3 Haziran 2004
<B>BU </B>hükümet de diğerleri gibi <B>YÖK </B>konusunda <B>statükoya </B>tosladı ama ben <B>eğitim </B>konusunda yazmaya ısrarla devam edeceğim. Zira bu ülkenin en önemli sorununun insan sermayesindeki gedikler olduğunu düşünüyorum.
Hükümetin kendisine destek verenlere attığı kazığı ise cumartesi günü irdeleyeceğim.
* * *
Bir ülkenin omurgasını işçi, küçük işletmeci ve esnaftan oluşan orta direk meydana getirir.
Ülkeyi ileriye taşıyacak en önemli insan sermayesi meslek okullarında kazanılır.
Nitekim, meslek lisesi mezunlarını hüsrana uğratan Cumhurbaşkanı da aynı kanıda. Veto yazısında diyor ki:
* * *
‘Çağdaş ülkelerde, ortaöğretim içindeki mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarının oranı % 65, liselerin oranı ise % 35 iken, ülkemizde bunun tam tersi geçerlidir. Oysa, mesleki-teknik eğitim sanayi ve ticaret sektörünün can damarıdır. Bu kadar düşük mesleki-teknik eğitim oran ve sayıları ile Türk sanayisinin gelişmesinin güç olduğu, gelişmiş ülkelerin sanayileri ile rekabet edilmesinin tek yolunun sayıca ve nitelikçe üstün ara işgücünün yetiştirilmesinden geçtiği tartışmasız kabul edilmesi gereken bir gerçektir.’
* * *
Bu konuda MEB de aynı kanıda. Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği ‘katsayıyı kaldıran’ 5. maddenin gerekçesini MEB de şu şekilde ifade ediyor:
1998-1999 öğretim yılında ortaöğretimdeki toplam 2.296.203 öğrencinin % 57’si (1.297.514) genel ortaöğretime giderken, % 43’ü (998.689) mesleki ve teknik orta öğretime gidiyordu...
2003-2004 öğretim yılında ortaöğretimdeki toplam 3.593.404 öğrencinin % 69’u (2.463.923) genel ortaöğretime giderken, ancak % 31’i (1.129.481) mesleki ve teknik ortaöğretimi tercih etmiştir. Türkiye mesleki ve teknik ortaöğretimde plan hedefinin çok gerisinde kalmıştır.
Bu durum, imam hatip liselerine giden öğrencilerin oranlarının değişmediğini göstermekte ve katsayı uygulamasının yalnızca imam hatip lisesi öğrencilerinin sayısını azalttığı, diğer mesleki ve teknik liselere zarar vermediği tarzındaki savların doğru olmadığını ortaya koymaktadır.
1998-1999 öğretim yılında genel ortaöğretimde 1.297.514 öğrenci var iken % 90’lık artışla 2003-2004 öğretim yılında bu sayı 2.463.923’e yükselmiştir. Mesleki ve teknik ortaöğretimde ise 1998-1999 öğretim yılında 998.689 öğrenci var iken ancak % 13’lük artışla 2003-2004 öğretim yılında 1.129.481’e yükselebilmiştir.
* * *
Dünyanın gidişinin tam tersine bir durum ortaya çıkmış ve genel ortaöğretimdeki öğrenci sayısı azalmak bir yana, mesleki ve teknik eğitime göre %77 (imam hatip liseleri hariç % 62) oranında artmıştır.
* * *
Tepede kocaman adamlar çekişirken olan gençlere oluyor. Ama kimin umrunda!
Yazının Devamını Oku 2 Haziran 2004
<B>PAZARTESİ </B>günü <B>Cumhurbaşkanı</B>’mızın veto yazısında <B>imam hatipler </B>ile ilgili kurduğu mantığı sorgulamıştım. Zira Cumhurbaşkanı; mezuniyetten sonra imam hatip olmayıp başka mesleklere giren imam hatiplileri Anayasa’ya aykırı buluyor ve laikliğe darbe olarak nitelendiriyordu.
