Kürtlere kulak veriliyor mu?

Öcalan'dan Karayılan'a, Demirtaş'a... Hapishaneden 'dağ'a, 'dağ'dan yasal zemine, yerel yönetimlere, TBMM'ye; acaba Kürtlere kulak veriliyor mu?

Haberin Devamı

Abdullah Öcalan’ın, hakkında kim ne düşünürse düşünsün, önemli bir ‘siyasi aktör’ olduğu tartışma götürmez. Öcalan, ‘Çözüm Süreci’ ya da ‘Barış Süreci’, adına ne derseniz deyin, onun ‘merkezindeki’ kişidir. Bu ‘Çözüm Süreci’ni önceki girişimlerden ayırt eden en önemli özelliği de budur zaten.

Abdullah Öcalan’ın ‘merkez’e alarak, onunla kurduğu ‘diyalog’ üzerinden ‘Süreç’i başlatan Tayyip Erdoğan (ya da AK Parti) iktidarıdır. Dolayısıyla, gerek iktidarın gerekse “Süreç’in ‘ama’sız destekçileri” olarak kendilerini tanımlamış olan yandaş ve yanaşmalarının, Abdullah Öcalan’ın ne dediğine kulak vermeleri beklenir. Öyle olması gerekir. ‘Süreç’in ‘merkezi’ndeki ‘siyasi aktör’ o olduğu için; ‘Süreç’ selameti açısından.

Öcalan, gelinen noktaya ilişkin görüşlerini on gün sonra, 15 Ekim’de açıklayacağını bildirdi. Bununla birlikte, birkaç gün önce kendisini İmralı’da ziyaret etmiş olan kardeşi Mehmet Öcalan Dicle Haber Ajansı’na verdiği bilgide bazı ‘ipuçları’nı ortaya çıkardı. Buna göre, Abdullah Öcalan’ın ‘önünün açılmaması’ durumunda ‘Süreç’ten çekilmesi’ ihtimali söz konusu.
Kardeşinin aktardığı şekliyle, ajansın yer verdiği Abdullah Öcalan’ın sözleri şöyle:
“8-9 aylık süreç boyunca vicdanen rahatız. Bu süreç içerisinde asker ölümü de, gerilla ölümü de yaşanmamıştır. Bundan memnunuz. Ama süreç başladığı günden bu yana bizim açımızdan ilerlememiştir. Bu sürecin tek taraflı ilerlemesi zor. Devlet ve hükümet tarafından sürecin önünün açılması gerekiyor. Ben düşüncelerimi 15 Ekim’de açıklayacağım. Önümüzdeki haftalarda devlet heyeti de, BDP heyeti de gelebilir. Geldikleri zaman düşüncelerimi bütünüyle onlara aktaracağım. İnsanın bir yere kadar gücü olabilir. Ben de belki 15 Ekim’e kadar getirebilirim. Bundan sonra süreç devam eder mi, etmez mi o beni aşan bir durumdur. Düşüncelerimi 15 Ekim’de açıklarım. Süreçte önüm açılmadı. Önümün açılması gerekirdi. Gelişmelerin olması gerekirdi. Önüm açılmazsa benim yapabileceklerim buraya kadardır. Bu şekilde sürerse çekilebilirim. Tabii ondan sonra süreç kimin üzerinden gider bilemiyorum. Devam ederse BDP vardır, Kandil vardır.”
Bunu ‘şantaj’ ya da ‘siyasi manevra’ olarak değerlendirip omuz silkenler olabilir. Ne var ki, Abdullah Öcalan’ın ‘çekilme’den söz etmesi bundan önceki deneyimlere bakıldığında pek hayra alamet olmadı. Onun herhangi bir ‘Süreç’ten ‘çekildiği’ dönemlerde ‘en istenmez gelişmeler’ yaşandı, ‘şiddet’ tırmandı. Kan döküldü.
O nedenle, ciddiye alınması, Türkiye’nin ve herkesin hayrına olacaktır.
Söz konusu açıklamasında, son derece ilginç bir husus dikkat çekiyor; ‘önü açılmadığı takdirde’ çekilebileceğinden söz etmekle birlikte, bunun illa ‘Süreç’in son bulmasıyla ‘eşanlamlı’ olmayabileceğine de değiniyor. “Bu şekilde sürerse çekilebilir” dedikten sonra, “Tabii ondan sonra süreç kimin üzerinden gider bilemiyorum. Devam ederse BDP vardır, Kandil vardır” diye ekliyor.
Yani, ‘Süreç’ için gerek BDP’nin
ve gerekse Kandil’in birer ‘aktör’ olduğu ya da olabileceğinin işareti var bu sözlerde.

