Paylaş
Her birimiz kendimizi bulunmaz bir hint kumaşı sayıyoruz! Küçük dünyaları biz yaratıyoruz. Ne kimseyi beğeniyor, ne burnumuzdan küçücük bir kıl aldırıyoruz. Bir patırdı, bir gürültü. Ve meçhule giden gemiler...
Biz mi seçiyoruz Türk ya da Japon doğmayı, yahudi ya da ermeni olmayı? Kimin ne duhulü var bu işte? Üst kimlik, alt kimlik. Siyah, beyaz. Sarı, lacivert. Ne önemi var bütün bunların şu kısacık hayatta? Siz birlik, beraberlik ve barış içinde, kavgasız ve gürültüsüz yaşayabiliyor musunuz, insanları ne kadar seviyorsunuz, onları incitmemeye ne kadar özen gösteriyorsunuz, onu söyleyin. Ne kadar insan olduğunuzun ölçüsü budur, gerisi hikaye...
Rüzgar kanatlı atlılar gibi geçti hayat
NAZIM’ın dediği gibi, gerçekten de çok hızlı geçiyor hayat. Dün bir, bugün iki. Bir bakıyorsunuz ak düşmüş saçlarınıza. Sevdikleriniz, sevmedikleriniz bir bir göçüyor. Gözlüksüz okuyamıyorsunuz. Merdivenleri bir solukta çıkamıyorsunuz artık. Çoluklar, çocuklar, torunlar torbalar... Bir gün, bir de bakıyorsunuz ki, “Hey gidi günler”le oyalanma zamanı gelmiş kapınıza! Peki o zaman neden üzüyoruz birbirimizi? Neyi paylaşamıyoruz? Boşuna mı diyorlar “Kefenin cebi yok” diye. Giderken herşey burada kalıyor, biliyormusunuz! Nüfus kağıdı bilgileriniz, paranız, pulunuz, hanlarınız, hamamlarınız. Katlar, yatlar. İktidarlar, muhalefetler.Zenginlik, yoksulluk.
Atları izlemek
BİR pazar günü hipodroma yarış izlemeye gidin. Pistin hemen kenarından, dörtnala koşan atlara yakından bakın.Siz boşverin vergi ve kesintileri! Bilin ki o rüzgar kanatlı atlar kadar hızlı geçiyor yaşam. İnanın çok fazla zamanınız yok. Bari hiç olmazsa birkaç gün kimseyi incitmemeye çalışın. Göreceksiniz, çok keyif alacaksınız hayattan.
Paylaş