Ben de ortaya ihtiyaç fazlası vatandaş kavramını attım ve bile bile fazladan imam hatip okulu açan cumhurbaşkanlarının anayasal suç işleyip işlemediğini sorguladım. Örnek olarak da Süleyman Demirel ve Kenan Evren’in adını verdim. Kenan Evren bir itiraz yazısı yolladı.
Aynen yayınlıyorum.
* * *
‘Sayın Cüneyt Ülsever
Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı
31 Mayıs 2004 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde ‘Vetonun açtığı bazı kargaşalar’ başlığını taşıyan yazınızın bir yerinde ‘İhtiyaçtan fazla imam hatip okulu açan Süleyman Demirel ve Kenan Evren anayasal suç işlemişlerdir. Haklarında takibat yapılacak mı?’ ifadesinde bulunmuşsunuz.
Benim devlet başkanlığım ve cumhurbaşkanlığım döneminde bir tek imam hatip okulu açılmamıştır. Devlet İstatistik Müdürlüğü’nün 1980-1981 yıllığında gösterilen 33 imam hatip okulu; 1980 yılı başından 9 Eylül 1980 tarihine kadar olan zaman içerisinde açılmıştır. 12 Eylül 1980’den sonra yukarıda ifade ettiğim gibi hiçbir imam hatip okulu açılmamıştır.
Bu açıklamanın aynı sütunda yayınlamasını rica ederim.
Sevgilerimle.
Kenan Evren
7. Cumhurbaşkanı.’
* * *
Ancak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı rakamlar 7. Cumhurbaşkanı’nı doğrulamıyor.
Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı döneminde 8 adet imam hatip okulu açılmıştır.
Bunlar 05.03.1984 tarihinde açılan Tunceli ile 09.09.1988 tarihinde açılan Balıkesir-Manyas, Denizli-Serinhisar, Diyarbakır-Ergani, Şırnak-Cizre, Muş-Varto, Şanlıurfa-Birecik imam hatip okullarıdır.
* * *
Ben kimseyi fazladan imam hatip açtığı için suçlamıyorum. Zira ısrarla yazıyorum, imam hatipler imam ve hatip yetiştiren meslek okulları değildir. Türkiye; hemen her ülkede bulunan ve milletin bir kısmı tarafından talep edilen din ağırlıklı okullar ile yüzleşmeden bu sorunu çözemeyecektir.
Ben bizzat devlet tarafından açılan, müfredatı devlet organları tarafından belirlenen, öğretmenleri devlet memuru olan, devlet müfettişleri tarafından devamlı denetlenen, ilki CHP döneminde açılan, tüm cumhurbaşkanları tarafından teşvik edilen, son Cumhurbaşkanı’nın da düne kadar itiraz etmediği imam hatiplerdeki ihtiyaç falzası öğrencileri Cumhurbaşkanı’nın şimdi Anayasa’ya aykırı ve laikliğe tehlike arz eder bir şekilde nitelemesini en basit deyimiyle devlet takkıyesi olarak görüyorum.
* * *
Yarın esas sorun olan meslek liselerini irdeleyeceğim.
Hükümet pes etse de ben devam edeceğim!
Yazının Devamını Oku 31 Mayıs 2004
<B>CUMHURBAŞKANIMIZ </B>YÖK Kanunu’nda yapılan bazı değişiklikleri <B>22 sayfalık</B> bir metinle veto etti. Veto metninde öz genel bir laiklik tartışması! Bu tartışma aşağıda izah edeceğim gibi benim aklımı karıştırdı.
* * *
Cumhurbaşkanımız’ın verdiği rakamlara göre:
2003 yılı itibarıyla Türkiye’de 536 imam hatip lisesi var, bu liselerde 105 bin öğrenci okuyor, yıllık imam-hatip gereksinmesi 5 bin olmasına karşılık, bu liseleri bitirenlerin sayısı 25 bini buluyor.
Sezer, yapılan araştırmalara göre, 2003 yılı itibarıyla imam hatip lisesini bitirenlerin sayısının 511 bini aştığının anlaşıldığını da bildiriyor.
* * *
Eklektik bir laiklik tartışması yapan Sezer, imam-hatip lisesini bitirenlerin kendi alanları dışındaki yüksek öğretim programlarında okuyabilmelerine olanak sağlayan düzenlemeyi Anayasa’daki laiklik ilkesi açısından kökten yanlış buluyor.