Haberin Devamı

Peki, şu sıralarda BDP ne diyor?
BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın önceki gün Diyarbakır toplantısında çok çarpıcı sözleri var; son ‘Paket’ ile ‘Süreç’ arasında bir bağlantı kurup, buradan hareket ederek, “Açıklanan paketin içeriğinden önce, Başbakan, bu paketi açıklarken, ortada hiçbir süreç kalmadığını teyit etmiş oldu” dedikten sonra şu vurguyu yapıyor:
“Açıkladığı paketin süreçle de alakası yok. Ortada diyalog da yok. Hükümet fiili olarak süreci bitirmiş haldedir!”
Tam bir hafta önce Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Solu-Kuzey Yeşilleri grubunun İstanbul’daki toplantısında ‘Süreç’ hakkında ve BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın yanı başında konuşurken, “Ortada sürecin adı var; kendisi yok” demiştim. Selahattin Demirtaş’ın sözlerini gözlemimin teyidi sayabilirim. Bununla birlikte, şu görüşümü de ifade etmiştim:
“Şu anda Süreç’in durumu, ileri, çözüm yönünde hareket etmemekle birlikte; adının olması, hiç olmamasından çok daha iyidir. Dokuz aydır bu ülkede Kürt sorunu nedeniyle kan dökülmedi. Bu, fevkalade bir şey. Süreç olmasa, böyle bir durum olmazdı...”
Şu sözlerimi de ekledim:
“Türkiye kamuoyu, barış kavramını Kürt sorununa çözüm ile eşanlamlı olarak algılıyor. Bu nedenle, Barış Süreci ve Çözüm Süreci eşanlamlı olarak kullanılıyor. Ne var ki, çatışma ortamının olmaması ya da uzun, hatta kalıcı bir ateşkes ile çözüm ve barışı birbirine karıştırmamak gerekir. Çözüm yani nihai barış yolunda yürünmezse, geri dönüş riski her zaman –üstelik Ortadoğu’daki genel ortam da göz önüne alınırsa- vardır. 1999 ile 2004 arasını ve sonrasını unutmayalım.”
Kürt siyasi hareketinin silahlı güçlerine hükmeden Kandil olduğu için ‘gelinen noktada’ onun değerlendirmesine de önem verilmeli. Esasen, Abdullah Öcalan da, “Süreç devam ederse” diyerek, BDP’nin adını verdikten sonra, onun yanında Kandil’i de sayıyor.
Kandil’in ne dediği, ne düşündüğü Murat Karayılan’ın 7 Ekim tarihli Türkiye toprakları içindeki güçlerine gönderdiği ‘mesaj’dan anlaşılıyor. Karayılan, ‘Süreç’in kritik bir aşamada olduğunu’ bildiriyor ve “Eğer yarın bu süreç bozulursa sorumlu biz değiliz” diye ekliyor.
Bu sözlerden, ‘Süreç’i bozma hazırlığı içinde olduklarını anlayabilir miyiz?
Pek öyle değil. Çünkü ‘ateşkesi bozma gibi bir niyetlerinin olmadığını, ancak askeri operasyon yapılması halinde yaşanılacak bir çatışmanın bu süreci bozabileceği’ni ifade ediyor. Bu yaklaşımını ‘operasyonların durdurulduğunu’ kabul eden şu sözleriyle birlikte ele almak isabetli olur:
“Doğrudur, devlet tarafı, güçlerimizin dışarı çıkması için imha operasyonlarını durdurdu. Ama bunun dışında da hiçbir şey yapmadı. Tersine, karakollar, yollar, barajlar yaptı, yeni korucu kadroları açtı.”
Karayılan, ‘Paket’ konusunda da buruk ve tepkili bir dil kullanıyor; benim dikkatimi çeken ‘ayrıntı’ şu sözlerinde yatıyor: “... Mesela Erdoğan bu paket üzerine 45 dakika konuştu, konuşmasında bir kez bile Kürt kelimesi geçmedi. Biz bu zihniyeti 90 yıldır tanıyoruz. Kürt demiyor ve Kürtlerin doğal haklarını tanımıyor...”
Burada dile getirilen ‘duygu’, Selahattin Demirtaş’ın ‘anadilde eğitim’ konusunda önceki günkü şu sözlerinde de ifadesini bulmuyor mu:
“Bizim özel okulumuz yok, halkımızın yüzde 80’i yoksulluk sınırı altında. Kimin özel okulu var? Sizin var. Kimse yemez bunu artık. Hani bu topraklar hepimizindi? Hani kardeştik? Sen diyebilir misin ‘Sadece özel okullarda çocuklar başını kapatabilecek? Devlet okullarında kapatılamaz’ diyebilir misin? Biz anamızdan taksitle mi doğduk, haklarımızı taksit taksit veriyorsun? Anadilde eğitime kim karşı çıkıyor bu ülkede artık? Sen kimsin ki sadaka dağıtır gibi hak dağıtıyorsun? Sen bu ülkenin Başbakanı olarak o haklarımızı vermek zorundasın...”
Abdullah Öcalan’dan Murat Karayılan’a, Selahattin Demirtaş’a... Hapishaneden ‘dağ’a, ‘dağ’dan yasal zemine, yerel yönetimlere, TBMM’ye; acaba Kürtlere kulak veriliyor mu?
Bu basit sorunun cevabı, tüm Türkiye’yi ve geleceğini ilgilendiriyor.

Yazarın Tüm Yazıları