Paylaş
Bir seferinde, sırf tanıyabilmek için Solidarnosc’un efsanevi lideri Lech Walesa’yı görmek için Gdansk’a gitmiştim. Koyu Katolik işçi liderini, yaşadığı ortamda görmek istiyordum. Lech Walesa’yı ararken, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği, Gdansk’taki deniz kıyısına gidip, uzun düşüncelere dalmıştım. Kendimi “tarihi” bir mekanda sayıyordum.
O tarihte asla tasarlanamayacak bir şey oldu ve Lech Walesa, bir gün Polonya Cumhurbaşkanı seçildi. Walesa’nın cumhurbaşkanlığını pek hatırlayan kalmamış sanki bugünkü Polonya’da. İsmini geçirmezseniz, genç Polonyalılar, için Walesa, sanki geçen yüzyıl demek. Sanki aradan bir yüzyıl geçmiş.
Sadece Walesa mı? Walesa’nın yerini alan ve on yıla yakın Cumhurbaşkanlığı yapıp, görev süresi içinde Polonya’yı AB üyeliğine taşıyan eski komünist, sonra sosyalist Kwasniewski bile mazide kalmış. Geçen gün, yanımıza yaklaşıp kendisini takdim ettiğinde, ağzımdan “Memnun oldum” sözleri döküldü ve kendisini fotoğraflarından hatırlayıp, hemen ekledim: “Yani, memnun oldum Sayın Cumhurbaşkanı...”
Yanımdaki Türk arkadaşlarım, “Kim ki bu, Cumhurbaşkanı diye hitap ediyorsun?” diye sorguladılar. “Kwasniewski” dedim, “bir önceki Cumhurbaşkanı.” Bir önceki diyorum ama Kwasniewski’nin cumhurbaşkanlığını bıraktığı tarih 2005. O bile tarih olmuş. Walesa, haydi haydi tarih olmuş.
Ülkede komünist rejimin sonunu getiren kalburüstü aydınları, Adam Michnik’in, Geremek’in rolü bitmiş. Galiba onları hatırlayan da pek kalmamış. Polonya, müthiş bir süratle değişmiş ve değişiyor.
*** *** ***
Bu ülkeye çok uzun yıllardır özel bir ilgi duymuştum. Burası, sadece devrimci, müzik dehası Frederic Chopin’in ülkesi değildi. Tarihte iki kez, Almanlar, Habsburg Avusturya’sı ile Ruslar arasında paylaşılarak, haritadan silinmiş, hiçbir zaman boyun eğmemiş gururlu insanların ülkesi olarak hep ilginç gelmişti bana.
Osmanlı döneminde, Osmanlıların Polonya’nın haritadan silinmesini hiçbir vakit kabullenmediklerini, Sultan’ın kordiplomatiği kabulü sırasında, sıra “Lehistan Sefiri”ne gelince, teşrifatçının “yolda” diye bağırdığını ve bu “jest”in Polonyalılar tarafından asla unutulmadığını da çok yıllar öncesinden duymuştum, biliyordum.
Ülkelerinden kaçmak zorunda kalan Polonyalılara, Osmanlı devletinin kucak açtığından ve İstanbul yakınlarındaki Polonezköy’ün ta o zamanlardan kalma bir Polonya kökenli koloni oluşturduğunu da öğrenmiştim. Büyük vatansever lider Adam Mickiewicz’in sürgünde İstanbul’da yaşadığından da haberdardım. Ülkenin en güneyindeki Krynica kasabasında, meydanda bizim Atatürk heykellerini andıran heykelin kime ait olduğunu anlamak için yaklaştığımda, kaidenin üzerinde “Adam Mickiewicz” yazdığını görünce, zihnimin gerilerinde kalan bütün bu bilgiler birden geri geldiler.
Tabii, Türkiye ile Polonya arasındaki “tarihi arka plan”dan farklı ve daha karmaşık olduğunu da söylemek gerek. Osmanlıları, Avrupa’da durduran ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini terse çeviren İkinci Viyana kuşatmasında, “bizimkiler”i bozguna uğratan Avrupalı güçlerin başında, Polonyalı Jan Sobieski vardı. Jan Sobieski, “Müslüman Türkler”e Avrupa yolunu kesen bir büyük “Hristiyan kahraman” olarak Avrupa ve özellikle Polonya tarihindeki gururlu yerini almıştı.
Bunlar okuyarak bildiklerim idi. Mesut Yılmaz’ın Dışişleri Bakanlığı sırasında, askeri darbe ile iktidara el koyan, son komünist Devlet Başkanı General Jaruzelski’yi ziyaret ettiğimiz günü ise özellikle , hatırlıyorum. Kenan Evren tipi bir devlet başkanıydı. Sovyet işgalini önlemek için “vatanseverlik gereği” yönetime el koyduğunu iddia eden Polonya’nın simsiyah gözlükleri altında gözleri asla gözükmeyen Genelkurmay Başkanı iken Devlet Başkanı oluvermişti.
Jaruzelski’ye gidilen günü unutabilmem mümkün değil,çünkü, ziyaretin hemen ardından, Türkiye Kupası yarı final maçında Fenerbahçe, 3-0 mağlup bitirdiği ilk yarıdan sonra Galatasaray’ı 4-3 yenmişti. Fanatik Galatasaraylı Mesut Yılmaz, Jaruzelski görüşmesinin ardından, mağrur ve mutlu beni çok iddialı olduğu tavla oynamaya davet etmiş, ben onu üst üste üç mars ve iki mars bir oyunla 6-0 ve 5-0 yenerken, Fenerbahçe’nin golleri sıraladığı ve maçı 4-3 kazandığı haberi gelmiş ve Mesut Yılmaz, kahredici iki yenilgiyi üstüste yaşamıştı.