* * *
‘...Öğretim Birliği Yasası’nda, imam hatip yetiştirecek okulların kurulmasının öngörülmesinin amacı, din kültürünü bilimsel ortamda edinmiş, aydın, toplumu batıl inançtan kurtarabilecek din adamları yetiştirmektir...
Bu amaç, imam hatip liselerinin imamlık, hatiplik ve Kuran kursu öğreticiliği gibi alanlardaki dini hizmetleri yerine getirmek amacıyla, öğrencileri bu mesleğe hazırlayıcı programlar çerçevesinde eğitim ve öğretim verilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.’
* * *
Yukarıdaki alıntılar çerçevesinde Cumhurbaşkanı’mızın metinde kullandığı mantık şu sonuçları vermektedir:
a) İmam hatipler; imam ve hatip yetiştirdikleri sürece hem Anayasa’nın laiklik ilkesine, hem de Öğretim Birliği Yasası’na (Tevhid-i Tedrisat) uygundurlar.
b) Ancak, ihtiyaç fazlası imam hatip mezunları; Anayasa’nın laiklik ilkesine ve de Öğretim Birliği Yasası’na (Tevhidi Tedrisat) uygun değildirler!
* * *
Kendi rakamlarına göre; İmam hatipler her yıl 5.000 adet Anayasa’ya uygun olan ve 20.000 adet de uygun olmayan vatandaş yetiştiriyor!
Yine kendi verdiği rakamlar çerçevesinde; imam hatip okulları mezun sayısı 511.000’i bulduğuna göre; anayasal ihlal yıllardır devam etmektedir.
* * *
Bu veto çerçevesinde benim aklıma dün itibarıyla takılan sorular şunlardır:
1) İhtiyaçtan fazla imam hatip okulu açan Süleyman Demirel ve Kenan Evren anayasal suç işlemişlerdir. Haklarında takibat yapılacak mıdır?
2) Seçildiği tarihten 29.05.2004 tarihine kadar bu konuda sessiz kalan Cumhurbaşkanımız da anayasal ihlale göz yummuş oluyor. Hakkında bir işlem yapılacak mıdır?
3) İhtiyaç fazlası imam hatipler kapatılacak mıdır?
4) Devlet dairelerinde memur olarak çalıştıkları için laikliğe karşı tehlike oluşturan imam hatip mezunlarının görevlerine son verilecek midir?
5) İmamlık yerine başbakanlık yapan Recep Tayyip Erdoğan’ın durumu Anayasa’ya aykırıdır. Görevden alınması gerekmez mi?
6) İhtiyaç fazlası vatandaşlar ne yapılacaktır?
Yazının Devamını Oku 29 Mayıs 2004
<B>GENELKURMAY </B>İkinci Başkanı Orgeneral <B>İlker Başbuğ</B> demiş ki: ‘...<B>Laiklik</B> sürecini yaşamayan, bu deneyime sahip olamayan ülkelerin <B>demokratik</B> bir yapıya kolaylıkla ulaşabileceğini söylemek, bir iddiadan ileriye geçemeyebilir.’ Orgeneral haklıdır!
Her ne kadar resmen laik olmadığı halde demokratik rejime (örnek: İsrail) sahip ülkeler var ise de saptama özünde doğrudur.
Bir ülke tekli hukuka kavuşmadan hukukun üstünlüğüne ulaşamaz ve dolayısıyla demokratik bir yönetime sahip olamaz.
Tek hukuklu rejim ise ancak hukukun tüm dinlere aynı mesafede durduğu laik düzen ile mümkündür.
* * *
Bu açıdan laiklik demokrasinin gerekli şartıdır.
Ancak...
Laiklik demokrasi için gerekli ancak yeterli şart değildir!
* * *
Demokrasi bir bütündür.
Demokrasi için çok partili rejim, seçimler, hukuk devleti, anayasal düzen vb. de teker teker gerekli şartlardır ama bu şartlardan hiçbirisi, hatta yazdığım kadarıyla tümü birden yeterli şartları oluşturmaz.
Demokrasi çok değişkenli bir iklimdir!
