17 Haziran 2004
<B>LEYLA Zana </B>ve <B>arkadaşlarının </B>dava sonuçlanmadan salıverilmesi ile başlayan süreçte <B>DEHAP</B>’ın başı çektiği ancak<B> </B>belki de ardında <B>PKK</B>’nın bulunduğu bir <B>yeni</B> <B>çağrı </B>dönemi başladı. ‘Apo’ya özgürlük!’, ‘PKK ateşkesi 6 ay daha uzatsın!’, ‘Hükümet ile PKK’ya aynı mesafede duruyoruz’ mealli söz ve çağrıları hepimiz merakla okuyor ve yorumluyoruz.
Bu ülkenin yakın zamana dek doğru dürüst bir Kürt politikası olmadığı herkesin malumudur.
Tarihin soluk sayfalarında; faili meçhul cinayetler, boşaltılmaya zorlanan köyler, dışkı yedirilen vatandaşlar, işkenceler vb. diğer abuk ve utanç verici tavırlar maalesef hiç silinmeden duracaktır.
Kürt kelimesinin varlığının dahi kabul edilmediği, İstanbul sokaklarında bile kimlik kontrollerinde Diyarbakır doğumluların alıkonduğu dönemleri hep birlikte yaşadık.
* * *
Ancak aynı tarih sayfalarında PKK terörü nedeniyle yitirilen on binlerce yiğidin sorduğu hesap, onlarla beraber ölmeden mezara giren analar, bombalanan mağazalarda anacığının cansız vücudu üzerine kapanarak hüngür hüngür ağlayan kız çocuğunun fotoğrafı, gazete küpürlerine yapışmış öğretmen katliamları da var.
Bunları da tarihten silmek mümkün değil!
Bugün yapılması gereken; daha fazla can yanmaması için her iki tarafın da yavrularını yitirmiş analarından acılarını bağırlarına gömmelerini rica etmektir.
Barış içinde, ancak hukuka sarılarak bir arada yaşamak hepimizin ortak hakkıdır.
Son zamanlarda Türkiye Hükümetleri vasıtasıyla atılan olumlu adımlar ile Kürt insanının daha önce tanınmayan hakları büyük çapta kendilerine teslim edilmiştir.
Muhakkak daha eksikler vardır.
Ancak yön; bir arada yaşamak için doğru yöndür.
Yön barışı sağlamanın yönüdür.
* * *
Ancak, DEHAP ne tarihten, ne de Kürt vatandaşların daha 3 ay evvel sandıkta kendilerine verdiği siyasi dersten nasibini almamış.
Üzülerek görüyorum ki; bu siyasi parti ülkedeki tüm barış gayretlerine rağmen hálá kargaşa için yön gösteriyor.
Bölgemizde etkinlik peşinde koşan bazı fosiller sadece huzursuzluk üzerine siyaset yaptıkları için onların en güçlü siyasi hasımları barış için siyaset yapanlardır.
Bugün DEHAP’ın yaptığı akıl dışı çıkışlar esasında çok önemli ve olumlu bir sonuç yaratıyor.
Ülkede artık kan akmasını istemeyen Türkler ve Kürtler; hatta diğer konularda aralarında rekabet olan tüm siyasi unsurlar barış etrafında kenetleniyorlar.
Bu çıkışlar hepimize barışın önemini anlatıyor.
* * *
Galiba bu insanların amacı ise hálá hasım gördükleri tarafları çileden çıkarıp tekrar kavga ortamına sokmak!
İşte millet olarak bu oyuna gelmemek lazım!
Barış üzerine politika üretemeyenlerin eline istedikleri ve anladıkları siyaseti vermemek gerekir!
Bunun için de bazen dişleri sıkmak gerekiyor!
Bırakın DEHAP kendi kendini tarihe gömsün!
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2004
<B>TÜRKİYE Cumhuriyeti </B>son aylarda önemli adımlar atarak üzerinden üç önemli yük atmıştır. 1) Uluslararası platformlarda son 28 yıldır, haklı haksız, ancak illa ki her ortamda önümüze konulan Kıbrıs meselesi, referandum hamlesiyle sırtımızdan atılmış, hatta Rumların bağnaz tutumu nedeniyle bazı avantajlar dahi elde edilmiştir.
