Cem Keçe

Yeme Bozuklukları ve Cinsel Sorunlar

7 Ağustos 2014
Bazı genç kadınların cinselliğe yönelik yaşadığı sorunların temelinde yeme bozuklukları yatabiliyor. Toplumdaki yaygın “ideal vücut ölçülerine kavuşma” isteği ve diyet yapan insan oranındaki artış, yeme bozukluklarının yaygınlaşmasını neden olmaktadır. Daha çok genç kızlarda görülmekle birlikte aktör, manken, hostes veya dansöz gibi dış görüntüsü ön planda olan mesleklerde sıkça görülen “yeme bozuklukları” arasında “anoreksiya nevroza veya açlık hastalığı”, “bulimia nevroza veya tanırcasına...

Kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalar cinsel sorunlara yol açabiliyor

Yeme bozuklukları çoğu zaman kadınlara özgü bir hastalık olarak kabul edilir. Yeme bozukluklarında temel sorun az veya çok yeme değil, kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalardır. Yeme bozukluğu yaşayanların en büyük sıkıntılarından biri cinselliğe yönelik tüm beden algılarını kapatmaları ve dolayısıyla cinselliklerini rahatça yaşayamamalarıdır. Yeme bozukluğu yaşayan kadınlar dokunma ve dokunmanın getirdiği uyarılmaya karşı bedenlerini kapatmakta ve her şeyden önce cinsel uyarılma sorunları yaşamaktadırlar. Cinsellikten korkma ve uzaklaşma, kendi cinselliği ve aşk ilişkisindeki rolü hakkında uygun beklentiler geliştirememe, cinselliğini yok etmeye çalışma ya da abartma yeme bozukluklarında sık görülmektedir. Cinsel soruna eşlik eden yeme bozukluklarının temelinde her ne kadar fiziksel, sosyal, kültürel faktörler rol oynasa da psikolojik etkenlerin fazlalığı göze çarpmaktadır. Anne-baba tutum ve davranışlarının yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında etkin role sahip olduğu söylenebilir. Yeme bozukluğu yaşayan kişilerin mukayese edilmenin yaygın olduğu, anne-baba ve kadın-erkek rollerinin karıştırıldığı, aile içi şiddetin yaşandığı, fiziksel ve duygusal kötüye kullanımın var olduğu çatışmalı aile ortamlarında büyüdükleri görülmektedir. Yeme bozuklukları çeken bireylerin anneleri hükmedici, duruma hep egemen olmak isteyen ve soğuk yapıdayken; babalarının ise daha sevecen gibi algılansalar da sorumsuz, etkisiz ya da edilgen kişilik özellikleri gösterdikleri tespit edilmiştir. Yeme bozukluğu yaşayanların patolojik aile işlevselliği üzerinde sağlayamadıkları kontrolü bir “kendini yeniden düzenleme”, “bedenle konuşma” veya “yeme ve kusma davranışlarıyla duygularını kontrol etme” gibi davranışlarına girerek sağlamaya çalıştıkları görülmektedir. Anne-çocuk ilişkisinde aşırı denetleyici anneden, onaylayıcı ve güven verici tepkiler alamayan çocuk, sağlıklı bir kendilik duygusu geliştirememekte, kendini ayrı, özerk bir varlık olarak algılamak yerine annenin uzantısı gibi algılamaktadır. Bu durum çocuk için bir yandan anneyle birleşme, onun içinde kaybolma ve “yenip yutulma”, diğer yandan da “terk edilme tehdidi” anlamına gelmektedir. Yeme bozukluğu yaşayanların içe aldıkları ve ayrı bir nesne gibi yaşattıkları anne imgesini, yeme, kusma veya diyet yapma yoluyla denetim altında tutmaya çalıştıkları, hem onun tarafından ele geçirilmeye hem de terk edilmeye karşı bu yolla başa çıkmaya çalıştıkları ileri sürülebilir. Kendini aç bırakma ya da aşırı yeme sonucunda bedenlerinin kadınlaşmasını engellemeye çalışmaları da anneleriyle olan bu karmaşık ve iki değerli özdeşimi azaltma girişimi olarak yorumlanabilir. Ruhsal çatışmalar ve düzensizlikler yaşayan bu kişiler, kendilerinden çok annelerine aitmiş gibi algıladıkları bedenlerini, hem içsel hem de dışsal yaşantıları üzerinde denetim kurmak için kullanmakta, daha doğrusu annelerine benzeyen bedenlerini ve cinselliklerini ret etmekte gibidirler. Ayrıca cinsellikte önemli olan dokunma eylemine karşı kendilerini kapatan bu kişilerin dokunmama veya dokunulmasına izin vermeme ve cinsel dokunuşlara kendini kapatmakla sanki içe alma ve terk edilme tehlikesine karşı önlem aldıkları görülmektedir. Sonuç olarak cinsellikten ve kadınlıktan soğuma, kendi bedeninden ve cinsel ilişkiden iğrenme, tiksinti duyma ya da kaçınmaya yol açan bu duyguların beden imgesiyle aşırı uğraşma ve yeme davranışı bozukluklarıyla sonuçlandığı görülmektedir. Ayrıca yeme bozukluğu olan kişilerde cinsel uyarılma bozuklukları, orgazm olamama, cinsel soğukluk, homoseksüellik, aseksüellik, depresyon, anksiyete, kişilik bozuklukları ya da uyuşturucu madde kullanımı daha sık görülmektedir.

