Paylaş
“Düşük yoğunluklu savaş”ın zirveye vurduğu 1990’lı yıllarda bile bir seferde bu kadar kayıp, pek nadir söz konusu olmuştu.
Türkiye’nin genç insanları birer-ikişer “mayınlı saldırılar”la can verirken ve nice ailenin yüreği dağlanırken, bir “barış ayı” olarak kültürümüzde yer etmiş olan şu Ramazan Ayı’nda Bayram’a birkaç gün kalmışken, pusuya düşürülerek şehit edilen13 genç insanın ailesi büyük acılara gark oldu.Bütün bir ülke acıyla kasıldı. Bu acı büyük bir öfke tsunamisini beraberinde getirdi.
Bölgeyi gayet yakından tanıyan biri olarak, gözümün önüne genç yüzler geliyor. Çukurca’da birlikte öğle yemeği yediğimiz 20’li yaşlarının hemen başında pırıl pırıl genç yüzler. Mardin-Savur arasında iki yanı mağaralarla kaplı vadideki kontrol noktalarında elleri tetikte, kimisi Zonguldak’tan, kimisi Tekirdağ’dan, kimisi Balıkesir’den oralara düşmüş, yüzlerinde tedirginlik, genç bedenler. Silopi-Habur arasında beni yıllardır tanıdığını söyleyen, kitaplarımdan benim unuttuğum alıntıları bana hatırlatan pırıl pırıl delikanlılar. Yakın dostlarımın terhisini bekledikleri, benim de tanıdığım evlatları. Gabar Dağı’nda toprağa düşen 13 can, bunların 13’üydü.
Peki, neden?
Nedeninin cevabı açık değil. PKK’nın bu terör ve şiddet tırmandırmasının hiçbir meşru yanı, kabul edilebilir bir mantığı yok.
PKK’nın silahlı mücadeleden vazgeçtiği, daha da önemlisi “Türkiye’den ayrılma hedefi”nden vazgeçtiği, Abdullah Öcalan tarafından, 1999 yılında ilan etmişti.Aynı yılın sonunda, Türkiye”nin “AB’ye aday üyeliği”de ilan edilmişti.
2000 yılına, yani 21.Yüzyıl’a ülkemiz için yepyeni ve barışçıl umutlar içinde girmiştik. 1999’da bitmiş olan 2007 niçin canlandırıldı? Bu ülkenin delikanlıları, niçin Gabar’daki gibi hain pusularda can veriyor?
*** *** ***
Aslında bu “yeni kanlı bölüm” 1 Haziran 2004’te PKK’nın “silahlı mücadeleye yeniden başlayacağı”nı duyurması ile açıldı. Ne gariptir ki,aynı yılın yani 2004’ün 17 Aralık’ında Türkiye’nin AB’den “müzakere tarihi” alması söz konusuydu.
Acaba, bütün bu tarihler arasında hiç mi irtibat yoktu?
Yukarıda belirttiğimiz gibi, 1999 ilkbaharında, sadece “silahlı mücadelenin sona erdiği” ilan edilmemişti. Aynı zamanda, söz konusu “silahlı mücadele”nin gerekçesi olan “siyasi hedef”ten de vazgeçilmişti. Neydi o?Güneydoğu’nun Türkiye’den kopartılması ya da ayrılması; yani “bağımsız Kürdistan”.
PKK’nın İmralı’daki tutuklu lideri, örgütünün “yeni siyasi hedefi”nibir süre sonra, “demokratik konfederasyon” gibi pek de anlam taşımayan bir formülle açıkladı. Kısa bir süre önce ise, yeni anayasaya “değişik kültürlerin korunacağı”na ilişkin bir madde eklenmesi halinde, PKK’nın iki ay içinde dağdan indireceğini bildirdi.
Peki, böyle “hedefler” için can almak mı gerekir? Böyle amaçlar için bu ülkede ocakların sönmesinin, ocakları söndürmenin anlaşılabilir bir yanı olabilir miEğer, PKK’nın silahlı güçleri, Güneydoğu’nun dağlarında, tepelerinde, vadilerinde hala dolaşıyor, hala pusu kuruyor, mayın döşüyor ve can alıyorsa, bunu izah etmek mümkün değildir.
İşte bu nedenle, PKK, Gabar’da, Cudi’de askerlere pusu kurmuyor; aslında Türkiye’nin demokrasisine pusu kuruyor. Türkiye’nin istikrarına, demokratikleşme hedeflerine –ki, bunların sağlanmasından en ziyadesiyle Türkiye’nin Kürt vatandaşları yararlanacak- pusu kuruyor. Türkiye’yi arkasından vuruyor.
22 Temmuz’da seçimler yapılmış, içlerinde PKK ile en azından duygusal yakınlığı bilinen insanların grup oluşturduğu bir TBMM ortaya çıkmış; yani “Kürt sorunu”nun yepyeni bir çerçevede ve “demokratik iklim”de ele alınabileceği şartlar doğmuşken, Türkiye’yi kana bulamanın amacı ne olabilir ki? Türkiye’yi tehlikeli bir etnik gerilim ve kutuplaşmanın girdabına çekmenin hesabı nedir ki?
*** *** ***
Bunlar geçerli sorular. Bu nedenle, PKK’nin niyetlerine, yöntemlerine, eylem biçimi ve zamanlamasına “doğru teşhis” konmadığı takdirde, PKK pususuna Gabar’daki 13 şehit düşmekle kalmaz, Türkiye düşer. Öncelikle de Ak Parti hükümeti düşer.
Nedir bu daha da hain PKK pususu?
Türkiye’yi Irak bataklığına çekmek, Kuzey Irak’a saplamak.
Gabar’a tam hükmedilmeden, Kuzey Irak’a girmek piknik gezintisi mi yapmak olur, aklımızı kullanalım. Öfkeyle kalkıp, zararla oturmanan, PKK’nın pususuna düşmenin zamanı değil.
Bu bakımdan, hükümetin dünkü “ilk tepkisi”, kamuoyundaki duygusallığı kullanmak isteyen “vuralım-kıralım lobisi”nin iğvasına kapılmadığını gösterdiği için isabetli ve akıllıca olmuştur.
Zaten, “Gabar pususu”, Türkiye’yi akıl dışı yollara sapmaya davet eden, bir “hain PKK pususu”dur. Bu “pusu”nun alanını, Kuzey Irak’a dalarak genişletmek, Türkiye’nin güvenliğini güvence alması bir yana –unutmayalım bugüne dek Kuzey Irak’a, üstelik oradaki Kürtlerin desteği ve ABD onayı ile 24 kez girildi- siyasi ve diplomatik alanda ülkemizi daha da zayıflatmak, 22 Temmuz’la oluşmuş, çiçeği burnunda iktidarın altından halıyı çekmek demektir.
Akıl dışı tepkilere yönelindiği taktirde, ortada ne yeni anayasa, ne demokratikleşme, ne AB hedefleri kalır. Giderek, ne Ak Parti iktidarı.
1925 yılındaki Şeyh Sait isyanı, beraberinde Takrir-i Sükun Kanunu’nu, Tevhid-i Tedrisat’ı ve İstiklal Mahkemeleri’ni getirmiş, rejimin rengini değiştirmişti. Türkiye, Cumhuriyet’in ilk Kürt isyanının yaptığı “demokrasi tahribatı”nı bugüne dek tam gideremedi.
PKK, “demokratik Türkiye”ye, Türkiye’nin demokrasi ufuklarını hain pusu kuruyor. Öncelik, bu “pusu”ya düşmemek.
Paylaş