Yazılı kuralların dahi tek başlarına demokrasi için yeterli olmadığını söylemek gereklidir.
İklim her şeyden önce tüm farklı değişkenlerin belirli bir noktada buluşmasıdır.
İklim egemen olan ortak koşullardır!
* * *
Bizi ilgilendiren soru da Türkiye’deki iklimin demokrasiye ne kadar müsait olduğunu irdelemektir.
Türkiye ile ilgili doğru soru:
Türkiye’de egemenliğini hepimizin kabul ettiği ortak koşulların bizzat yarattığı mutabakat alanının ne kadar geniş olduğudur!
Maalesef bu alan tüm ülkeyi kucaklayacak kadar geniş değil.
* * *
Kurumları değil vatandaşları kastederek söylüyorum:
1) Demokrasinin bizzat ön şartı olan laiklik üzerinde bir mutabakat yok.
Dinin devlete müdahale etmemesi konusunda belki daha geniş bir mutabakat var ama devletin dine müdahale etmemesi konusunda mutabakat yok.
2) TSK’nın yetkileri hakkında da mutabakat yok.
Siyaset mi askerin alanını çizer, asker mi siyasetin alanını çizer sorusuna hepimiz aynı cevabı vermiyoruz.
Son örnek bir eğitim alanı olarak YÖK yasası ile ilgili Genelkurmay’ın İHL itirazını, değme demokratların yadırgamamasıdır!
Zira, Genelkurmay onların görüşleri çerçevesinde açıklama yapmıştır.
Açıklamaya demokratik prensipler açısından yaklaşmaya gerek duyulmamıştır!
* * *
Ben de BOP çerçevesinde ‘model olma’ tartışmalarından sıkılıyorum.
Biz önce kendi işimizi yapalım!
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2004
<B>İLAÇTA </B>önce KDV yüzde 18’den yüzde 8’e indi. Sonra ilaç fiyatları dolardaki düşüş oranında bir kez daha düştü. Şimdi ithal ilaçta fiyatlar bir kez daha düşecek.
Yeni düzenlemedeki mantığı anlayamayan bazı köşeli yazarlar, Sağlık Bakanlığı ile ‘öyle emirle fiyatlar düşer miymiş!’ diye alay ettiler, aklı evveller ‘öyleyse benzin fiyatlarını da emirle düşürün!’ diye ahkám kestiler.
* * *
Halbuki yeni düzenleme, akılcı ve gerçekten fiyatların düşmesini sağlayacak bir formül.
Dünyada ilaç fiyatları ülkeden ülkeye fark gösteriyor. Açıkçası, ülkeler ilaç firmaları ile pazarlık yaparak fiyatları tespit ediyorlar. Bizde de durum böyle idi.
İlaç firmaları ellerinde girdi faturaları ile Sağlık Bakanlığı’na başvururlar, bürokratlar ile yüz yüze pazarlık yaparak fiyat alırlardı.
Şimdi ilaç firmaları, ellerindeki ilaçlar için AB üyesi beş ülkedeki (Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya, Fransa) benzer ilaçların fiyatlarına bakacaklar ve en ucuz fiyatı ilaçlarına uygulayacaklar.
* * *
Sağlık Bakanlığı’nın bildirdiğine göre, Türkiye’de piyasada 6 bin ilaç varmış. Ancak, bunlardan sadece 3 bin ilaç aktif satışta imiş.
Bakanlığa göre yeni uygulama ile 1000 ilacın fiyatı düşecek.
700 ilaç yüzde 1 ile yüzde 20 arasında, 300 ilaç ise yüzde 20 ile yüzde 80 arasında ucuzlayacakmış.
Böylelikle ülke yılda 500-600 milyon dolar tasarruf edecekmiş.
Meğerse, pazarlık sistemi ile biz ilaca yılda bu kadar parayı fazladan ödüyormuşuz.
* * *
Bazıları diyor ki; emirle fiyat düşürmek bazı ilaç firmalarını zarara uğratacak; onlar da maliyeti altında satış yapamayacakları için bazı önemli ilaçlar piyasadan çekilecek.