Yeme bozuklukları genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülüyor

Yeme bozuklukları genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülür. Yeme bozuklukları daha çok ergenlik döneminde ortaya çıkan ve ergen gelişimini olumsuz etkileyen bir süreçtir. Kimlik edinilmeye çalışılan ergenlik dönemi, cinsel kimlik oluşumu ve cinselliğin tanındığı önemli bir dönemdir. Bu dönemde ergen değişen vücut şekline uyum sağlamaya çalışmakta, bir yandan da cinsel olgunlaşma sürecine girmektedir. Bu dönemde yaşanan yeme bozuklukları, ergenin psikososyal ve cinsel gelişimi sürecini geciktirmekle kalmayıp, erişkinliğinde yaşayacağı cinselliğe yönelik sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu noktada bir çocuğun kişilik özelliklerinin temelini oluşturan 0–7 yaş dönemi ve ana-baba etkisinin çok büyük olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü çocuğun dünyaya gelişi ile birlikte çocuklarına en iyiyi vermeye çalışan ana-babalar, sıklıkla farkında olmadan hatalar yapabilmektedirler. Bu doğrultuda davranan ana babaların yetiştirdiği çocuklar doğru olanı yapmaya çalışır ve mükemmel bir çocuk olmaya güdülenirler, ancak bağımsız bir yetişkin olmakta güçlük çekerler. Bu nedenle ergenlik döneminde ebeveynlerin çocuklara karşı aşırı koruyucu olmaktan, yüksek beklentiler geliştirmekten, aşırı düşkünlükten ve katı davranmaktan kaçınmaları ve onların bağımsızlaşmalarına izin vermeleri gerekiyor. Çünkü yeme bozukluklarının tedavisi zordur. Mümkün olduğunca çabuk profesyonel yardım alınmalıdır. En iyi tedavi yöntemi tıbbi, psikoterapi ve beslenme konsültasyonunu içeren kombine bir çalışma ile gerçekleşmektedir. Yeme bozukluğu olan kişiler tehlikede olmadıkları fantezisiyle yardıma gerek duymadıklarına inanırlar veya sorunun farkındadırlar ama tekrar kilo alma korkusu ile tedavi görmek istemezler. Tedavi süreci birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Psikoterapide hastanın yeme, kusma veya yememe davranışlarıyla duygularını ifade etmesinin yerine duygularını uygun bir şekilde sözle ifade edebilmesi, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulmasına çalışılır.

Yazının Devamını Oku

Cinsel fantezi kurmak her zaman doğru ve sağlıklı bir şey değildir

6 Ağustos 2014
Cinsel sağlık hatlarına yapılan başvurularda sıklıkla karşılaşılan “cinsel ilişki sırasında olmayacak cinsel fanteziler kuruyorum, acaba ben sapık mıyım ya da eşimi aldatmış mı oluyorum?” soruları çiftleri suçluluk duyguları ile baş başa bırakabiliyor. Cinsel fanteziler sağlıklı bir cinsel yaşamın göstergesi. Ancak, bazen cinsel bir sapkınlığın işareti de olabiliyor.