Benim o unutulmaz güne ilişkin anım bundan ibaret değil. Mesut Yılmaz ve beraberindeki resmi heyet Jaruzelski ile görüşmek için, makam odasına girdiklerinde, ben, bizim heyetin beklemek için bitişik salonda kalmıştım ve gözüme tüm duvarı boydan boya kaplayan dev bir yağlıboya tablo ilişmişti. Bu tabloda, son derece çirkin, kemerli burunları, kafalarından fırlamış sarıkları ile Türkler, atlarından düşürülmüş ve Polonyalıların kılıçları altında ezilmiş görünüyorlardı. Polonya Cumhurbaşkanı’nın makam odasının bitişinde, bir duvar büyüklüğündeki yağlıboya tarihi tablo, çirkin ve vahşi Türkler’in Polonyalılar tarafından biçildiğini gösteriyordu.
Biz, “atlarımızı Vistül ırmağında yıkadık” diye tarihimizle övünür, Varşova yakınlarına kadar geldiğimizden söz ederken, Polonyalılar, Vistül önlerinde atlarımızı ve üzerlerindeki, çirkin biçimde resmettikleri, atalarımızı haklamakla övünüyorlardı anlaşılan.
O tablo, Jaruzelski’den önce, komünist devlet başkanları ve ondan öncekiler tarafından da oradaydı ve sanırım hala orada duruyor.
*** *** ***
Polonya’nın bugünkü Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ikiz kardeş. Tek yumurta ikizleri. Cumhurbaşkanı Lech Kacynski, ikizi Başbakanı Jaroslaw Kacynski’den burnundaki ancak yakın plandan görünebilen bir ben ile ayrılabiliyormuş.
İkiz kardeşlerin ikisi de koyu Katolik. Acaba, Türkler ve Türkiye hakkında ne düşünüyorlar?
Beri yandan, Polonya, Türkiye’nin AB üyeliğini İngiltere ve İsveç’in yanısıra, İspanya ve İtalya’dan da öteye kararlılıkla destekleyen üç AB üyesi ülkeden biri olarak biliniyor.
Gelgelelim, “Orta ve Doğu Avrupa’nın Davos’u” olarak tanımlanan Krakow yakınlarında 1500 kişilik katılımla düzenlenen “Ekonomik Forum” toplantısının her salonunu kaplayan haritaya bakıyorum, AB sınırları Türkiye smırlarında duruyor. Türkiye, Avrupa haritalarında yok. Forum oturumlarında, aday üye bile olmayan Ukrayna’nın AB üyeliğinden söz ediliyor, Türkiye’den söz eden yok. Türkiye, Polonya’daki Avrupa haritalarında yer almıyor. Türkiye, Polonya için “egzotik” bir ülke; “öteki”...
Polonyalılar gözünde belki biz öyleyiz ama benim bunca yıldır tanıdığım, bildiğim, hakkında okuduğum, üzerinde düşündüğüm Polonya’yı onca yıl ara verdikten sonra, eskisinden pek farklı görmedim. Üstelik, son gördüğümde ne NATO’ya girmişti, ne de AB üyesi idi.
Başdöndürücü ve tarihe en koyu damga vurduğu varsayılan isimleri bile hızla unutturacak bir değişimden geçen bu ülke, bir yandan da bildiğimiz cinsten bir “Avrupalı” olmamış, olamamış; herşeye rağmen “olduğu gibi kalmış”a benziyor. Hala, koyu bir “Slav” ve “Orta-Doğu Avrupa ülkesi” Polonya.
İnsanları hala “kapitalizm” tarafından fazla bozulmamış, “taşralılığın” o sevimli “geriliği”ni korur gibiler.
Hristiyan kodları itibarıyla tartışmasız Batılı bir ülke ama, günlük hayatın organizasyonu, bireysel girişimcilik ruhu, modernist yaşamı benimseyebilmek ve uyum sağlayabilmek bakımından, Türkiye, Polonya’dan çok daha “AB’li” gibi görünüyor.
Tarihin son döneminde müthiş bir hızla hareket eden bugünkü Polonya ile günümüz Türkiye’sini karşılaştırdığımda, Türkiye’nin geleceğine büyük güven duymamak mümkün değil.
Bu duygu, “Türk” olmak ile de ilgili olmasa gerek. “Ekonomik Forum” katılımcılarından, bizim için çok tanıdık bir sima da aynı kanıda. Türkiye’nin AB üyelik hedefine mutlaka varacağına ilişkin inancını bana ifade etti.
Tam da bu konuda konuşmaya “yetkin” bir isim o. Çünkü, sadece eski Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı değil, Kıbrıs Rum tarafını AB’ye taşıyan başarılı “başmüzakereci” idi. AB’ye önü alınamaz biçimde katılımın “ipuçları”nı da anlattı.
Türkiye’nin, Sarkozy gibilere kulak asmadan hedefine yürümesi gerektiğini düşünen ve AB üyeliğinden hiç kuşkusu olmayan bu bildik kişinin adını hatırlayamadınız ve merak ediyorsanız: Yorgo Vasiliu!
Paylaş