2) Anadilde yayın hukuken serbest bırakılarak, ayrıca palyatif olsa dahi uygulama da yapılarak başka bir yük daha sırtımızdan fırlatılmıştır.
3) Leyla Zana ve arkadaşları nihayet salıverilerek Kürt meselesinde son doğru hamle yapılmıştır.
* * *
Hükümetin Kürt meselesinde doğru yolda olduğunu Kürt nüfus ağırlıklı iller de teslim etmiş olmalı ki; 21. yüzyılı çözemeden hálá sadece etnisite kökenli ve Marksist omurgalı siyaset yapan DEHAP, Güneydoğu’da 3 Kasım 2002 seçimleri ile 28 Mart 2004 seçimleri arasında 745 bin oydan, 184 bin oy kaybederek ve yüzde 25 gerileyerek 561 bin oya inmiştir.
Türkiye genelinde ise oy kaybı, başka bir parti ile (SHP) işbirliği yapılmasına rağmen 300 bin civarındadır.
* * *
Şimdi aynı partinin, Leyla Zana kararlarını ve son gelişmeleri katiyen okuyamadığını görüyoruz.
Askeri alanda zaten oldukça tecrit edilmiş olan PKK terörünün dünya çapında ideolojik temelde de büyük çapta gerileme durumunda olduğu bir dönemde, hükümet ile PKK arasında arabulucu görevine soyunmaya kalkışmak çok geç kalmış bir çabadır.
Deyim yerinde ise bu konuda hükümet çoktan erken kalkıp yol almıştır.
Teklif çok geç kalan ve artık abuk bir içerik kazanan bir tekliftir!
* * *
Hele hele Apo’ya özgürlük istemek; milletin büyük çoğunluğunun vicdanını tamamen hiçe sayan, tek-benci, hukuka zerre kadar saygı duymayan, etnisist ve ‘artık yeter!’ dedirten bir taleptir.
Üstelik de 21. yüzyılın talep ettiği ve bir arada yaşamayı dayatan düşünceyi kökünden reddeden bir tavırdır.
‘Benim duygularım önemli, seninkiler ise önemli değil!
Hele hele hukukun en eski ve en temel prensibi olan, suçun mutlaka cezalandırılması gerektiği prensibi ise hiç önemli değil!’
* * *
İnsanlar nerede durmaları gerektiğini bilemedikleri zaman diğer insanlar da ‘acaba amaçlı olarak ülkeyi germeye matuf yeni gelişmeler mi var?’ diye sormadan edemiyorlar.
Bu akıl ile hem Kürtler, hem Türkiye kaybediyor.
Benim indimde ise DEHAP kendisini tarihe gömüyor.
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2004
<B>BİR </B>haftadır güncel olandan kopup <B>denizcilik </B>üzerine yazıyorum. Bu tutumumu garipseyenler olabilir. Ancak ben bu hafta aldığım bilgiler ışığında denizcilik sektörünün Türkiye’nin ufkunu açma gücünün çok yüksek olduğuna, Türkiye’nin bilgisizlik nedeni ile elinin altındaki bir nimeti teptiğine ikna oldum. Amacım; etrafı denizlerle çevrili ülkemizde denizin öneminin kavranmasına hizmet etmektir.
* * *
Yunanistan gezisinde Denizcilik Müsteşarı İsmet Yılmaz ile tanışma ve sohbet etme şansım oldu.
İsmet Yılmaz hem İTÜ Denizcilik Fakültesi, hem İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Hem İsveç’teki Dünya Denizcilik Üniversitesi’nden Gemi Teknik Yönetimi, hem de Marmara Üniversitesi’nden Özel Hukuk alanlarında master dereceleri almış.
Sektörü çok iyi tanıyan, denizi çok seven bir insan. Oldukça hoşgörülü bir yapıya sahip. Kamuoyunda dikkati çekmekten ise pek hoşlanmıyor.
Müsteşarın çok net bir tezi var:
Bu hükümet döneminde denizcilik tüm Türk ekonomisinin ana sektörü, lokomativi olacak.