Cinsel fanteziler her zaman masun ve zararsız olmayabilir

Cinsel yaşantıyı renklendirmek için kurulan cinsel fantezilerin kişileri suçluluk duygusuna itmemesi gerekir. Cinsel yaşamın dört silahşoru olan merak, ayıp, günah ve yasaklar cinselliğin doya doya yaşanmasına engel olmaktadır. İnsanlar yaşamlarının diğer alanlarında sınırsız bir şekilde hayal kurabiliyor, bunlardan suçluluk duymak akıllarına bile gelmiyor, bu hayallerin gerçeğe uygun olmasını da beklemiyorlar. Ama iş cinselliğe geldiğinde yetişme çağlarından itibaren aşılanan cinsel değer yargılarıyla insanlar cinsel davranışlarını sınırlamaya yöneltiliyor. Bırakın cinsel davranışları gerçekleştirmeyi; bunları hayal etmek dahi zorlaşıyor. Oysa cinsel fanteziler insanoğlunun hayal dünyasının sınır tanımayan ve sınırlanamayan yaratıcı motifleridir. Cinsel kurmak kolaydır, ucuzdur, güvenlidir, kişinin kimseye ihtiyacı yoktur. Senaryoyu kişi kendisi yazar, istediği oyuncuları kendisi seçer ve onları istediği gibi oynatır. Bu açılardan bakıldığında cinsel fanteziler; insanların deneme-yanılma yönteminin risklerine maruz kalmamaları için sahip oldukları bir yetenektir, bir çeşit simülasyondur, gerçeklerin tatmin edilemediği noktada beynin pansuman için ürettiği yararlı sanrılardır. Fanteziler hayal dünyasında kaldığı ve kişinin kendisine, partnerine ya da topluma zarar vermediği sürece sorun yaratmaz. Cinsel fanteziler, cinsel uyarılmayı sağlamak, haz duymak ve orgazm olabilmek için mutlaka zorunlu hale gelmişse, cinsel sapkınlıktan söz edilebilir. Yani herhangi bir durum, nesne ya da fantezinin sapkınlık olarak kabul edilmesi için, tekrarlayıcı, sabit ve cinsel uyarılma sağlamak için zorunlu olması gerekir. Cinsel fanteziler her zaman masun ve zararsız olmayabilir. Cinsel fantezi kurmak her zaman doğru ve sağlıklı bir şey değildir. Örneğin birçok kişi meme, kalça, bacak, ayak gibi bedenin çeşitli bölümlerinden cinsel olarak uyarılır ve bunlara fantezilerinde de yer verir, bu bir sapkınlık değildir; sadece bir cinsel uyaran çeşitliliğidir. Ancak bir kişi için tek cinsel uyaran örneğin ayak ise, başka hiçbir şey aynı cinsel uyarı sağlamıyorsa, o zaman fetişizm dediğimiz bir sağlıksız durum söz konusudur. Ya da bir cinsel fantezi sado-mazoşist eğilimlere yönelmişse, yaşanan cinsel ilişki fiziksel ve duygusal şiddet içermeye başlamışsa bu normal değildir. Çünkü cinsel ilişki esnasında acı çekme veya acı çektirme çiftlere haz vermesi doğal kabul edilen bir durum değildir. Cinsel ilişki esnasında romantizmin ve duysallığın yerini şiddet içeren eylemler almaya başlamışsa burada sağlıklı bir cinsellikten bahsedilemez.

Cinsel fantezi kurmayan insan yoktur

Çoğu çift cinsel fantezileri hakkında konuşmak yerine mutsuz bir cinsel hayatı yaşamaya mahkûm olmayı tercih ediyor. Cinsel fantezi kurdurma, cinsel sorunları ortadan kaldırmak için cinsel terapistlerin en çok verdiği ev ödevleri arasında yer almaktadır. Özellikle çiftin cinsel istek ve performansı bozan bazı aksamalar, problemler varsa, cinsel hayatı canlandırmak ve çiftin mutluluğunu arttırmak için, cinsel fantezi kurmak veya uygulamak bir tedavi biçimi olarak kabul edilebilir. Çünkü cinsel fanteziler; kişilerin üzerindeki bir takım baskıları azaltabilir, günlük hayatlarını normal olarak sürdürmelerine ve cinsel yaşamdaki heyecanı yoğunlaştırarak daha kolay doyuma ulaşmalarına yardımcı olabilir, kişinin kendisini tehlikeye atmadan veya ret edilme kaygısı taşımadan farklı insanlar ve durumlar keşfetmesini mümkün kılabilir, cinsel isteği, cinsel duyarlılığı ve cinsel yaşantıdan alınan hazzı arttırabilir, kişinin cinsel birleşme sırasında havaya girmesine ve kendi kendini erotize etmesine yardımcı olabilir, duyguları canlı tutabilir, cinsel yaşantıyı monotonluktan, sıradanlıktan uzaklaştırıp, renklendirebilir, zenginleştirebilir. Cinsel fantezi kurmayan insan yoktur. İnsanlar; özellikle yaşları ilerledikçe veya ilişkileri olgunlaştıkça, cinsel isteklerinin o kadar çabuk uyanmadığını görebilirler. Bu dönemlerde fanteziler cinsel isteğin arttırılmasında yardımcı olmaktadır. Çünkü her açıdan insanın kendi denetimi altında kurulan cinsel fanteziler, kişinin kendisini tehlikeye atmadan ya da reddedilme kaygısı taşımadan farklı insanlar ve durumları keşfetmesini mümkün kılabiliyor. Ayrıca cinsel fanteziler; herhangi bir cinsel sapkınlığın baş göstermesini önleyebiliyor veya evliliklerde yıllar geçip ilişki olgunlaştığında boşanma ve aldatma ihtimallerini azaltabiliyor.

Yazının Devamını Oku

Ön sevişme ve ön sevişme süresinin önemi

5 Ağustos 2014
Cinsel ilişki, birbirlerine cinsel ilgi ve istek duyan iki insanın, birlikte ürettikleri ve karşılıklı keyif aldıkları her çeşit cinsel davranıştır. İlk dokunuştan orgazma kadar olan evreler cinsel ilişkinin bütününü oluşturur. Cinsel ilgi duyulan biriyle bazen aynı mekânda bulunmanın ya da telefonla konuşmanın bile cinsel uyarı ve doyuma yönelik yönleri vardır.

