Paylaş
Joshua Landis, “blog”unda “Suriye’de 2015’in En Önemli On Gelişmesi”ni sıraladı. Birinci sırada, “Rus Müdahalesi”ni sayıyor. Bu konuda kendisiyle tümüyle aynı görüşteyim.
İkinci sırada ise “Amerikan-Kürt İttifakı”nı saymış. Bu “başlık” altında yazmış olduklarını dikkatle izleyelim:
“2014’in sonlarından ve 2015’in başından itibaren Amerikan Hava Kuvvetleri kendisini daha ziyade Batı Kürdistan Hava Kuvvetleri’ne dönüştüren bir şeye benzedi. Amerikan hava koruması desteği altında, Kürt kuvvetleri Rojava adı verilen kendi özerk bölgelerini kuruyorlar...
Askeri açıdan bakıldığında, cennette bir eşleşme gibi ve sonuçları parmak ısırtıyor. Sınırlı sayılarına rağmen, Kürtler, hava desteğini etkin biçimde kullandıkları disiplinli bir güç oluşturdular. Cihatçıları ağızlarında çiğniyor ve Kobani’den Haseki’ye tükürüp atıyorlar. Şu sırada, Irak sınırındaki Şehadi’yi yürümek üzereler ve Fırat üzerindeki Ekim Barajı’nı (barajın Arapça adı Tişrin değil Teşrin; yani ay ismi olarak Ekim, cç) ele geçirdiler. Bu da onlara Menbij’e ve Halep hinterlandına kara bağlantısı sağladı... Bu aralar, Amerikan-Kürt koalisyonu kuzey Suriye’de, önüne çıkan herşeyi hızla torbasına dolduran dev bir elektrik makinası gibi çalışıyor. Eğer 2016 İslam Devleti’nin (IŞİD) çatırdayacağı ve küçüleceği bir yıl olacak ise, Suriye Kürtleri bizi o noktaya ulaştırmakta çok büyük rol oynamış olacaklar...
Bununla birlikte, siyasi açıdan bakıldığında, Amerikan-Kürt ittifakı pek mükemmel bir evlilik değil... Kürtler, Suriye’de, Sünni Arap çoğunluğun daha geniş çaplı savaşıyla pek ilgisi bulunmayan bir dizi özel sorunlar ve amaçlara sahip etnik bir azınlık. Ortaya çıkmış olan liderleri, ideolojik olarak PKK’nin sadık izleyicileri...
Amerika, Suriye Sünni Arap muhalefetinin başlıca destekçisi ve aynı zamanda PKK’nin amansız düşmanı olan Türkiye ile askeri ittifaka sahip... Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kürt şehirlerini bombalamak üzere jetlerini ve tanklarını gönderiyor, bir yandan da PKK’nin Sinn Fein’i olarak işlev gören ve Türkiye’deki çatışmanın herhangi barışçıl çözümü içinr gerekli bir unsur olan HDP’yi ezme çabalarını arkalıyor...
Tam bu sırada, hemen hemen mecburiyetten ötürü, Amerika, PKK’ya doğru sürükleniyor. Bu, hem Kürtlerin sahada işe yarar bir şey sunuyor olmalarından, hem de Erdoğan’ın tek başına Suriye’de hiçte yardımcı olmayan bir müttefik olmuş olmasından ötürü böyle... Şayet Türkiye’nin tavrı radikal biçimde değişmezse ve diğer mevcut trendler devam ederlerse, Pentagon ile PKK arasındaki olabilmesi beklenmemiş olan ittifak, tüm olumsuzlukların üstesinden gelerek uzun süre süreceğe benziyor.”
Joshua Landis’in ardından, Amberin Zaman’ın, “Türkiye’nin Suriye’de tümüyle oyun dışı” kaldığı tezini işleyen, “içerden” bilgilerle kaleme alındığı izlenimini veren, Diken’deki dünkü Washington kaynaklı yazısının şu satırlarına göz atalım:
“Washington YPG’nin Teşrin ve civarında cihatçılara peş peşe vurduğu darbelerden elbette memnun. Memnun olmaktan öte havadan destek sağlıyor.
Peki bu ne anlama geliyor? Washington Ankara’yı karşısına alma pahasına Kürtlerin Mare hattı üzerinden Afrin’e doğru ilerlemesine seyirci kalacak mı?
Tüm bu sorular ABD dışişleri, Beyaz Saray ve Pentagon yetkilileri tarafından hararetle tartışılırken ve henüz net bir karara varılmamışken gelişmeler
ABD’nin Kürtlere destek olmasa da köstek de olmayacağına işaret ediyor.
