Paylaş
Yürütülebilir bir yana yürütülüyor. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ile birlikte AB Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti'ndeyiz.
Bir toplantıdan diğerine, AB Dönem Başkanı Çeklerden Türkiye'nin AB yürüyüşüne destek isteniyor.
Türkiye'nin, Davos'ta Başbakan'ın ortaya koyduğu "delikanlı" tavır ile iyice tahkim olan genel "macho" toplum imajına son derece zıt bir görüntüyü fark ediyorum. Türkiye'nin en nüfuzlu iş dünyası kuruluşunun Avrupa'da yönelttiği "diplomatik atak"ın başında iki kadın.. Biri TÜSİAD Başkanı, diğeri Başkan Yardımcısı. Arzuhan Doğan Yalçındağ ile Ümit Boyner. Türkiye'nin şaşırtıcı, hoş yanlarından biri olsa gerek.
TÜSİAD heyetinde yönetim kurulu üyesi sıfatını taşıyan, aynı zamanda AB Uyum Komisyonu Başkanı olan deneyimli diplomat Volkan Vural da var.
Volkan Vural, Avrupa Birliği Genel Sekreteri görevinde de bulunmuştu.
Ayrıca, TÜSİAD Dış Politika Danışmanı Soli Özel ile TÜSİAD Brüksel Temsilcisi Bahadır Kaleağası.
Ben "siyasi analist" diye takdim edilerek, görüşmelerde yer aldım. İşadamlığı ile hiçbir ilişkim yok, ekonomiden hiç anlamamak gibi pek de övünülemeyecek bir özelliğin sahibi olmaktan gayri TÜSİAD bağlantım da bulunmuyor. Ama konu AB Dönem Başkanı nezdinde "Türkiye kulisi" yapmak olunca, "milli görevden kaçılmaz" gibisinden bir eda ile Prag'daki görüşmelerde bulundum.
Önce "Çek TÜSİAD'ı" diye nitelendirilen SP ile görüşme. Ardından "Zafer Çağlayan ve Kürşad Tüzmen'in tek kişide toplanmış Çek hali" denilebilecek Sanayi ve Ticaret Bakanı Martin Riman ve son olarak Başbakan Yardımcısı ve AB ile ilişkilerden sorumlu Alexender Vondra..
Çek muhataplarımız öylesine Türkiye'nin AB katılımından yanalar ki, Türkiye'de bizim hükümette onlar kadarını bulmak kolay değil. Keşke,
AB'nin diğer birçok ülkesinde "Türkiye lobisi" yapmak Prag'daki kadar kolay olsa duygusunu içimden geçiriyorum.
"Çek TÜSİAD'ı" Çek hükümetinden daha fazla AB yanlısı. Euroya geçmekten yanalar. Hükümette ağırlıkta olan liberal partililer ise kendisini "realist" olarak niteliyor ve "AB'ye kuşkulu" yaklaşıyorlar. Liderleri Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus'un AB'ye pek bayılmadığı biliniyor.
Sanayi ve Ticaret Bakanı Martin Riman, "Aslında Çek Cumhuriyeti AB'nin dışında kalabilir; bu da pekâlâ düşünülebilir" deyince, "Siz bizim içeriye girmemize destek olun, biz sizin çıkmanıza yardımcı olalım" diyeyim düşüncesi zihnimi yalıyor. Dilimi tutuyorum.
AB'ye kuşkulu yaklaşan bir AB ülkesinin Türkiye'nin AB yolunu hararetle desteklemesine tanık olmak tuhaf bir şey.
Çek Cumhuriyeti, Orta Avrupa'nın orta yerinde. AB'de olsa da olmasa da Avrupa'nın ortasında. Bu özelliği değişmeyecek, Alman nüfuz alanında istese de istemese de kalacak. Tıpkı İsviçre'nin AB üyesi olmaması, Avrupa'nın merkezindeki Avrupalı kimliğini değiştirmediği gibi, Çekler de benzer bir durumdalar. Bizim dünyadaki yerimiz ve rolümüz bakımından gelecek tasavvurumuz aynı olamaz.
Ancak bunları düşünmenin gereği de yok; zira Çek Cumhuriyeti zaten AB üyesi ve üstelik şu sırada Dönem Başkanı. Çek dönem başkanlığında, Türkiye'nin müzakerelerinde iki fasılın daha açılması bekleniyor.
Rumlar nedeniyle bloke edilen enerji faslının açılmasıyla üç fasıl açılırsa, Türkiye'nin AB çıpasının sağlama alınması bakımından çok değerli bir gelişme olacak.
Görüşmeler sayesinde ekonomik krizin Türkiye'ye muhtemel yansımalarının ciddiyetini daha iyi kavrıyorum. Çekler, ekonomik krizden fena etkilenmişler. Sanayi üretimi düşmüş, işsizlik yüzde 6.8'e çıkmış. Bizde daha da fazla. Üstelik, biz Çek Cumhuriyeti gibi kişi başına düşen milli gelirin 17 bin dolar olduğu bir ülke de değiliz.
Çek ekonomisi ihracata dayalı ve ihracatının yüzde 80'i AB ülkelerine.
Yüzde 30 ise Almanya'ya. Kriz nedeniyle talep düşüşü haliyle tüm ekonomiyi olumsuz etkiliyor. Türkiye'nin iki misli 40 milyon turist çeken bir ülkede, bu olumsuz etkiler söz konusu ise Türkiye'de reel sektörün etkilenmemesi mümkün mü? Krizin beş-altı ay sonra Türkiye'deki etkilerini aramızda kimse telaffuz etmek bile istemiyor.
Yine de Türkiye'ye AB sürecinde son derece olumlu bakan Çek Cumhuriyeti'nin dönem başkanı olması, ardından bu rolü Türkiye'ye aynı ölçülerde olumlu bakan İsveç'in devralacak olması, 2009 açısından büyük şans.
Yeter ki, hükümet bu "şansı" değerlendirecek bir hazırlık içinde olsun.
Prag'a dördüncü gelişim bu. İlki komünist rejim sırasındaydı. İkinci kez "Kadife Devrim" günlerinde geldim. Üçüncü kez Turgut Özal'ın cumhurbaşkanlığında, Stalinist havalı komünist rejimin hapse attığı Vaclav Havel'in cumhurbaşkanı olarak Çekoslovakya'ya özgürlük sürecinde önderlik ettiği sırada, 1991 sonbaharında. Çekler, Slovaklardan henüz "medeni biçimde boşanmamışlar"dı.
Bir AB üyesi olarak Çek Cumhuriyeti'ne ilk gelişim bu. Avrupa'nın belki de en güzel şehri olan Prag, aynı Prag. Bir farkla: Makyajı değişmiş. Bir güzel makyajla daha ne kadar güzelleşirse, öyle olmuş.
Türkiye'nin insanı sersemleten kavgalı ortamından teneffüse çıkıp, Türkiye'ye dost bir AB Dönem Başkanı'nın güzel başkentinde, "Praha
Zlata"da yani "Altın Prag"da bulunmak hoş bir duygu...
Paylaş