Bugün 3.5 milyar $ katma değer sağlayan sektörün 2005 yılı sonunda 15 milyar, 2013 yılında ise 60 milyar $ katma değer sağlayacak seviyeye ulaşma hedefini o da gerçekçi buluyor.
Denizcilikte dünyanın önde gelen ilk 10 ülkesi arasına girmemizi öngörüyor.
Yunanistan, Kore, Japonya, Çin denizcilikte hızla gelişen ülkelermiş, bunlar arasına bizim girmememiz için bir neden yok diyor.
* * *
İddialı ancak denizciler tarafından kabul gören bir saptaması var. Deniz Ticaret Odası’nın (DTO) bir yıl önce Ulaştırma Bakanı’na verdiği dosyada yer alan tüm sorunları çözülmüş.
Türkiye’de liman ücretleri yakın zamana kadar çok yüksek imiş. Bu da limanlarımıza yabancı turist gemisi gelmesine engel oluyormuş. Bu ücretler yarıya indirilmiş, dünya seviyeleri ile paralellik kurulmuş.
Deniz sektöründe ticari amaçlı çalışan gemilerde ÖTV de %85 azaltılmış. Şu ana dek 60 bin ton yakıt kamu ve özel sektöre eşit olmak kaydı ile destekli verilmiş. Bu durumdan 3500 gemi faydalanmış.
Kamu sektöründe İDO aldığı destekle bilet fiyatlarını %42 azaltmış. İDO 10 trilyon destek almış, ancak bunu 12 trilyon bilet ücret indirimi olarak halka yansıtmış. İDO artan yolcu sayısı ile 3.5 trilyon KDV ödemiş.
Destek, zaten dış ticaretin %87’isini taşıyan gemilerimizin yük kapasitesini %16, gelirini ise %8 artırmış.
* * *
Ayrıca bu yıl deniz ihtisas mahkemeleri kurulmuş, denizcilerin talebi üzerine Türk Ticaret Kanunu’nun bir sürü maddesinde istenen doğrultuda düzenlemeler yapılmış.
Başlı başına ayrı bir konu olan gemi yapımı (tersaneler) alanında ise bir master planı hazırlanmakta imiş.
* * *
Geçtiğimiz hafta kazandığım bilgiler beni denizcilik sektöründe nefer yaptı.
Bu sektörün önemine candan inandım.
Özel sektör ile hükümet arasındaki uyum ise heyecan verici, dilerim diğer sektörlere de örnek olur.
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2004
<B>YUNANİSTAN </B>sularından yazmaya devam ediyorum. Deniz Ticaret Odası’nın (DTO) genç başkanı Metin Kalkavan ‘Deniz ülkesiyiz, ancak ne denizci ülke ne de denizci milletiz’, diyor.
Türk milletinin denizden uzak oluşunu Kalkavan göçebeci sosyal genlerimize bağlıyor. ‘Biz kara insanıyız!’
Karadan ayağımızı kesemiyoruz. Altımız hareket etmeye başladığında korkuyoruz. Galiba bilimin ışığına sığınmayan insanlar korkak oluyorlar, risk alamıyorlar.
Deniz korkak ve risk alamayan insanların yeri değil!
* * *
Halbuki üç bir yanımızdaki denizlerimizde 15 milyar $ yatıyor ve biz bu uğurda ıslanmayı göze alamıyoruz.
Bu çaresizliği aşmak lazım!
Bu görev de evvel emirde DTO’da.
* * *
Metin Kalkavan temel hedeflerinin zihniyetin değişmesi olduğunu söylüyor.
Feodal bir zihniyetten sıyrılıp, çağdaş bir anlayışa sarılmak gerekiyor.
Her şeyden önce de DTO’nun değişmesi gerekiyor!
Kalkavan; bir dönem tüm ülke gibi denizciliği de bir virüs gibi saran hortumculuğa karşı etik kuralları geliştirdiklerini ve yayınladıklarını anlatıyor.
‘Bir iş yapılırken kárlılığından önce ahláki olup olmadığı irdelenmelidir’ diyor.
Her iş şeffaf ve hesap verebilir durumda olmalıdır!
‘Aksine davrananların aramızda işi yok!’
