Paylaş
Bence bu yöntemde birkaçyanlış var.
1) Gazeteciler zaten fikirlerini kamuya açıklama şansına sahip bir kitle. Hepimiz birbirimizin ne dediğini biliyoruz. Konuya kafa yoran köşe yazarları yıllardır görüşlerini beyan ediyorlar. Özel toplantıda yeni bir şey söyleyecek halleri yok.
2) Şimdiye dek yapılan 2 toplantıya da büyük ağırlıkla yandaş gazetecilerin çağrılmış olması “Hükümet sadece işine gelenleri duymak istiyor” iddialarını güçlendiriyor. Aynı yazarın iki toplantıya birden katılması ise gülünç bir görüntü bile yaratıyor. (Fehmi Koru -Kaynak: Milliyet, 03.08.09) Görüşleri bilinen ama farklılık arz eden yazarlar bir araya getirilip tartışmaları sağlansaydı, tartışma diyalektiği sayesinde belki tartışmaların katma değeri artabilirdi.
3) Bazı gazetelerden hiç kimsenin çağrılmamış olması ise akıllara “Recep Tayyip Erdoğan hiddeti” faktörünü getiriyor. Herhalde, İçişleri Bakanı Başbakan’ın öfkesine muhatap olmak istemiyor. Ama hükümet işine gelmeyen görüşlere bile tahammül göstermek zorundadır. Hükümet muhalif gazetecilerin de fikirlerini biliyor ama bazı etkin gazetelerin çağrılmaması İçişleri Bakanı’nın vurguladığı üslup ve yöntem açısından hiç şık kaçmıyor, daha beteri içeriği zedeliyor.
4) Toplantıya katılan bazı gazetecilerin toplantı sonrası beyanları ise hükümet açısından riskler taşıyor. Örneğin, iki gazetecinin (Hasan Cemal, Cengiz Çandar) hükümetin kapalı kapılar ardında Apo ile görüştüğünü söylemesi, tahmin seviyesinde ifade edilse bile, hükümeti güç durumda bırakıyor.
* * *
Kanımca “Kürt açılımı”nda en büyük üslup ve yöntem hatası hükümetin kendisi içerik açısından hiçbir şey söylemeden başkalarına, hem de işine gelen başkalarına görüş beyan ettirmeye çalışmasıdır.
Doğru yöntem, hükümetin tüm siyasi riskleri yüklenip, somut önerilerini ortaya koyarak, bu önerileri geniş bir çevrede tartışmaya açmasıdır.
Bu haliyle “Kuzey Irak açılımı”nın dayattığı “Kürt açılımı” her geçen gün:
1) Kültürel taleplerin fevkinde bir mecraya giriyor ve giderek herhangi bir hükümetin baş etmesi çok güç siyasi taleplere dönüşüyor.
2) Hükümet ortaya bir program ile çıkıp “Benim adım Hıdır, elimden gelen budur!” demedikçe PKK, Apo, DTP ve diğer radikal unsurlar taleplerini her geçen gün büyütme ve ötesi gündeme oturtma şansını artırıyorlar.
3) Israrla yaptığım uyarı odur ki; eğer 15 Ağustos’a kadar hükümet ortaya somut öneriler koyup, tartışmaya açmaz ise gündemi Apo ele geçirecek ve hükümet Apo’nun “yol haritası”nın peşinden giderek tepki vermek durumuna düşecektir.
* * *
Örneğin, hükümet Apo’nun teklif ettiği “özerklik”, Anayasa’da gerekli gördüğü değişiklikler, affın boyutu, çift resmi dil ile ilgili görüş oluşturmak zorunda kalacaktır.
Aktif değil pasif bir role bürünmek zorunda kalacak Başbakan da, sırf Apo’nun dümen suyunda gitmemek uğruna “Kürt açılımı”nı bilmem kaçıncı defa rafa kaldırmak durumunda kalabilir.
Hatırlayın, Başbakan 2005’te “demokratik cumhuriyet” söylemini ortaya atmış, bu terimin Apo’ya ait olduğu ortaya çıkınca da “Kürt meselesi”nin çözümü bilmem kaçıncı kez araziye uymuştu.
“Kuzey Irak açılımı” ile çıktık yola. Bu açılımın “Kürt açılımı”na vesile olmasına itirazım yok.
Ancak açılımın liderliğini ve riskini öncelikle iktidar erkinin yüklenmesi gerekir.
Tarihi açılımlar her şeyden önce mangal yürekli liderlere ihtiyaç duyar!
Paylaş