Halbuki dünyanın önemli ilaç firmalarından Pfizer’in Türkiye Genel Müdürü Ahmet Esen diyor ki:
- Bizi Sağlık Bakanlığı bürokratları ile yüz yüze pazarlık yapmaktan kurtaran Sağlık Bakanı’nı alkışlamak gerek. Karar objektif kriterler getiriyor.
Bu beyan çok anlamlı.
Pfizer, ilaç fiyatlarını, yeni düzenlemenin hayata geçeceği 15 Haziran itibarıyla ortalama yüzde 8-10 oranında ucuzlatacakmış.
Ahmet Esen yeni düzenlemede bazı düzeltmelerin de yapılabileceğini ilave ediyor.
Örneğin, fiyatları beş ülkedeki en düşük fiyattan da düşük olan ilaçların bulunduğu, bunların da fiyatlarının yükseltilmesi gerektiğini söylüyor.
Bazı ilaçlar ise bazı ülkelerde, başka pazarlıklar nedeniyle özel ve çok düşük fiyat alıyorlarmış.
Esen, ‘Keşke en düşük fiyat veren üç ülkenin ortalama fiyatı alınsa idi’ diyor.
* * *
Geçmişte her yıl ilaçta kaybettiğimiz 500-600 milyon doları kimler nasıl üleşiyordu diye merak etmeden duramıyorum.
Sağlık Bakanlığı’nı ise bu kararından dolayı candan kutluyorum.
Yazının Devamını Oku 26 Mayıs 2004
<B>21. yüzyıla </B>adım atarken sadece <B>kanunlarımızdan</B> değil, <B>zihniyet haritamızdan </B>da söküp atmamız gereken iki kavram <B>azınlık </B>ve<B> ayrımcılıktır</B>. Dini azınlık kavramı ile, dini açıdan azınlıkta olanları ifade ederken belki matamatiksel olarak doğru bir tarif veriyoruz ama farkında olmasak dahi negatif ayrımcılık yapıyoruz.
Müslüman olmayan bir dostumuzun ardından sarf ettiğimiz,
- Toprağı bol olsun, sözü bana ezelden beri saçma gelir. Bu söz Allah’ın rahmetine kavuşmuş insanlar için esasında bir aşağılamadır.
Müslümanlar; Allah’ın diğer dinlerine bağlı veya hiç inancı olmasa da inananlar açısından Allah’ın kulu olan kişiden:
- Allah rahmet eylesin, sözünü hangi hakla esirgerler?
* * *
Öte yanda; cinsel tercihleri ezici çoğunluğa göre muazzam bir azınlık olsa dahi; eşcinselleri de sadece kanunlar önünde değil, zihniyet haritamızda da hayasızca dışlıyoruz.
İnsanı sadece insan olduğu için sevmek fıtratımız gereği iken; bunu beceremeyenlerin insan olma hakkını nereden buldukları sorgulanmamalı mı?
* * *
Üstelik hepimiz bir gerçeği göz ardı ediyoruz.
Hepimiz ama hepimiz bir anlamda birer azınlığız!
İstanbul’daki Sivaslılar, Fenerbahçe’de oturan Cimbomlular, üniversite mezunları, yabancı dil bilenler, körler, sakatlar, sarışınlar, mavi gözlüler, uzun boylular, kısa boylular, vb., kimileri bununla gurur duysalar dahi, hep birer azınlık değiller mi?
Üstüne üstlük rahmetli anamın:
- Bu dünya Kanuni Sultan Süleyman’a bile kalmadı, sözü anlamlı bir hatırlatma değil mi?
* * *
Bu duygular içinde aşağıda bazı bölümlerini nakledeceğim haber Türkiye’nin doğru yönde değiştiğini bildirerek içime serin sular serpti.
‘...TCK Alt Komisyonu’na ilk öneri eşcinsel örgütlerden geldi. Eşcinseller, seks işçisi olmak istemediklerini belirtip, yargıdan ‘eşcinsel indirimi’nin kaldırılmasını istediler.
Eşcinsellerin, ‘seks işçiliği’ yapmadan hayatlarını devam ettirmek istediklerini belirten...ve...eşcinseller adına konuşan Ömer Ceylan, mesleklerini yerine getirirken yapılan ayrımcılıkların önlenmesini istedi...