* * *
Metin Kalkavan’a yıllık 3.5 milyar $ geliri 2005 sonunda nasıl 15 milyar $’a çıkarabileceğimizi sorduğumda ‘devletin öncelikli alanlar belirlemesi gerektiğini’ söylüyor.
Devlet her şeyi teşvik edemez!
Teşvik öncelikli alanlarını belirlemelidir.
Böyle bir öncelikleri belirleme çalışması yapılırsa, seçilecek alanlardan birisinin denizcilik olacağından emin.
‘Devlet bize sadece ve sadece diğer devletlerin kendi deniz sektörüne verdiği teşvikleri versin.’
Yunanistan’dan, son yıllarda her alanda olduğu gibi denizcilikte de büyük sıçrama yapan Çin’den teşvik örnekleri veriyor.
AB ülkelerinin nasıl dolaylı teşvikler uyguladığını anlatıyor.
İstediği vergi muafiyetleri, ‘bir kuruş kredi istemiyoruz’, diyor. Sektör yurtdışından çok kolay kredi buluyormuş.
‘Şu ana dek gördüğümüz en anlayışlı hükümet de bu hükümet!’
* * *
Metin Kalkavan’ın ikinci derdi bürokrasi. Marina inşaatları, bürokrasi nedeniyle bir türlü bitmiyormuş. Eğer ‘yuvarlak masa’ sistemi uygulanır, tüm bürokrasinin aynı anda bilgilendirilmesi, etüt yapması ve yuvarlak masa etrafında karşılıklı tartışarak karar vermesi sağlanırsa marinalar çok daha çabuk biter diye düşünüyor. Marinalar harcanan her 1 liraya karşılık geriye 30 lira ödüyorlarmış!
* * *
DTO’nun bir hedefi de denizcilik eğitimi!
Türkiye Denizcilik Eğitim Vakfı (TÜDEV) kurulmuş, denizcilik üniversitesi için başvuru yapılmış.
Zaten halen 450-500 civarında öğrenci sertifika eğitimi alıyormuş.
Denize yatırım yapmak için de yine önce insana yatırım yapmak gerekiyor!
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2004
<B>BU </B>slogan bir saptama değil, bir hedef! <B>Deniz Ticaret Odası</B> (DTO) 2003’teki <B>arama konferansında </B>hedeflerini bu söz ile belirlemiş. DTO’nun davetlisi olarak katıldığım Posidonia Fuarı çerçevesindeki Yunanistan gezisi devam ediyor.
Ben de bu haftaki yazılarımı çok az bildiğimiz ama çok şey vaat eden bu sektöre ayırıyorum.
* * *
Bir gece önce Ankara gemisinin bağlı olduğu Pire Limanı’nın iskelesinde nefis bir gece geçirdik.
Kaptan Işık Koşan yönetimindeki gemi çalışanlarından ilk günden itibaren üstün bir hizmet alıyoruz, ama bu hizmet o akşam mükemmelleşiyor.
İzdihamın yaşandığı bir kokteylde bizzat gemide hazırlanan nefis Türk yemek ve mezeleri, Yunanlı misafirlere bir müzik ziyafetiyle birlikte sunuluyor.
İzdihamdan belli ki DTO’nun Yunanistan’da itibarı çok yüksek.
* * *
Emekli Amiral A. Yüksel Önel, deniz ticaretinin var olduğu günden beri küresel faaliyet olduğunu vurguluyor. ‘Hiçbir ticari gemi, sadece kendi limanlarından yine kendi limanlarına mal taşıyarak yaşayamaz’ diyor.
Küresel rekabeti DTO’nun genç başkanı Metin Kalkavan da vurguluyor.
Metin Kalkavan, DTO’nun mektepli başkanı!
1959 Rize doğumlu. 1982’de Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun olmuş.
Denizcilik üzerine ihtisaslaşan dünyanın sayılı üniversitelerinden İngiliz Plymouth Üniversitesi’nden 1985 yılında Uluslararası Denizcilik alanında da yüksek lisans (master) derecesi almış.
Ancak, kendisine mektepli sıfatı yetmiyor. Alaylı da. Bilenler bilir; atadan dededen denizci bir aileden geliyor. Şu anda denizcilik sektörünün çeşitli alanlarında hizmet veren özel bir işletmeler ağını yönetiyor.
