Paylaş
Barack Obama Kasım 2008’de ABD Başkanı seçildi ve 20 Ocak 2009’da Başkanlığı resmen devraldı. O gün itibari ile Başdanışman sıfatını taşıyan Ahmet Davutoğlu hemen Washington’a uçtu ve çeşitli temaslarda bulundu. Temaslarının ardından tarihi ittifak açıklamasını yaptı:
“Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir.”
Ahmet Davutoğlu, Obama’nın Başkan oluşundan takriben 3 ay sonra, 1 Mayıs 2009 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı oldu!
* * *
18 ay sonra, 23 Kasım 2010’da ise gazetelerde şu haber yer aldı:
“ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman ‘AKP hükümetini şımartmaya son vermemiz gerektiğini düşünüyorum... AKP’nin, ABD için, ABD’nin AKP’ye olduğundan daha fazla önem taşıdığına inanmalarına izin vererek kendimiz için büyük siyasi ve ahlaki bir tehlike yarattık. Bu saçmalık, çünkü bir dizi konuda Türkiye kesinlikle ABD’nin desteğine ihtiyaç duyuyor.”
ABD’nin derin devletinin mümtaz temsilcisi Eric Edelman küstah bir eda içinde Ahmet Davutoğlu hakkındaki görüşlerini de şöyle sıraladı:
“Davutoğlu’nun Türkiye’nin Ortadoğu’da bir süper güç olması gerektiğini düşündüğünü söyleyen Edelman, ‘Türkiye’nin Ortadoğu’da bir süper güç olma görüşü açıkça yeterlilik kuruntusuna sahip birine ait olabilir’ diye konuştu. Edelman Türkiye’nin komşularıyla sıfır sorun politikasının da başarılı olmadığını belirtti.”
* * *
Mehmet Ali Birand da geçen haftaki ABD gezisi hakkında yazdı.
“Ankara, uçurumun kenarında durdu” (Posta-23 Kasım 2010) başlıklı yazısında diyor ki:
“Bugüne kadarki yaklaşımını sürdürdüğü, verdiği sözlerden caydığı takdirde, Ankara’yı neler bekliyor biliyor musunuz? Geçen hafta Washington’daydım ve nabız tuttum. Karşılaştığım manzara çok karanlıktı. Bu hafta size, Washington’da kaynayan AKP kazanını anlatacağım.”
Belli ki Obama’nın başa geçmesinden beri geçen 22 ayda ABD, Türkiye’den, Türkiye de ABD’den umduğunu bulamamış.
Algılamalarda büyük farklar doğmuş.
Bu farkları kapatmak için Lizbon öncesi ve sırasında Türkiye’ye çekidüzen verilmek istenmiş, gözüken o ki çekidüzen verilmiş!
* * *
Algılamalardaki farklar neydi?
ABD, önemle Ahmet Davutoğlu sayesinde Türkiye’nin Ortadoğu’ya daha fazla nüfuz edeceği ve bağımlı bir müttefik olarak ABD’nin çıkarlarını daha iyi koruyacağı hesabını yapıyordu.
Bu bakış bir reel/pragmatik dünya algılamasına dayanmaktadır.
Öte yanda Ahmet Davutoğlu eline geçen fırsatı Türkiye’nin tarihi fırsatı olarak algıladı ve Ortadoğu’da ABD’den ve Batı’dan bağımsız bir hegemonya kurabileceğine iman etti.
Bu bakış da ideolojik/hayalperest dünya algılamasına dayanmaktadır.
Lizbon’da pragmatik bakış hayalperest bakışa çekidüzen vermiştir.
Meramımı çok basit bir örnekle anlatayım.
Başbakan Lizbon Zirvesi öncesi (füze kalkanında) “Komuta bizde olmalıdır” diyordu.
Zirve sonrası “Komuta NATO’da olmalıdır” diyor!
“Füze kalkanı projesi özünde kimin projesidir?” sorusuna verilecek cevap Başbakan’ın bir hafta içinde çelişen/değişen sözleri ile Türkiye’nin bir hayalden yavaş yavaş uyanışını anlatıyor.
Bakalım, Başbakan durumu kendi muhafazakâr seçmenine nasıl anlatacak?
* * *
Yarın: Lizbon’un esas önemi!
Paylaş