Paylaş
Herkesi dikkatle dinledikten sonra, ortaya konulan görüşler ve eleştirilerin “yüzde 95’ini paylaştığını” ama söylenenlerin yerine getirilmesi için, seçim sonuçlarının beklenmesi gerektiğini bildirmiş. Arzu edilen reform sürecinin ancak seçimlerden sonra ve Ak Parti., sağlam bir parlamento çoğunluğu elde ettikten sonra canlanabileceğine dikkat çekmiş.
Toplantıda, hükümete çok ağır eleştiriler yöneltilmiş aslında. Katılanlardan biri, “Hrant Dink’in kanı sizin elinize bulaşmış, ülkenin tek Nobel ödüllü şahsiyeti Orhan Pamuk’un ise ödül kazandıktan iki ay geçmeden şehrinde barınamayacak duyguya kapılarak ülkeyi terketmiş olmasının ayıbı ise sizin alnınıza yapışmış vaziyette. Bu, iklim hükümetinizin yönetimi altında gerçekleşti” demiş, ve diğer konuşmacılar gibi 301 üzerinde durmuş.
Toplantıya katılanlar, 301’e ilişkin, hükümetin iradesinin hayli titrek durduğu izlenimini edinmişler. Nitekim, Başbakan, 301’in kalkmayacağını, değiştirebileceğini açıkladı. Bugün-yarın, 301 değişikliği hükümetin önüne geleceğe benziyor.
Değişikliğin de pek anlamlı olmayacağı anlaşılıyor. Konuya yaklaşımdan belli. Başbakan, önce bunu “ihale”ye çıkarttı ve sivil toplum örgütü kavramıyla ilgisi olmayan, iş dünyasının kuruluşlarından değişiklik önergesi hazırlamalarını istedi. TÜSİAD ve İKV gibi kuruluşların damgasını taşıyan değişiklik önergesini, 301’i kaldırmaya değil ama kozmetik değişiklikler yapmaya teşne Başbakan bile benimseyemedi. O kadar kötüydü hazırladıkları. TÜSİAD’ın bir önceki başkanı Ömer Sabancı’nın, Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç’un daha önce 301’e ilişkin yaptıkları açıklamaların çok çok gerisine düşen katkılarından ötürü Davut Ökütçü ve Pekin Baran gibi isimlerin, bu ayıptan kendilerini sıyırmalarını bekleyeceğiz.
301’e ilişkin en güvenilir dağlara kar yağmasından cesaret alan hükümetin “301 süvarisi” ve sözcüsü, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in, kamuoyunun zekasıyla alay edercesine hâlâ sorunun “maddenin temelinde değil uygulanmasında” olduğunu söylemesine şaşmamak gerekir.
Oysa, uygulama ortada. Konunun teknik, hukuki ayrıntılarına girilip boğuntuya getirilmesine hiç gerek yok. Uygulama, İstanbul Osmanbey’de bundan bir ay önce (19 Ocak) Agos gazetesinin önündeki kaldırımın üzerinde upuzun, kanlar içinde yatan Hrant Dink’in cansız bedeni.
Alın size uygulama. Alın size “içtihat”!
***
Hal böyle olunca, 301’de hiç değişiklik yapılmaması ve aynen olduğu gibi kalması uygun olur. Zira, değişiklik yapılmış gibi yapılarak, Adalet Bakanı’nın ölçüsü olan “uygulama” aynen devam edeceğine göre, hiç kimse aldatılmamış olur. Hiç değilse, yarım-hamileliklerin ardına sığınmadan, aldatmacalardan medet ummak gereği kalmaz. Durumun adı olduğu gibi konmuş ve “rejimin bekası” da “gerektiği” gibi korunmuş olur.
Nitekim. Agos’un son sayısında, Hrant’ın halefi Etyen Mahçupyan, “Aman virgülüne bile dokunmayın!” başlıklı bir yazı yazdı. Yazısının şu bölümü ibret verici:
“... Türkiye’nin hapsolduğu bu ‘sivil’ ve ‘entelektüel’ düzey, insanda pek enerji bırakmıyor doğrusu. O nedenle ben de artık 301’in aynen böyle kalmasını destekliyorum. Çünkü bu ceza maddesinin şimdiki lafzı, Türkiye’nin durumuna ve siyaset anlayışına cuk oturuyor... Ne kendimizi anlatalım, ne de dünyayı...
Böylesine devletçi bir toplumun karşısında toplumcu bir siyaset yapmaya çalışan AKP’nin de ufku haliyle pek geniş olamıyor... Batı karşıtlığına dayanan siyasi atmosferdeki anlamına takılan bir hükümetimiz var ve düşünün ki en reformcusu da bu. O nedenle bundan böyle 301’le ilgilenmeyi düşünmüyorum.
Bütün bu demeçlerde asıl içime işleyen Gül’ün ‘Belirtmem gerekir ki ne Hrant Dink, ne Orhan Pamuk ne de Elif Şafak bu madde dolayısıyla bir kez olsun hapse konulmadı’ demesi oldu. Keşke hapse konulsaydı. Keşke hapse konulsaydı da öldürülemeseydi... Evet, 301 insanları hapse atmadı ama onları bazılarının gözünde öldürülebilir kıldı.”
Ben de kendi payıma, yukarıda zaten belirttiğim gibi, 301’in virgülüne dokunmadan kalmasından yanayım ve bir daha 301’le ilgili tek satır yazmak niyetinde değilim. Eğer, daha maddenin hazırlanmakta olduğu günlerden beri Basın Konseyi’nden AB yetkililerine uzanan gepgeniş bir yelpazede, yerli-yabancı herkesin “yapmayın etmeyin” telkinlerinden haberdar olan hükümet, Hrant’ın kanlı bedeninden sonra bile gereken duyarlılığa kavuşmadıysa, yapacak fazla bir şey yok. Bari, aldatıcı, kozmetik değişikliklere gidip, 301’i iyiden iyiye tahkim etmesinler.
301’i Türkiye’de “ifade özgürlüğü”nün üzerindeki Damokles Kılıcı olarak görmeyi idrak edemeyen, her türlü “ırkçı eylem zemini”ne bir “meşruiyet şemsiyesi” gibi göremeyen bir hükümet var. 301’in, “Hrant Dink cinayeti”ne yol açan sembolizmini bile kavramamış ya da kavramayı reddediyor. Muhalifleri ise, bu konuda daha da berbat. Bizlere de yapacak, söyleyecek bir şey kalmıyor.
***
301 sınavında ki, bu demokratik özgürlüklerin anası olan ifade özgürlüğü sınavı demektir- böylesine tökezleyen bir hükümet ve dayandığı siyasi parti, seçimleri ardında bıraktıktan sonra, nasıl olacak da, birdenbire demokratik reformlar için yepyeni bir enerji edinecek. Yani, Türkiye’nin AB tam üyelik sürecini aksatmamasından yana tüm demokratik unsurlarına dönüp, “seçimlere dek beni idare edin; ondan sonra görün beni” diyen bir hükümet söz konusu.
Bu noktada, herkesin ve bu arada Ak Parti ve hükümetin de kendisine sorması gereken sorular şunlar: Statükoya konjonktür gereği teslim olarak statükoyu güçlendirdikten sonra, buna alışan kadrolarda “değişim enerjisi” kalır mı? Toplumun değişim isteyen güçlerinde, bu tür siyasi kadroları güvenle destekleyecekleri “enerji” birikir mi? Harekete geçebilir mi?
Cevaplar, pek ferahlatıcı olmayabilir...
Paylaş