Cinsel davranış yelpazesinin bir ucunda duygusal ya da fiziksel bir dokunmayla başlayan uyarılma, diğer ucunda ise sevişme ile sağlanan ruhsal ve fiziksel doyum bulunmaktadır. Cinsel davranış yelpazesi ne kadar geniş, ne kadar zenginse, cinsellikten alabilecek hazlar da o kadar fazla ve değişik olacaktır. Cinsel hazların daha yoğun yaşanabilmesi için ise; kadının ve erkeğin ön sevişme ile birbirlerini sekse hazırlamaları önemlidir. Dokunma, okşama, öpüşme, sürtünme, masaj ve diğer tensel aktivitelerin yer aldığı cinsel isteği artırıcı ve daha zevkli hale getirici tüm iletişimler ön sevişmeyi oluşturur. Ön sevişme partnerlerin cinsel birleşmeye fizyolojik ve psikolojik olarak hazırlanma sürecidir. Ön sevişme sağlıklı bir cinsel yaşantıda kesinlikle olmalıdır.

Bedene dokunulmasından alınan haz, kişi doğduğu andan itibaren geçerlidir. İnsanoğlu çocukluk ve ergenlik dönemi boyunca bunların çeşitli şekilleriyle karşılaşırken, toplumsal baskılar nedeniyle, cinsel haz yaratan bazı dokunmaları engellemeyi de bir şekilde öğrenebilir. Bu baskılama sürecinin sonunda birçok erişkin erkek ve kadın, maalesef, cinsel ilişkiyi cinsel organların birleşmesinden ibaret bir eylem olarak algılamaya başlarlar. Böylece sevişmeler cinsel birleşme ve orgazma odaklanır, süreç değil hedef önemsenmeye başlanır. Cinselliği cinsel birleşme ve orgazma indirgeyen bu anlayış, cinsellikten alınabilecek birçok hazzın yaşanmasını da engellemektedir. Çünkü dokunma ve okşama gibi birçok cinsel davranış, süre sınırı olmayan bir haz kaynağı iken, cinsel birleşme dakikalarla, orgazm ise saniyelerle sınırlı bir haz üretebilir. Birçok cinsel işlev bozukluğunun ve cinsel doyumsuzlukların temelinde bu indirgeme anlayışı yatmaktadır.

Ön sevişmeye, hep bir hazırlık dönemi, bir hedefe giden yolda yapılması gereken zorunlu eylemler olarak bakılmaktadır. Genç çiftlerde, ön sevişmenin daha çok kadının cinsel birleşmeye hazırlanması için gerekli olduğu inanışı yaygındır. Çünkü genç erkeklerin cinsel açıdan uyarılması daha hızlıdır. Cinselliğe fazla ilgi duymayan, cinsel ilişkiye eşlerinin isteğini reddetmemek için girişen birçok kadın, ön sevişmeyi kısaltır, sevişmeyi cinsel birleşmeden ibaret hale getirir. Oysa iki insan arasındaki cinsel ilişki, sevişmeden ve haz yaratan cinsel davranışlardan oluşan keyifli bir süreçtir. Dokunma, öpme, sürtünme, fanteziler, cinsel birleşme, cinsel yanıtlar, boşalma veya orgazm, hepsi bu sürecin ayrı hazlar üreten parçalarıdır. Bunların bazılarını yeğleyip doyum sağlayabilirken göz ardı edilen parçaların potansiyel hazzını kaçırmak da mümkündür.

Kısa tutulan bir ön sevişme cinselliği olumsuz etkilediğinden, ön sevişmenin süresi çiftin cinsel doyum yaşamasına yetecek kadar uzun olmalıdır. Yani iyi ve yeterli bir ön sevişme kadın eteği gibi olmalıdır, dikkat çekici olacak kadar kısa, gerekenleri kapsayacak kadar uzun. Sevişmek aceleye getirilmemelidir. Çünkü cinselliğin %90′ı dokunarak haz almak ve dokunarak haz vermektir yani sevişmektir. Geri kalan %10′luk kısmı ise penis vajina birlikteliğidir. İyi ve yeterli bir ön sevişme ile çiftler hem kendilerini ve partnerlerini keşfedebilirler, hem de daha kolay tatmin olabilirler.

Ön sevişmenin süresinin uzatılması ve içeriğinin değiştirilmesiyle, erken boşalmadan, sertleşme sorunlarına, orgazm olamamadan cinsel uyarılma bozukluklarına kadar birçok cinsel işlev bozukluklarının tedavisi yapılabilmektedir. Uzun süreli ilişkilerde, çiftlerin sevişmesinde cinsel birleşme nitelikleri çok değişmezken, ön sevişme süreleri ve davranış çeşitliliği genellikle azalmaktadır. Bu da cinsel ilişkinin monotonlaşmasına, cinsellikten alınabilecek birçok hazzın yok olmasına yol açabilmektedir. Öte yandan, eşlerden birinde veya her ikisinde cinsel işlev bozukluğu olan, cinsel sorunları nedeniyle cinsel birleşmenin kurulamadığı çiftlerde, sevişme uzundur, cinsel davranışlar çeşitlidir, karşılıklı birçok cinsel haz üretebilmektedirler. Ancak cinsel ilişkilerinde, istedikleri halde cinsel birleşme olmadığı için, cinsel doyumsuzlukları olmaktadır.