Pentagon her zamanki gibi YPG’den yana tavır sergiliyor, ABD dışişleri Türkiye’yi ‘kaybetme’ kaygısını dillendiriyor. Beyaz Saray ise ‘Her iki tarafı idare edebiliriz’ havasında. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın önümüzdeki günlerde Türkiye’ye yapacağı ziyaret sırasında muhtemelen Ankara’nın kulağına bolca hoş söz fısıldanacaktır ama ABD yine bildiğini okumaya devam edecektir.”
Birkaç gün önce ABD’nin yeni Genelkurmay Başkanı General Dunford, Ankara’ya geldi ve tam da bunu, yani Ankara’da görüştüklerinin kulağına “bolca hoş söz fısıldama” işlevini yerine getirdi.
Türkiye’nin iç gelişmeleri ve bunların alacağı yön, artık, Suriye’de “sahadaki” gelişmelerle birebir bağlantılı. “ABD-Kürt koalisyonu”nun 2015’in son günlerinde Kuzey Suriye’de elde ettiği “askeri başarılar”, iktidarın tüm dış politika hesaplarını öylesine altüst edici nitelikte ki, Amerikalılar, Ankara’nın kulağına “hoş söz fısıldama”ya kendilerini mecbur hissediyorlar.
Çünkü, PYD-YPG, Teşrin Barajı’nı ele geçirerek, “Fırat’ın batısı”na geçti ve Türkiye’nin “kırmızı çizgiler”i kendiliğinden siliniverdi.
Çok önemli siyasi sonuçlara gebe olan söz konusu askeri ilerleme, “Arap, Süryani ve hatta Türkmen unsurları” da içinde barındıran ve “Suriye Demokratik
Güçleri” adını taşıyan “yeni yerel koalisyon”un imzasıyla gerçekleştirildi. Gerek Erdoğan, gerekse Davutoğlu, bu “imza”ya bakarak, sanki “kırmızı çizgiler” ortadan kalkmamış gibisinden açıklamalar yapıyorlar ama söyledikleri doğru değil.
Zira, “Suriye Demokratik Güçleri”nin yüzde 85’ini YPG’nin oluşturduğu bir sır değil.
YPG, Münbiç’e 12 kilometre uzaklıkta. Münbiş ele geçirildiği anda, IŞİD’in “Suriye başkenti” Rakka ile Halep kırsalı ile arasındaki bağlantı kesilecek,
Rakka’nın düşmesi ihtimali güçlenecek.
26 Aralık’ta gerçeklen söz konusu “askeri gelişme”ye ilişkin işin en ilginç yönü, Fabrice Balanche’ın Washington’da yazılan “Zar Atıldı: Kürtler Fırat’ı Geçti” başlıklı ve 5 Ocak tarihli değerlendirmesinde yer alan şu cümleler:
“… PYD taarruzu koalisyon hava bombardımanlarıyla desteklendi. Bu da, hamlenin en azından kısmen Amerika ile koordine edildiğini ve tek taraflı bir PYD kararı olmadığını gösteriyor.”
Yani, “Amerikan onaylı” ve “garanti belgeli” gelişmeler sonucunda Ankara’nın kendisinden başkası için “dokunulmaz” ve “Kürtlere yasak bölge” ilân etmiş olduğu “Carablus-Mare Koridoru”nun hükmü kalmayabilir. Bir yandan da, Türkiye’nin Halep ve çevresinde desteklediği muhalif güçlere başlıca destek hattını oluşturan ve zaten hayli daralmış olan “Azaz Koridoru” da son askeri ilerlemeler ve Rus hava harekâtı nedeniyle, “düştü düşecek” hale gelecek ölçüde daralıyor.
Ankara’nın öyle bir Suriye politikası var ki, Amerika’yı, gelecekte siyasi boyut da kazanabilecek türden, Kürtlerle askeri ittifaka itti. “Angajman kuralları”nı
Halep çevresinde hiç, Hatay çevresinde de 25 Kasım’daki Rus uçağının düşürülmesinden sonra bir daha uygulanamaz duruma soktu.
Bu şekildeki bir Suriye politikası sürdürülemez. Sonuçları ortada.
Ankara, Suriye’de yapamadığını, ABD ve Rusya tarafından engellendiği için yapamadığını kendi ülkesinde Suriye sınırına yakın noktalardaki Kürt yerleşim merkezlerini yakıp yıkarak yapmaya çalışıyor.
“Sürdürebildiği” politika bu.
Nereye kadar? Ne zamana kadar? Nasıl?
Sorular da bunlar?
Paylaş