Paylaş
Geçen yıl bugün Aziz Yıldırım, bir isimdi ve bir sıfatı vardı. Bu yıl bugün sıfatı değişmedi ama ismi bir “ölümsüz isim” haline geldi. Bu yıl 3 Temmuz’daki Aziz Yıldırım, geçen yıl 3 Temmuz’daki Aziz Yıldırım’dan bin misli daha güçlü bir isim.
Bu yılın 3 Temmuz’una Aziz Yıldırım, “çete kurmak” ve “şike yapmak ve teşvik”ten bir ÖYM tarafından “hüküm giymiş” yani “mahkum” bir adam olarak girdi. Tam da bu nedenle, milyonlarca kişinin gözünde bir “direniş simgesi” olarak büyüdü, vicdanlarda, bir yıl içinde cezaevinde tümüyle ağarttığı saçları gibi, apak çıktı Metris cezaevinden.
Aziz Yıldırım hakkında vicdanların ve hukuk kavramına bir nebze saygısı olanların reddettiği hükmü, Türk hukuk tarihine isimlerini tertemiz bırakamayacakları için, TBMM’nin yeni bir yasa çıkartarak “tedavülden kaldırmaya” çalıştığı bir ÖYM verdi. Asıl hükmü ise, Metris cezaevinin kapısına görülmemiş sevgi gösterileriyle yığılan ve aynı duyguları paylaşan onmilyonlarca insan verdi.
Aziz Yıldırım, onların oluşturduğu insan seli arasında, cezaevi kapısından ana caddeye, yani kendisini bir yıldır tutulduğu demir parmaklıkların ardından alıp özgürlük teneffüs edeceği günlük hayata taşıyacak yola, yarım saatte varabilirdi.
Türkiye’de kitlesel psikolojinin dokusunu, kıvrımlarını iyi bilmek gerekiyor. Aziz Yıldırım, tam bir yıl demir parmaklıklar altında haksız yere zulüm altında özgürlüğünden mahrum yattığı günlerin sarı-lacivert vicdanlarda uyandırdığı şefkat duygusundan ötürü, bir “ölümsüz isim” haline gelmedi. Dik durduğu için, eğilip bükülmediği için, kendisini kurtarmak adına ilkesiz uzlaşmalara yatmadığı için, belkemikli olduğunu ispat ettiği için, her ne pahasına olursa olsun, adaletsizlik karşısında boyun eğmeyeceğini ortaya koyduğu için, Fenerbahçelileri ayağa kaldırdı. O nedenle bir “direniş simgesi” haline dönüştü. Fenerbahçeliler, onun için, kendi onurları için, Fenerbahçe için direndiler.
Aziz Yıldırım, ortaya koyduğu “direniş” ile Fenerbahçe kavramını, hak, hukuk ve adalet kavramlarıyla buluşturdu.
Özel Yetkili 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, “çete kurmak” ve “şike ve teşvik” gibi gülünç gerekçelerle suç işlediğine hükmetmiş olması Aziz Yıldırım’ı “suçlu” kılmıyor; söz konusu mahkemenin utanç verici bir kararın altına imza attığını gösteriyor.
Kararın 102 sayfalık gerekçesi varmış, daha yazılmayı bekleyen. 102 değil 1002 sayfalık gerekçe yazsalar fark etmez. Mahkeme kararları, vicdanları tatmin etmezlerse, ne kadar laf kalabalığı ile hukuki gerekçeye dayandırılmak istenirlerse istensinler, “adil” olmazlar.
Aziz Yıldırım kararı da böyledir. Haksızdır, adaletsizdir.
Gerçi, basmakalıp deyimle “hukuk süreci” tamamlanmamıştır; daha “Yargıtay aşaması” vardır ama, daha hukuk sürecinin tamamlanmamış olması, 16. Ağır Ceza Mahkemesi kararını vicdanlarda aklamıyor.