...Töre cinayetleriyle gündeme gelen ‘haksız tahrik’ maddesi eşcinsellerin de şikayet ettiği düzenleme oldu. Ceylan, ‘Kendisine eşcinsel ilişki teklif edildiği gerekçesiyle birini öldüren kişi bu hükümden yararlanıyor. Ölen kişinin eşcinsel olması da indirim uygulanması için yeterli oluyor’ dedi...’
* * *
Eşcinsel örgütlerin de hepimizin derdine deva olmak üzere görevlendirilmiş Yüce Meclis’ten hem lehlerine hem de aleyhlerine işleyen ayrımcılığın kaldırılması için talepte bulunması, TCK Alt Komisyonu’nun da bu talepleri dikkate alması anlamı çok yüksek bir gelişmedir.
Kanunlarımızdan silip atmamız gereken azınlık ve ayrımcılık kavramlarını Türk insanının zihniyet haritasından da sildiğimiz gün Türk olmanın gururu katlanarak artacaktır.
Yazının Devamını Oku 26 Mayıs 2004
21. yüzyıla adım atarken sadece kanunlarımızdan değil, zihniyet haritamızdan da söküp atmamız gereken iki kavram azınlık ve ayrımcılıktır.Dini azınlık kavramı ile, dini açıdan azınlıkta olanları ifade ederken belki matamatiksel olarak doğru bir tarif veriyoruz ama farkında olmasak dahi negatif ayrımcılık yapıyoruz.Müslüman olmayan bir dostumuzun ardından sarf ettiğimiz, - Toprağı bol olsun, sözü bana ezelden beri saçma gelir. Bu söz Allah’ın rahmetine kavuşmuş insanlar için esasında bir aşağılamadır.Müslümanlar; Allah’ın diğer dinlerine bağlı veya hiç inancı olmasa da inananlar açısından Allah’ın kulu olan kişiden:- Allah rahmet eylesin, sözünü hangi hakla esirgerler?* * *Öte yanda; cinsel tercihleri ezici çoğunluğa göre muazzam bir azınlık olsa dahi; eşcinselleri de sadece kanunlar önünde değil, zihniyet haritamızda da hayasızca dışlıyoruz.İnsanı sadece insan olduğu için sevmek fıtratımız gereği iken; bunu beceremeyenlerin insan olma hakkını nereden buldukları sorgulanmamalı mı?* * *Üstelik hepimiz bir gerçeği göz ardı ediyoruz.Hepimiz ama hepimiz bir anlamda birer azınlığız!İstanbul’daki Sivaslılar, Fenerbahçe’de oturan Cimbomlular, üniversite mezunları, yabancı dil bilenler, körler, sakatlar, sarışınlar, mavi gözlüler, uzun boylular, kısa boylular, vb., kimileri bununla gurur duysalar dahi, hep birer azınlık değiller mi? Üstüne üstlük rahmetli anamın:- Bu dünya Kanuni Sultan Süleyman’a bile kalmadı, sözü anlamlı bir hatırlatma değil mi? * * *Bu duygular içinde aşağıda bazı bölümlerini nakledeceğim haber Türkiye’nin doğru yönde değiştiğini bildirerek içime serin sular serpti. ‘...TCK Alt Komisyonu’na ilk öneri eşcinsel örgütlerden geldi. Eşcinseller, seks işçisi olmak istemediklerini belirtip, yargıdan ‘eşcinsel indirimi’nin kaldırılmasını istediler.Eşcinsellerin, ‘seks işçiliği’ yapmadan hayatlarını devam ettirmek istediklerini belirten...ve...eşcinseller adına konuşan Ömer Ceylan, mesleklerini yerine getirirken yapılan ayrımcılıkların önlenmesini istedi......Töre cinayetleriyle gündeme gelen ‘haksız tahrik’ maddesi eşcinsellerin de şikayet ettiği düzenleme oldu. Ceylan, ‘Kendisine eşcinsel ilişki teklif edildiği gerekçesiyle birini öldüren kişi bu hükümden yararlanıyor. Ölen kişinin eşcinsel olması da indirim uygulanması için yeterli oluyor’ dedi...’* * * Eşcinsel örgütlerin de hepimizin derdine deva olmak üzere görevlendirilmiş Yüce Meclis’ten hem lehlerine hem de aleyhlerine işleyen ayrımcılığın kaldırılması için talepte bulunması, TCK Alt Komisyonu’nun da bu talepleri dikkate alması anlamı çok yüksek bir gelişmedir.Kanunlarımızdan silip atmamız gereken azınlık ve ayrımcılık kavramlarını Türk insanının zihniyet haritasından da sildiğimiz gün Türk olmanın gururu katlanarak artacaktır.
