Paylaş
Cep telefonuna düşen mesaj ile Türkiye-Ermenistan ve bu arada Türk ve Ermeni ulusları arasındaki ilişkilerin “dondurulduğu” ya da bir başka deyimle “derin donduruculuğa kaldırıldığını” öğrendim ama bu “bilgi”yi konuksever Vakıflı köylüleriyle paylaşmadım.
“Köyde başka kahve var mı?” soruma Ermeni köylülerden biri tuhaf tuhaf yüzüme bakarak cevap verdi, “Köyde topu topu 140 kişi kaldık. Kaç kahve olması gerekiyor ki?”
Vakıflı, Hatay’ın Samandağ ilçesinde, Akdeniz’e tepeden bakan Musa Dağı’nda “Tehcir”e direnen 6 Ermeni köyünden biri. 53 gün süren “direniş”ten sonra Fransız gemileri onları, Mısır’ın Port Said’ine taşımış. Savaş sonunda geri dönmüşler. Hatay, Türkiye’de kalınca, 5 köy Türkiye’de kalmak istememiş. Bugün Lübnan’da en militan Ermeni milliyetçiliğinin merkezi kabul edilen Anjar’a yerleşmişler. Anjar’ın 6 mahallesinden her biri, Musa Dağı’nın bu 6 köyünün isimlerini taşıyorlar.
Söz konusu 6 köyden sadece Vakıflı, “Tehcir”e direndiği gibi, “göç”e de direnmiş ve kalmış. Topu topu 140 kişi.
Akdeniz’in ılıman havasında, Türk-Ermeni ilişkilerinin “derin dondurucuya konmasını” Vakıflılarla konuşmanın alemi yok diye düşünüyorum. Siyaset hiç konuşmuyoruz. Oradan buradan...
*** *** ***
Bir yandan da aklımda Ermenistan hükümetinin aldığı karar. Bu kararın ardındaki “diplomatik zeka”yı çözmeye çalışıyorum. Çünkü pek “zekice” gözükmüyor. Türk hükümetinin canına minnet bir karar sayılabilir.
Zaten Başbakan Tayyip Erdoğan, Ermenistan hükümetinin “Protokoller”in onay sürecini “dondurma” kararı üzerine, “Hükümtin yaptığı bu açıklamayı bir kenara not etmiş olduk. Onay sürecini nasıl yönetecekleri kendilerinin takdiridir. Niye şöyle söylemiyorsunuz diyecek halim yok. Uluslararası hukukta ahde vefa ilkesi çerçevesinde çalışmaya devam edeceğiz. Onay süreciyle ilgili bizim tutumumuz bellidir” şeklinde bir tepki verdi.
Yani, demeye getiriyor ki, “Biz Türkiye olarak attığımız imzaya bağlı olarak çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Güvenilir taraf biziz. Ermenistan hükümeti, attığı imzaya sadık kalmayarak, “ahde vefa” göstermemiştir. Ne kadar güvenilir olup olmadığını bir kenara yazdık. Yarın-öbür gün, gerektiğinde yüzüne tutarız.”
Peki, “onay süreciyle ilgili bizim belli olan tutumumuz” nedir?
Daha önceden de söylendi; Karabağ çevresindeki işgal altındaki Azerbaycan reyonlardan Ermeniler çekilme taahhüdünde bulunurlarsa, Erdoğan hükümeti, o zaman, “Protokoller”i TBMM’ye onay için sevkedecek.
Başbakan, birkaç kez, “O sınır durup dururken kapatılmadı” demedi mi? Sınırın açılması için ya da sınırın açılmasını sağlayacak “Protokoller”in TBMM’de onayı için, sınırın kapanma gerekçesinin ortadan kalması gerekiyor.
İlk bakışta “haklı” bir gerekçe gibi görünüyor.
Tam değil ama. Evet, Türkiye-Ermenistan sınırının kapatıldığı 1993’te Karabağ ile Ermenistan arasında kalan Kelbecer reyonunun Ermeni işgali altına girmesi üzerine ilan edilmişti. Ancak sınır aslında açık değildi. Sadece resmen “kapalıdır” denmemişti. Dolayısıyla, açık ve işleyen bir sınır kapatılmış olmadı. Resmen kapalı olmayan, açık da bulunmayan bir sınırın kapatıldığı ilan edilmiş oldu.
“Protokoller”in imzasına giden süreçte, Karabağ’ın önşart olmayacağı net bir ifadeyle kabul edilmiş olduğu için, Karabağ ile bağlantılı bir gerekçe ile “Protokoller”in onay sürecini ilişkilendirmek, “ön şart” getirmektir. Bu noktada, Türkiye’nin “inandırıcılık” sorunu, Başbakan ne derse desin söz konusudur.
Yakın vadede, görünür bir gelecekte, Ermenilerin işgal altındaki Azerbaycan topraklarından çekilebilecekleri görünmüyor. Çünkü bu konu, Karabağ’ın nihai statüsünün nasıl belirleneceğine ilişkin Azerbaycan ve Ermenistan’ın bir uzlaşmaya varmasına bağlı. Öyle bir durum da şimdilik hayli uzaklarda.
Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan’ın “Protokoller”i TBMM’ye sevketmesi bir başka bahara kalmış vaziyette.
Ermenistan da durumu böyle görmüş olduğu için, Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki “donma” ya da “buz kesme”nin “günahı”nı Türkiye’nin sırtına yükleyebilmek için şöyle bir açıklama yapıyor:
“Türk tarafının anlaşmayı önkoşulsuz olarak makul bir süre içerisinde onaylama yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle ulusal parlamentodaki onay süreci anlamsız hale gelmiştir. Bu nedenle süreci askıya almayı gerekli görmekteyiz.”
Açıklamada, Tayyip Erdoğan’ın konuyla ilgili son zamanda yaptığı açıklamalar için “kabul edilemez” sözcükleri kullanılıyor.
*** *** ***
Ermenistan kararının “zamanlaması”nın, 24 Nisan öncesine yani Obama açıklamasının arefesine denk getirilmesi dikkat çekici. Böylece, Amerikan Başkanı’nın “soykırım” sözcüğünü kullanmasa da, geçen yılki açıklamaya oranla “içeriği” daha ağırlaştırılmış bir dil kullanması isteniyor olmalı.
Sarkisyan’ın Obama ile yakın geçmişteki temasından çıkarttığı izlenim acaba bu mudur ve bu olduğu için mi, Ermenistan hükümeti böyle bir kararı 24 Nisan’a 48 saat kala almıştır?
Göreceğiz.
Fakat şurası belli ki, Türkiye-Ermenistan-ABD üçgeninde geçen hafta Washington’ta cereyan eden temaslar “başarısızlık”la noktalanmıştır.
Bu arada gerçeği de görelim:
1. “KKTC kartı” elinden düşen Recep Tayyip Erdoğan, bir de Kafkasya’da Azerbaycan ile Türk iç politikasında kuvvetli izdüşümleri olabilecek bir sürtüşmeye giremez. Türkiye’nin Kafkasya politikası, en azından 2011 yılına veya Azerbaycan ile Ermenistan, Karabağ sorununun çözümü için bir temel ilkeler anlaşması imzalayana dek, Azerbaycan’a endekslenmiştir.
2. Bu bakımdan, en erken 2011’de seçim sonrasına dek, Ermenistan ile normalleşmeyi, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin “derin dondurucu”dan çıkartılmasını unutun...
Paylaş