Sonuç olarak; ön sevişmeler kadını ve erkeği ruhsal ve fiziksel olarak cinsel birleşmeye uygun konuma getiren keyifli ve önemli bir aktivitedir. İyi bir cinsel birleşmenin temelinde iyi sevişmek vardır. Ön sevişme orgazm yolunda altın bir anahtardır. Çünkü cinsellik; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır.

Yazının Devamını Oku

Yanlış mastürbasyon tekniği cinsel sorunlara yol açabiliyor

4 Ağustos 2014
Mastürbasyon cinselliğin gelişimi için önemli bir ihtiyaçtır, ancak doğru yapılmadığı takdirde ciddi sorunlar yaratabilir. Cinsel yaşamın gelişimde önemli bir yeri olan mastürbasyon, kişisel keşif yoluyla öğrenilebilen bir cinsel davranış şeklidir.

Ülkemizde cinselliğe yönelik tabular nedeniyle erkeklerin çoğunun mastürbasyonu keşiflerinde ve uygulamalarında yanlışlıklar yaşanabilmektedir. Ülkemiz insanının erkek cinsel organına verdiği değer oldukça fazla iken, erkeğin cinsel gelişim sürecinde olması gereken cinsel eğitiminin ihmal edilmesi oldukça ilginçtir. Erkeğin mastürbasyonu yanlış öğrenmesi ve uygulaması ilerideki cinsel hayatında çoğu zaman kâbuslar yaşamasına sebebiyet verebilmektedir. Erkeklerin arkalarına yaslanıp penislerini bir elleriyle aşağı yukarı sıvazlayarak yaptıkları “klasik mastürbasyon”, erkeğin ilerideki cinsel uyumunu kolaylıkla yapabilmesini sağlarken; yatağa yüzüstü (yüzükoyun) pozisyonda uzanarak ve misyoner pozisyonunu taklit ediyormuş gibi penislerini yatağa, yastığa, döşemeye ya da ellerine sürterek eğlenceli hale getirmeye çalıştıkları “travmatik mastürbasyon” gerçekte peniste travma yaratabilen bir metottur. Travmatik mastürbasyon yapan erkeklerin ileriki yıllarda cinsel sorunla karşılaşma olasılıkları oldukça fazladır. Yüzüstü bir şekilde mastürbasyon yapmak penise ve özellikle de penis tabanına aşırı bir baskı uygulanmasına neden olmakta ve giderek alışılan bu etki normal bir cinsel geçildiğinde aynı şekilde sağlanamamaktadır. Travmatik Mastürbasyon Sendromu (TMS) tek başına bir cinsel işlev bozukluğuna sebep olmasa bile, ortaya çıkartıcı bir etken olarak rol oynayabilmektedir. TMS yaşayan erkeklerin ereksiyonla ilgili sorunlar yaşamaları, cinsel ilişkiyi yarım saatten fazla sürdürdükten sonra bile boşalamamaları, penisi vajinadan çıkararak partnerin bacağına ya da yatağa bastırarak boşalmaları mümkündür. Ayrıca partnerlerinin bu durumu rahatsız edici bulmaları nedeniyle kendilerini aşağılanmış, suçlu ya da cinselliğe yönelik performans anksiyetesi içinde bulma olasılıkları artmakta, çift arasında sorunların ortaya çıkmasına ve çiftin hem cinsellikten hem de birbirlerinden uzaklaşmasına, birbirlerine yönelik öfke duymalarına sebebiyet verebilmektedir. Tüm bunlarla birlikte erkeğin cinsel organına baskı ve sürtünme yoluyla yaptığı mastürbasyon, penis damarlarının fizyolojik olarak zarar görme olasılığını artırabilmektedir.

Travmatik Mastürbasyon Sendromundan kurtulmak mümkün

TMS sadece cinsel ilişkiye girerek tedavi edilemez. TMS yaşayan erkekler genellikle bir partnerle yaşayacakları cinsel ilişki ile travmatik mastürbasyon sendromundan kurtulacaklarını düşünmektedirler. Oysa bunu yaptıklarında ereksiyon olamama, boşalamama, haz alamama ya da cinsel duyularının olmayışı gibi olumsuzlukları sıklıkla yaşamaktadırlar. Bu nedenle genellikle eşleri ile sürtünme yolu ilişki, ilişkiden uzaklaşarak mastürbasyona yönelme ya da eşlerinden uzaklaşma şeklinde davranışlar sergileyerek sorunlarını çıkmaza sokabilmektedirler. TMS’dan kurtulmak isteyen erkekler için tek çözüm yolu, geleneksel mastürbasyon yönteminin öğrenilmesidir. Erkeğin öncelikle yüzüstü uzanarak mastürbasyon yapma alışkanlığından vazgeçmesi gerekmektedir. Geleneksel mastürbasyona alışmak biraz zaman alacaktır. Bu süreçte uzun bir süre boşalamama yaşamaları ve haz duygularının kapalı olması normaldir, panik yapılmaması gerekmektedir. Önemli bir diğer nokta ise; mastürbasyonun haftada birkaç defayla sınırlandırılmasıdır. Böylece bir süre mastürbasyon yapılmadığında penis duyumlara karşı daha hassaslaşacaktır ve geleneksel yönteme alışmak kolaylaşacaktır. Cinsel ilişkiye uyum sağlama evresine geçilmeden önce en az bir ay boyunca geleneksel mastürbasyon uygulanmalı ve alıştıktan sonra süreç tamamlanmalıdır.