Çeşitli alanlarımızda temayüz eden genç ve dinamik yöneticilerimiz bana büyük heyecan veriyor. Küresel dünyayı onlarla yakalayacağımıza inanıyorum.
* * *
Metin Kalkavan, Türk denizciliğinin dünyada orta bir yerde durduğunu vurguluyor.
Yunanistan’ın yılda kişi başına 10.000 dolar aldığı 300 milyar dolarlık bir pastadan biz kişi başına ancak 50 dolar pay alabiliyoruz!
Kalkavan, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde denizi sevmediğimizi, ondan korktuğumuzu, özünde karacı bir millet olduğumuzu vurguluyor.
‘Deniz ülkesiyiz ama ne denizci ülkeyiz, ne de denizci milletiz!’
Allah’ın sunduğu bir nimetten yararlanmaktan aciziz!
O halde işe insanımızı bu alanda yetiştirerek başlamak zorundayız.
* * *
Ben kişi başına yıllık 50 dolarlık (3.5 milyar dolar) geliri kolaylıkla 4-5 misli artırarak sadece 2005 sonu itibarıyla kişi başına 200-225 dolara (15 milyar dolar) çıkarabileceğimiz iddiasına katılıyorum.
Bunun nasıl oacağını, Metin Kalkavan’ın görüşlerini nakledeceğim cumartesi günkü yazımda irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2004
<B>DENİZ Ticaret Odası</B>’nın davetlisi olarak iki yılda bir tertip edilen <B>Posidonia Fuarı</B> için <B>Yunanistan</B>’dayım. Bu gezi benim için iki adet ilki gerçekleştiriyor.
Hayatımda ilk kez soyadıma uygun (ül=deniz) olarak denizin ne olduğunu öğreniyorum.
Ayrıca, bir Rumeli göçmeni ailesi olarak hayatımda ilk kez atalarımın topraklarına ayak basıyorum.
* * *
Gezi sırasında katıldığım sohbetler cahili olduğum bir konuda beni çok etkiledi. Cehaletimin üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde normal yurdum insanının ortak öğesi olduğu inancı ile de birkaç gün bu konuda yazmaya karar verdim.
Sohbetlerin genel perspektifini gemide bulunan emekli amiraller kuruyor.
Vural Beyazıt, Salim Dervişoğlu ve Yüksel Önen, denizi bunca yıl sonra hálá aşkla anlatıyorlar.
İnsanın insana aşkı 4 yılda bitermiş ama demek ki insanın denize aşkı hiç bitmiyor.
* * *
Deniz neden önemli? Cevabı basit. Dervişoğlu ‘Dünyanın 3/4’ü deniz!’ diyor. İlave ediyor: ‘Üstelik, hayatın bizzat kendisi deniz. Tüm canlılar oradan geliyor.’
Beyazıt komutan ‘İmparatorluklar deniz gücü ile var oluyorlar!’ diyor. Sadece Osmanlı, Britanya değil, ABD de deniz gücü ile imparator oldu! Son Irak Savaşı’nın hava gücünü öne çıkarıp çıkarmadığını sorguluyorum. Komutanlar hava gücü yol açar, ancak yıkar geçer, deniz gücü işgal eder, var eder diyorlar.
Ancak, komutanlar askeri anlamda dahi deniz kuvvetlerinin varlık nedenini işgale/fethe değil, ticarete bağlıyorlar.
Ticari bahriye olmadan askeri bahriye olmaz diyorlar.
Dünya ticaretinin ana arteri denizdir, bu arterleri açık tutmanın sorumlusu da deniz kuvvetleridir.
Vural Beyazıt deniz ticaretinin önemini matematiksel bir yaklaşımla izah ediyor.
‘Deniz ticaretinin maliyeti 1 lira ise, kara ticaretinin 7, hava ticaretinin 20 lira.’
Bu basit açıklama ekonomide denizin önemini ortaya koyuyor. Denize hákim olmayan ticarete, ticarete hákim olmayan ekonomiye hákim olamaz.
‘Yollar açık olmalı, denizler kontrol edilmeli!’