button
Yazının Devamını Oku 24 Mayıs 2004
<B>ABD </B>yönetimi; kendi elleri ile yarattığı <B>Ahmet Çelebi</B>’nin evini basarak <B>Irak</B>’ta pes ettiğini tüm dünyaya ilan etti. Bu durumda ABD’nin bölgeden tümden çekilmesini bekleyenler de ‘Galiba zamanı geldi!’ diye düşünmüş ve hatta sevinmiş olabilirler.
Ancak, ben ABD’nin bölgeden çekilmesini hayal dahi edemiyorum, zira ‘Irak oyunu’ bu yönetimin değil ABD’nin 21. yüzyıl politikasının temel bir taşıdır.
Demokratların dahi oradan çıkmaya kolay kolay güçleri yetmez.
Ayrıca, ABD’nin bölgede yarattığı kaostan sonra ansızın çekilmesi bölge için felaket, bizim için de kábus olur.
* * *
Bugün itibarıyla ‘Hadi bana eyvallah!’ diyecek ABD’nin ardından:
a)Kürtler ile Şiiler,
b)Kürtler ile Kürtler,
c)Sunniler ile Şiiler,
d)Baasçılar ile herkes birbirine girer.
e)Zaten Irak’a yerleşmiş El Kaide nihayet kendisinin sahiplenebileceği bir toprak parçasına sahip olabilmek için geniş çaplı mücadeleye başlar.
* * *
Bu felaket muhakkak ki, Tükiye’deki ayrılıkçı unsurları da körükler. Kuzey Irak’taki Kürt Federasyonu; kendisine deniz ulaşımı sağlayacak İran’daki Kürt bölgesi ile Dicle-Fırat’ta büyük etkinlik getirecek Türkiye’nin Güneydoğu’sunu kapsayacak bir bütün ve bağımsız devlet projesine dönüşür.
* * *
İslam medeniyetinin Batı medeniyeti ile herhangi bir şekilde uyum içine girmesini, Müslümanların demokrasi ile tanışmasını kendi sonları olarak gören İslami köktendinciliğin (El Kaide) Türkiye’deki ayrılıkçı unsurlara destek vermesi ise sadece eşyanın tabiatına uygundur.
Böyle bir kábus dönemi, topraklarımızda PKK ile El Kaide’nin işbirliği yapması; Allah esirgesin, terörün çok daha ihtisaslaşmış ve mali açıdan güçlenmiş şekilde hortlaması anlamına gelir.
* * *
ABD’nin bölgeden çekilmesini isteyenler duygusal alanda haklılar ama ötesini de düşünmek zorundayız.
Ötesi ise ya kábus, ya da felaket!
* * *
O halde ne olmalı?
ABD artık bölgede tek başına egemen olamayacağını kabul etmeli.
Reel politika açısından ifade edersek:
Kendi denetimindeki petrolü Fransa, Almanya, Rusya, Çin ile paylaşmaya razı olmalı.
Böylelikle bölgeyi görünümde BM denetimine vermeli.
Gerçekte ise bölgeye dirlik ve düzen getirme eylemini terör ile baş etme konusunda uzmanlaşmış Türkiye ve İngiltere yerine getirmeli.
ABD ise petrol bölgelerinin yönetim ve denetimi ile ilgilenmeli.
Türkiye de bölgeye Kürt Federe Devleti kavramını hazmetmiş şekilde gitmeli!
* * *
Irak’ta zaten var olan kaosun bölgede felakete, ülkemizde de kábusa dönüşmesinden çok korkuyorum.
Yazının Devamını Oku