O odada hiçbir şey değişmemiş... Christiane Amanpour’un ABC televizyonu adına Heliopolis’teki Başkanlık Sarayı’nda Hüsnü Mübarek ile yaptığı 30 dakikalık görüşmenin görüntülerine takıldı gözüm ve 25 yıl geriye gitti.
1986 yılının Ocak ayının son haftasıydı. O odada bir yarım saat Hüsnü Mübarek ile görüşmüştüm. Oturduğumuz koltukların yeri bile aynı kalmış, ikide bir gözümün takıldığı eski Kahire’yi resmeden büyük yağlıboya tablo bile yerli yerinde duruyor. Hüsnü Mübarek, “Görevde kalmaya meraklı değilim. Çok yoruldum zaten” diyor ve ekliyor “Ama çekilirsem Mısır’ın kaosa sürüklenmesinden korkuyorum”... Böyle bir “vatanseverlik” ilk bakışta çarpıcı geliyor. Hüsnü Mübarek, kuşkusuz bir “vatan haini” değil. Ülkesinin topraklarını kurtarmak için İsrail ile çarpışmış, Hava Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla bir askeri başarı elde ettikleri 1973 Savaşı’na katılmış birisi o. 1982’de Mısır’a ilk ayak bastığımda, Başkan sıfatını üstleneli birkaç ay olmuştu ve onun için en çok kullanılan sıfat “İbn-ül Beled” idi. ‘Ülkenin evladı”, bizdeki “Anadolu çocuğu” gibi bir şey... Diktatör, gerçeklerden kopunca... Ancak, halkın iradesiyle iktidar değişikliğine alışık olmayan, “Firavun yönetimi” dokularına işlemiş bir ülkede, 30 yıl iktidarda kalırsanız ve iktidarınızı “polis devleti”ne dayarsanız, gerçeklerden öyle bir koparsınız ki, Heliopolis’teki sarayınızdaki makam odasının dekorunu değiştirmeye gerek görmezken, dışarısının nasıl değiştiğini de göremez hale gelirsiniz. Hüsnü Mübarek, Christiane Amanpour’a, ülkesinin “kaosa düşmesinden çekindiği için çekilmek istemediğini” söylerken, dünyadaki yüzmilyonlarca insan, Kahire’nin merkezindeki Tahrir Meydanı’nda Mübarek’in bir an önce çekip gitmesini isteyen, devinim halindeki yüzbinlerce insanın görüntülerini izliyordu. Sadece Kahire’de mi? El Cezire’nin Arapça yayınını izlerken, Mısır’ın her köşesinden haber alıyorum; İskenderiye ayakta, Süveyş kentinin neredeyse tümü sokakta, Nil Deltası’ndaki Zagazig keza öyle. Mısır’ın 29 vilayetinden 28’i, yani Mısır halkının tümüne yakını başkaldırmış. Kahire koca bir kent. Boğaz’ın İstanbul’u bölmesi gibi, Nil’in böldüğü ve yüce nehrin iki ayrı bölüme ayırdığı muhteşem kentin her köşesinde insanlar hareket halinde. Twitter’dan Mısırlıların gönderdiği kısa notları izliyorum bir yandan. Talat Harb Meydanı’nın “Baltacılar”dan yana “Mübarek yanlısı saldırganlar”dan temizlendiği haberi geliyor. Talat Harb, Mısır’ın nabzının attığı, bitmez tükenmez siyaset ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı kafeleriyle ünlü, Kahire’nin Tahrir’e yakın bir bölümü. Nil üzerindeki adaların, Zamalek’in, Roda’nın gece geç saatlere dek insan kaynıyan sokakları kimbilir ne halde? Nil’in iki ayrı yakasındaki Maadi ve Giza’da neler oluyor kimbilir? Dindar Müslümanlar ile yoksul Hristiyanların doldurduğu, “halk semtleri”, Şobra ve İmbaba