* * *
‘Bismillah vira!’ Deniz Kuvvetleri komutanları yola hep bu sözlerle çıkarlarmış. Her yeni geminin en yüksek direğine bir Kuran asılırmış.
Neden? ‘Denizin ortasında yanında bir tek Allah olur.’
* * *.
Bizim denizcilikte durumumuz ne? Ne zaman ki Osmanlı denizciliği boşladı, içe kapanma, bilimin ışığından kaçma, hurafeler ile yönetim ve sonunda çöküş o zaman başladı.
Denizden uzak olanın zihni açık olamaz, zihni kapalı olan da denizden faydalanamaz; sadece korkar.
Yılların korku üzerine kurulu politikaları da şu acı sonucu üretiyor:
11 milyon nüfuslu Yunanistan dünya filosunun doğrudan %17, yabancı bayraklı olarak da ayrıca %17’sine sahip. Yıllık 300 milyar dolar üreten deniz ticaretinin 1/3’ünü, 100 milyar doları onlar alıyor. Biz 70 milyon nüfusumuz ile ancak 3.5 milyar dolarlık paya sahibiz. Yunanistan’a da her yıl 2 milyar dolar ödüyoruz!
Yazının Devamını Oku 7 Haziran 2004
<B>NİHAYET Kürtçe</B> yayın başlıyor! Ancak nasıl? <B>TRT</B>’nin yapacağı ve<B> ‘Kültürel Zenginliğimiz’</B> adı altında yayınlanacak programlar <B>değişik dil</B> ve <B>lehçelerde</B> olacakmış. TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz, yayın yapılacak dil ve lehçeleri ise Boşnakça, Arapça, Kırmançi, Çerkezce ve Zazaca olarak sıralamış. Verdiği bilgilere göre, programlarda haber özetleri, spor haberleri, belgeseller, Türkiye’nin doğal ve tarihi yörelerini sergileyen magazin programları ile müzik programları yer alacakmış.
Anadilde yayın her gün başka bir dil ve lehçede 15 dakika olacak.
* * *
Tamamen dostlar alışverişte görsün mantığı ile hazırlanan anadilde yayın programı net bir şekilde TRT’nin bu konuda gönülsüzlüğünü yansıtıyor.
Ancak TRT gönülsüzlükte haklıdır!
Devletin anadilde yayın yapılmasının önünü açması gerekir ama devletin bu hizmeti bizzat verme zorunluğu olduğunu düşünmüyorum.
Zaten, işin zoraki olduğu o kadar ayan beyan ki; anadilde yayın 23 Nisan çocuklarının bir günlüğüne vali, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olması gibi palyatif bir görüntü veriyor.
Sanki TRT şakacıktan anadilde yayın yapıyor!
Günde 15 dakika ve malumun ilanı üzerine kurulu bir program düzeni!
Üstelik, ana dilde yayın talebinde nüfus yoğunluğu açısından anlamı olan sadece Kürtçe iken yayına talep yoğunluğu düşük diller de alınmış.
Kürtçe tek başına kalmasın diye!
15 dakikada insanlara ne anlatılır, ne öğretilir, eğlence ve kültür ihtiyaçları nasıl giderilir ki?
Sonra neden sadece adı geçen dilller ve lehçeler?
Örneğin; Lazca, Gürcüce, Ermenice, İbranice, Rumca’nın başları kel mi, Kürtçe’nin diğer lehçeleri ne olacak?
* * *
Devletin görevi sadece yol açmaktır, anadili serbest bırakan hükümet ülkede bir devrim yapmıştır.
Ama TRT’nin yayın yapıyormuş gibi davranmak üzere bir zorlamaya itilmesi yanlıştır!
‘Gerekirse değil komunizmi memlekete getirmek, anadilde yayın dahi yaparız!’
Anadilde yayın yapma ilkesi tamamen serbest piyasaya bırakılmalıdır.
İsteyen istediği dilde ve lehçede, finansmanını karşılamak kaydıyla, serbest yayın yapsın!
Anayasa ve RTÜK’e aykırı davranmamak kaydıyla istediği saat kadar yayın yapmak, kendi yayın ilkelerini belirlemek, finans kaynaklarını bulmak görevi özel kanallara ait olsun.
Kullanacakları dili ve lehçeyi de kendileri seçsinler.