Yazının Devamını Oku

Bir tuhaf durum, bir garip hastalık: Bağlanma Hastalığı

4 Ağustos 2014
Gün geçmiyor ki yeni bir hastalık tanımlanmasın. "Bağlanma hastalığı" da bunlardan biri; bir eski zaman hastalığı. Dünya üzerinde çeşit çeşit insan olduğu gibi çeşit çeşit de hastalık mevcut. Birazdan okuyacağınız, halk tarafından adı konulan, Dr. Cem Keçe ve Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) tarafından bilim dünyasına tanıtılan bağlanma hastalığı belki de bugüne kadar çok duyduğunuz ama inanmakta zorlandığınız bir rahatsızlık. Bağlanma hastalığına yakalan erkekler, eşleriyle seks...

Cinsel ilişkiye girmede zorlanan çiftlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) olarak verdiğimiz ismiyle “cinsel ilişkiye girememe hastalığı” yani “CİG” yeni evli çiftlerde sık rastlanan sorunlardan biridir.

CİG hastalığı erkeklerde görülürse adına “bağlanma”, kadınlarda görülürse adına “vajinismus” (cinsel ilişkiye girmekten korkma), çiftin bilgisizliğine ve tecrübesizliğine bağlı ise “ilk gece sendromu” denir. Biz bu yazımızda erkeklerde görülen bağlanma hastalığını tartışmaya açacağız.

Hikâyesi

Mecazi anlamda üzerine annesinin kokusu sinmiş erkeklere CİSED olarak rahim kokan erkekler diyoruz. Efsaneye göre kralın oğlu olan Oedipus, kâhinlerin felaket getirecek öngörüsüyle babası tarafından ayakları bağlanarak ormana bırakılır. Oedipus köylüler tarafından bulunarak kurtarılır. Yıllar sonra delikanlı olan Oedipus, kâhinin söylediği gibi kendisini ormana bırakan babasını bilmeden öldürür ve gerçek annesine âşık olarak onunla evlenir. Bu mitolojik hikâye Freud’a esin kaynağı olur ve geliştirdiği yeni psikolojik kavramı “oedipus kompleksi” olarak adlandırır.

İç ruhsal yapının oluşumu

Bağlanma hastalığı yukarıda kısaca anlattığımız eski Yunan efsanesine uygunluk gösterir yani erkek çocukları babalarına ve kız çocukları ise annelerine (ki buna da Elektra kompleksi denir) rakip-düşman kimse gözüyle bakarak, içten içe onların yok olmasını ister, oğlanlar annelerine, kızlarsa babalarına karşı çocuksu ve aşırı bir cinsel ilgi-eğilim gösterir. (Anne ve kızları arasındaki çekişmenin kökeni de buraya kadar inebilir.) Bunun olumsuz şeklinde çocuklarda üç ila beş yaş arasında derin bir karmaşa yaşanır. Beş yaşından sonra bu karmaşa etkisini yitirerek bir duraklama-uyuklama döneminden sonra buluğla (ergenlik) birlikte iç dünyada yeniden canlanma gösterir ve dış dünyada cinsel dürtülerin yansıtıldığı kişilerle yakın ilişki sorunlarına ve yıkımlara yol açabilir. İşte biz, bu yıkıma maruz kalan erkeklere rahim kokan erkekler adı veriyoruz.