Elbette ki, şike yapıldığına ve bunu Aziz Yıldırım’ın yaptığına inanmaktan ziyade inanmak isteyen, kör bir taraftar fanatizmiyle, bu ülkede hukuk kavramından nasibini almadan yaşamakta olan bir sürü insan var. Onlar, ÖYM’nin verdiği karardan memnundurlar. Öylelerini aksine ikna etmek zaten mümkün değildir.
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi adını taşıyan ÖYM, futbolda kör fanatizmi, adaletsizliği ödüllendiren bir karar almıştır ve kararları böyle hatırlanacaktır.
Asgari vicdan ölçülerine, hukuk bilgisine ve adalet duygusuna sahip olan herkes için bu böyledir. Örnek mi istiyorsunuz; bakın, “Üç Büyükler”den birinin, Fenerbahçe’nin rakibi olan bir spor kulübünün yönetim kurulu üyelerinden biri, karar hakkında “sosyal medya”da dün neler yazdı:
“Aziz Yıldırım için söylüyorum: Bu dünyada adalet varsa bu karar Yargıtay’da tamamen bozulur.”
“Dava bittiğine göre konuşabiliriz: Savcı şike şüphesini kanıtlayacak yeterli delile sahip değildi. Şikeden şüphelenmek başka şey, bunu kanıtlarıyla mahkemede bir ceza davasında ortaya koymak başka şey...”
“Bu ülke futbolunda şike yapıldığına dair kanaatim var ama bunu ceza davasında kanıtlamak gerekir. Savcı kanıtlayamadı. Savcının kanıtları bir takım telefon konuşmalarından başka bir şey değildi. Tek başına telefon konuşmaları hiçbir şeyi kanıtlamaz.”
“En önemlisi, savcının paranın izini bulması gerekiyordu. Bu iz bulunamadı.”
“Ceza yargısı kanaatle değil delille yapılır, karar da delille verilir. Kanaatle karar vermeye kalkarsak milletin yarısı hapiste olur. Futbol Federasyonu Profesyonel Disiplin Kurulu, delille
değil kanaatle karar veriyor ama Ağır Ceza Mahkemesi böyle yapmaz, yapamaz.”
Yaptı ama. Yaptığı, tam da yapmaması gerekendi. Sadece bu bile, kararının adaletine, hukukiliğine gölge düşmesine yeterlidir.
Aslına bakılırsa, özellikle ÖYM’li yargı uygulamalarını izleyen aklı başında hiç kimse, “şike davası” diye kamuoyuna yutturulan, doğrusu bir “Fenerbahçe davası” hatta daha da doğrusu bir “Aziz Yıldırım davası” olan bu davada “adaletin tecelli edeceğine” inanmıyordu. Hrant Dink cinayeti davasında adalet tecelli etmiş miydi? KCK davasında ediyor mu?
Bu tür davalar doğaları gereği “adaletsizlik manifestoları”dır. Sürpriz, hukukun gereğinin yerine getirilmesi yani dünkü davanın Aziz Yıldırım’ın beraati ile sonuçlanması olurdu.
Tam da bu yüzden, benim de içlerinde bulunduğum bir çevre, “davanın nasıl sonuçlanacağı”na ilişkin yakın çevremizden gelen sorulara, “mahkumiyet kararı verip, Aziz Yıldırım’ı tahliye edecekler; işi Yargıtay sürecine havale etmiş olacaklar” cevabını veriyorduk.
Yani, kararın böyle çıkacağını biliyorduk.
Çünkü, böyle olacağına, kararın böyle çıkacağına dair “duyum” alınmıştı. Dün çıkan karar, günler öncesinden alınmış olan “duyum”u neredeyse birebir yansıttı.
Aziz Yıldırım hakkında verilmiş olan karar, her ne kadar milyonlarca insanın vicdanını, hukuk ve adalete olan inançlarını zedelemişse de, Aziz Yıldırım’ın ve İlhan Ekşioğlu’nun kendilerinden bir yıldır gaspedilen özgürlüğü geri almış olmalarından çok mutlu olduğumuzu da belirtelim.
Hak, hukuk ve adalet mücadelesi, özgür bir Aziz Yıldırım’la daha güçlü yürüyecektir…
Paylaş