklık dönemi yaşıyor. Suriye’de kalıcı bir ateşkesin Türkiye ve Rusya’nın eseri olması işten bile değil.
Irak ile Başika kampı nedeniyle karşılıklı olarak askeri tehditler savrulan bir dönem yaşadık. Türkiye ile Irak hükümeti arasındaki sorun, Türkiye ile İran, hatta Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri bozacak boyutlara ulaşmıştı. Sürecin sonunda Başbakan seviyesinde ziyaret aşamasına gelindi.
Türkiye, Suriye konusunda dışlanmış bir ülke iken, Fırat Kalkanı operasyonu, Türkiye’yi aktif bir aktör haline getirdi. ABD, Rusya ve İran gibi aktörler, Türkiye’siz bir oyun planı olmayacağını kabullenmiş vaziyetteler. Türkiye de Esad’ın gitmesi gerektiği konusunda tavrını değiştirmese de Esad’ın temsilcilerinin katıldığı bir süreçte aracılık rolünü üstlendi.
Mısır konusunda alt düzeyde görüşmeler sürüyor. İlerleme kaydedilmesi, Türkiye’nin dış ticareti açısından büyük önem taşıyor.
Bütün bu gelişmelerin perde arkasına bakıldığında, anahtar şeyin, Yıldırım’ın soruna değil çözüme odaklanan ‘mühendis tarzı’nın etkili olduğunu fark ediyorsunuz. En yakınlarının anlattığına göre Yıldırım şöyle çalışıyor: Kendisine brifing verenlere, önce “Hangi sonucu almak istiyorsun” diye soruyor. İkinci sorusu, “Bu sonucu almak için ne yapmak gerekiyor” oluyor. Kesinlikle yapılmayacak seçenekler ayıklanıyor ve çözüm için gerekli adımlar atılıyor.
Güncel bir örnek vereyim: Irak’la Başika nedeniyle çatışmanın eşiğine gelinmişti. İlk soruyu sorunca “İbadi’yi ikna etmek gerekiyor” yanıtını aldı. İkinci sorunun yanıtı ise “İbadi kendi tabanı karşısında zor durumda. Rahatlatılması lazım”dı. Yıldırım’ın, Bağdat ziyareti İbadi’nin tabanına, “Bakın ayağımıza geldiler” görüntüsü vermesini sağladı. Kalıcı sonuca hemen ulaşılamadı ama çatışma ihtimalinin konuşulduğu bir ortamdan diyalog kapısının açıldığı bir ortama geçildi.
AK Parti ile MHP arasındaki Anayasa pazarlıklarında, belirsizlik, yorum ve takdir üzerine kurulu hukuki bakış açısının tıkandığı yerler, yine Yıldırımın ‘Ne sonuç elde etmek istiyorsunuz’ sorularıyla ve önerileriyle aşılmış.
Evet, saydığım olumsuzlukların çoğu AK Parti’nin dış politikasından kaynaklanmıştı ve tamamı normalleşme diye anılan ‘onarım’ işleriydi. Ancak onarmasını bilmek de gerekiyor.
Sevin ya da sevmeyin, Süleyman Demirel’in, Necmettin Erbakan’ın, Turgut Özal’ın mühendislik eğitimi almış, kesinlik ve somutluk arayan insanlar olarak siyasette bıraktığı izler de ‘mühendis kafası’nın çoğu zaman işe yaradığını gösteriyor.
Paylaş