3–5 yaş döneminde, bir erkek çocuk için annesi büyük bir önem taşır. Ortalama üç yaşına kadar çocuk anneye bağımlıdır. Üç yaştan itibaren çocuk yavaş yavaş anneden ayrılarak birey olmaya başlar. Ancak bu süreçte çocuğun ayrılmasına annenin verdiği tepki de önemlidir. Anne ne kadar doyurucu bir anne olursa olsun, eğer çocuğundan ruhsal olarak ayrılmaya hazır değilse, çocuğunun kendisinden uzaklaşıp kendi dışındaki dünyayla tanışmasını engelleyen bir tavır sergiliyorsa anne bağımlılığı oluşabilir. Böyle anneler “yapamazsın, edemezsin, beceremezsin” diyerek çocuğun becerilerinin gelişimini kösteklerler. Ayrıca çocuğun doğduğundan beri tek doyum nesnesi olan annesine bağlılığı bu dönemde farklı bir boyut kazanır. Bu dönemde çocuk cinsel kimliğinin temellerini atmak için annesine tek başına sahip olmak ister, annesine “ödipal bağ” adını verdiğimiz yeni ve güçlü bir bağla yeniden bağlanıp ve bu süreçte babasının varlığını bir engel olarak algılar. Babasını kendisine bir rakip olarak görür, ondan nefret eder, hatta kimi vakalarda yok olmasını ister. Ama aynı zamanda çocuk bu gizli isteklerini babasının sezdiğini sanıp bundan ötürü onun tarafından cezalandırılmaktan korkar, “penisini kaybetme kokusu” yani “hadım edilme endişesi” yaşar. Çocuk “çok büyük bir bedel” olarak gördüğü penis kesilmesi korkusundan kurtulmak, iç dünyası tarafından belirlenen bedeli ödemek ve çocuksu bir dürtüyle babayı kandırmak için “kendi kendini hadım etme”, “kendi kendini cezalandırma” yani “otokastrasyon” adını verdiğimiz bir yola sapar. Çocuğun bu kendi kendine cezalandırmayı yapma amacı; babaya “ben zavallı ve aciz biriyim, senin rakibin olamam, senin eşini ele geçiremem” mesajları vererek, daha az bir bedel ödemek ve penis kesilmesi şeklindeki daha büyük bir bedelden kendini korumaktır. Ancak çocuklukta öğrenilen bu kalıplar yetişkinlik hayatında ve ilk cinsel deneyimlerinde kişiyi sıkıntıya sokabilir ve tedavisi zor çok çeşitli cinsel işlev bozukluklarına yol açabilir. Örnek olarak bir otorite figürü olan genel müdürü karşısında eli titreyen ve çarpıntısı olan kişinin, elinin titremesinin ve çarpıntısının nedeni, kendi kendini hadım etmek olabilir. Veya ödipal dönemi sağlıklı geçemeyen ve annesine olan ödipal bağını çözümleyemeyen bir erkek, çocukluktaki anne imgesine benzeyen bir kadınla evlenip, ilk gece sertleşme sorunu yaşayabilir, çok erken veya geç boşalabilir, eşine karşı cinsel soğukluk yaşayabilir. Burada da kendi kendini hadım etme vardır. Çünkü bilinçdışı anne imgesi ve şu an onu temsil eden kadın yani eş bir melektir, cinsel bir obje değildir. Bu kişi evlenir ama anne imgesi yerine koyduğu eşiyle yatamaz, çünkü bu iç dünyaya göre yasaktır, eğer eşiyle yatarsa büyük bir suçluluk yaşayabilir. Ancak bu erkek, evlilik dışı cinsel ilişkilerde veya mastürbasyonda başarılı olur ama eşiyle başarısız olur, çünkü eş bilinçdışı olarak anne yerine konulmuştur, erkek bunun farkında bile değildir. Babaya da bilinçdışı olarak “bak penisim sertleşmiyor, bunun neyini keseceksin, ben kendi cezamı verdim, kendimi bu rezil duruma düşürdüm, ne olur sen bana başka bir ceza verme, ben bedelimi ödedim” mesajı verilerek, sistem dengelenmeye ve bilinçdışı olarak penis korunmaya çalışılır. Ayrıca kimi erkek penisinin çok küçük olduğunu düşünebilir, kimi de kendini kız gibi görebilir. Bunlar kendi kendine bedel ödetme mekanizmasının göstergeleridir. “Penisim yok gibi davranırsam hadım edilmem” doğrultusundaki düşünme tarzı, kendi kendini hadım etmeye örnek oluşturur. Bu da, ileride penis boyu sorunlarına, cinsel kimlik karmaşasına ve hatta eşcinsel duygulara yol açabilir.

Yazının Devamını Oku

Törensel davranışlar

3 Ağustos 2014
Ego, iç dünyadan gelen ve hoş olmayan ya da katlanılamayan dürtüler, fanteziler ya da duygulara karşı direnir, bir tür “savunma” durumuna geçer.

Çünkü dürtülerin çoğu kaygı yaratır ve hem ego, hem dış dünya, hem de kişinin vicdanı tarafından beğenilmez, eleştiriye uğrar, reddedilir veya üzerlerinde yapılacak her türlü değişikliğe boyun eğmek zorunda kalır. Egonun bu durumda amacı, ruhsal sınırların korunmasını sağlayacak uygun savunma mekanizmalarıyla dürtüleri sürekli olarak kesintiye uğratmak veya dönüştürmektir. Ego savunma mekanizmaları başarıya ulaştığı takdirde “ruhsal ateşkes” sağlanmış olur. Bu ateşkes sağlanamadığında “nevrozlar” ortaya çıkar.