neler yaşıyor? Oralarda neler cereyan ettiğini tahmin etmek ve bilmek çok zor olmasa gerek. Mısır’da devlet yok. Çökmüş durumda besbelli. Mübarek’e Dışişleri Bakanlığı yapmış, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın bile kendisini Tahrir Meydanı’ndaki kalabalıkların içine atmasından bile anlayabiliyoruz, gelinen noktayı. Hüsnü Mübarek’in çok korktuğu Mısır’ın “kaos içine düşmesi” kendisinin Heliopolis’teki sarayında oturmaya devam ettiği her an gerçekleşiyor. O, bunu 25 yıldır dekorunu bile değiştirmediği çalışma odasından göremiyor ama bizler, bütün dünya an be an görüyoruz. Amerika, Mübarek sonrasını tasarlıyor Washington da görüyor kuşkusuz. “İsrail’in güvenliği” temel sütunu üzerine kurdukları ve o nedenle adeta çarnaçar desteklemek zorunda kaldıkları Arap diktatörlük rejimleri aracılığıyla ayakta tutmaya çalıştıkları “güvenlik sistemi”nin Mısır’da çöktüğünü görüyor Amerikalılar. O nedenle, “Ortadoğu yangını”ndan kurtardıklarını kurtarabilme peşindeler ve tam da bu nedenle Hüsnü Mübarek’in iktidarını bir saniye daha devam ettirmesine tahammülleri yok. Peki, ne yapıyorlar? Mısır’ın ayakta kalan tek kurumu olan ve 32 yıldır yılda 1,5 milyar dolarlık askeri yardımla besledikleri Mısır ordusunun üst yönetimi aracılığıyla “Mübarek sonrası”nın “geçici” ve “geçiş yönetimi”ni oluşturmaya çalışıyorlar. Mısır ordusu, herşeye rağmen Mısır halkının reddetmediği bir kurum. Bunun nedeni, İsrail’e karşı savaşmış olması. 1948’de, 1956’da, 1967’de, 1973’te. “Meşruiyeti”ni hala yitirmemiş olmasının bir nedeni de, kendi halkına karşı hiç silah çekmemiş olması. ABD ile Mısır halkı arasındaki tek “kesişme noktası” yine de Mısır ordusu. ABD, bir haftalık Başkan Yardımcısı, askeri istihbarat şefi Korgeneral Ömer Süleyman, Savunma Bakanı Tantavi –ki, dün Tahrir Meydanı’nda göstericiler ile temas etti- ve Genelkurmay Başkanı Korgeneral İnam aracılığıyla. Ömer Süleyman, Müslüman Kardeşler de dahil olmak üzere, “muhalefet” ile görüşmeyi önceki gün kabul etti. Washington, Müslüman Kardeşler’in de “siyasi sürece katılacağı” bir yeni bir anayasa ve seçimlere gidecek “geçiş dönemi”ni sindirmeyi kabulleniyor. Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak Bu satırların yazıldığı sırada, dün akşam üzeri “manzara-yı umumiye” böyleydi. Yayımlandığı sırada, Cumartesi sabahı nasıl olacak bilemiyorum. Hüsnü Mübarek yerinde kalacak mı? Ne olursa olsun, Hüsnü Mübarek dönemi tarihi olarak bitmiştir. Onunla birlikte, Ortadoğu’da çok şey değişecek. Bunu şimdiden biliyoruz. Mısır halkı günlerdir tarih yazıyor. Ama, dün, Mısır halkının büyük harflerle tarih yazdığı gün oldu. Mısır, dün, bir kez daha tarih yazdı. “Mısır dersleri” doğru okunursa, önümüzdeki dünyada, özellikle İsrail için hayat bugüne dek olduğundan çok daha zor olacak. Türkiye ise, bu bölgesel altüst oluştan, -Mısır dersleri doğru okunduğu takdirde- daha güçlü çıkacak...