TRT ise bir özerk kurum olarak, isterse ve optimal bulursa anadilde bölgesel yayınlar yapsın!
Devletin temel prensibi herkese eşit mesafede durmaktır!
Sadece beş dil ve lehçede yayın bu ilkeyi zedeler!
* * *
Devlet ülkedeki tüm anadillerde ve dahi lehçelerde hizmet vermek zorunda değildir!
Onun görevi tüm kitleyi kucaklayan resmi dilde yayın yapmaktır.
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2004
<B>BÜKEMEDİĞİN </B>eli öpeceksin! <B>Statükoyu </B>candan kutlarım! Nihayet bu <B>hükümeti </B>de dize getirdi. Hükümet ekonomide kat edilen mesafeler, uyum yasaları ve Kıbrıs çıkarması ile yüreklerimize serin sular serpmişti, ama YÖK konusunda dersini aldı ve sesini kesti.
Bilmem farkındalar mı, kendi çapsız hukukçuları sayesinde özelleştirmede de elleri kolları bağlanıyor. Hükümet her geçen gün gelir kaynaklarını dengelemek için vatandaşın boğazını zamlar ve ek vergiler ile daha fazla sıkmaya itiliyor.
Giderek, ekonomide çuvallayan, tabanına verdiği sözleri tutmayan hükümet imajı çizilmeye çalışılıyor.
Aralık 2004 bekleniyor!
Maazallah, Türkiye aralıkta AB’den müzakere takvimi alamaz ise daha önce de iddia ettim; tekrar ediyorum AKP’yi bölmek için harekát başlayacak.
* * *
YÖK konusunda öyle bir kıyamet koparıldı ki, sanki ülke yeni bir darbeye gidiyor havası verildi. Hemen herkes olanca gücüyle bağırınca hükümet kendini sinmek zorunda hissetti. Şimdi ‘aferin!’ alıyor! Neyin aferini? Zokayı yutmanın aferini! ‘Ağır ol ki molla desinler!’
Hükümet yetkilileri de ‘ülkeyi germedik!’ diyerek başarılarını muştuluyorlar!
* * *
Galiba hükümet kendi doğrularını esen rüzgárlar ile buluyor.
Uyum yasaları dışarıdan ittirme ile gidiyor, 1 Mart tezkeresi duvara tosladıktan sonra korku belasına çıkarılan yeni tezkere ABD’nin ödlekliği nedeniyle elde patıyor. Kıbrıs konusunda hükümet uzun süre KKTC’deki seçimlere bel bağlıyor, sonunda Bush amca ve Prodi abi ‘doğru yolu’ gösteriyor. Ekonomi; zaten IMF’nin yol haritası takip edilerek yürütülüyor.
Ben hükümetin içindeki bazı kıymetli bakanların, Türk ekonomisini yönlendiren dünya kalitesinde bürokratların hakkını yemek istemiyorum.
Başbakan’ın mert ve samimi tavrından da şüphe duymuyorum.
Ancak, hükümeti yönlendirenler arasında bir köy kurnazı ekip de var.
Bu ekip aşırarak-devşirerek ama asla oyun kuramadan, strateji üretemeden, taktik geliştiremeden, hukuku yorumlamadan iş yapmaya, adeta yangından mal kaçırmaya çalışıyor. Çapları bu kadar!
* * *
Müslüman demokrasi kelimesinden kaçmak için muhafazakár demokrasi diye uyduruk bir kavram üretiyorlar, uydurduklarının bile aşırma olduğu anında ortaya çıkıyor.
Bu ülkede statükonun kalesi YÖK’ü değiştirmenin ne kadar zor bir iş olduğunu da dün öğrenmiş olamazlar. Şahsen sorduğumda övüne övüne, ‘kaşıktan dönenin...’ diye cevap verdiler. Kurullarında gümbür gümbür bağırdılar.
Çuvallayan özelleştirmeleri de kendileri tanzim ediyorlar!
Sonra ne oluyor? Hesapsız işlerde, köylü kurnazı oyunların sonunda hep geri adım atıyorlar!
Ne demiş büyüklerimiz?
Yiyemeyeceğin pastayı ısırıp da mundar etme!
Yazının Devamını Oku