TEKRAR EDEN DAVRANIŞ

Bir kişinin genellikle nedenini bilmediği ya da çok az bildiği iç çatışmalarla birlikte, toplumsal yaşama uymak için gösterdiği çabalardan kaynaklanan ve hiçbir anatomik, fiziksel nedeni olmayan ciddi ve sürekli davranış bozukluklarına yani tekrar eden davranışlara “nevroz” adı verilir. Nevrozlar çok çeşitli biçimlerde ortaya çıkarlar ve içinde yaşanılan topluma göre değişiklik gösterirler. En belirgin ve yaygın nevrozlar arasında; olgun olamama, yaşça küçük hissetme hali, abartılı suçluluk ya da sorumluluk duygusu, cesaretsizlik ya da aşırı cesaret gösterme, bedenle ilgili işlevsel bozukluklar, cinsel bozukluklar ve insan ilişkilerinde yaşanan sıkıntılar sayılabilir. Nevrozlu bir kişi zaman zaman yaşadığı bunalım nöbetleri dışında günlük yaşamını sürdürebilir. Kişi meslek hayatını ve sosyal yaşamını sürdürebilse de nevrozlar, kişiyi yıpratan bazı ödün vermelere, kendini kasmalara ve törensel davranışlarda bulunma gibi değişik davranışlar sergilemeye zorlayabilir.

İKİ TİP NEVROZ VAR

Nevrozlar iki gruba ayrılır; (1) ruhi ıstıraplar ve korkularla kendini gösteren, içinde bulunulan zamandan kaynaklanan ve doyuma ulaşamamış cinsel dürtüler yüzünden ortaya çıkan, bunalım nevrozları ve psikasteni (yersiz ve asılsız olduğunu bilinse bile kafadan atılamayan düşünceler) gibi “güncel nevrozlar” ve (2) saplantı nevrozu (kişi bir şeye saplantı duyar ve bu saplantıya bağlı olarak bazı davranışları sergiler ve saplantısından kurtulmak için aşırı el yıkanma, saçma denetimler yapma, büyü yaptırma, törensel davranışlarda bulunma gibi bir dizi yollara başvurur), korku nevrozu (nedensiz bir korku söz konusudur ve korkulan şeye ait bir görüntü kişiye krizler yaşatabilir) ve histeri gibi kişiyi etkileyen uzak geçmişteki bir olaydan kaynaklanan “geçmiş kaynaklı nevrozlar”...

SAVUNMA MEKANİZMALARI BİLİNÇDIŞI

Dış dünyadan gelen tehlikeli uyaranlara karşı her canlı varlığını korumak ister. Bunlar genelde kaçma, donup kalma ya da acı veren uyaranları ortadan kaldırma şeklindedir. Ancak kişi sadece dışarıdan gelen tehlikelere karşı kendini savunmaz, iç dünyasından kaynaklanan yasak ve kabul edilemez dürtülere karşı da kendini savunur, bu genellikle bilinçdışı süreçler olarak yaşanır. Nevrozlarda yaygın olarak kullanılan savunma mekanizmaları arasında “törensel davranışlarda bulunma”, bastırma, aklileştirme gibi savunma mekanizmaları yer alır. Ama törensel davranışlarda bulunma savunma mekanizması sürekli tekrar etmeye başladığında, artık bir nevroz halini alır ve bunu “takıntı hastalığı” olarak bilinen “Obsesif Kompülsif Bozukluk” (OKB) ile karıştırmamak gerekir. OKB, “obsesyon” adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile “kompulsiyon” adı verilen yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan bir ruhsal hastalıktır. Obsesyon, kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce, fikir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelirler, kişi tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilirler ve yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa yani kaygıya neden olurlar. Kompulsiyon ise; obsesyonların neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak üzere yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir.

ÇOCUKLUĞU TEKRAR

Yazının Devamını Oku

Uyursevişirlik

2 Ağustos 2014
İngiltere'de uykusunda seks yaptığı genç kıza tecavüz ettiği iddia edilen 43 yaşındaki Stephen Lee Davies'in beraat etmesiyle gündeme gelen ve "uykuda seks" olarak bilinen "seksomnia"; uyku halindeyken kontrolsüz bir şekilde cinsel ilişkiye girme veya mastürbasyon yapma ihtiyacı hissetme olarak tanımlanır ve bir tür uykuyla uyanıklık arasında kalınan uyurgezerliktir.

Bu nedenle seksomnia'ya "uyursevişirlik" de denir. İlişkileri olumsuz etkileyebilen bu hastalığa sahip hastalar, genellikle suçluluk duyarlar, durumlarından utanırlar ve doktora başvurmazlar. Aşırı baskı altında olma, yoğun iş temposu, düzensiz beslenme, alkol alışkanlığı, kilolu olma, stres ve uykusuzluk, henüz bir tedavisi olmayan hastalığa hızlandırıcı faktörler arasında sayılabilir.

Bilindiği gibi insan zihninin çeşitli katmanları vardır. Uykuda kapanan "bilinç", kişinin farkında olduğu bölümdür ve zihnin düşünen, yargılayan, mantık kuran ve karar veren kısmıdır. Yani kişinin kiminle seviştiğini bildiği ve bu sevişmenin sorumluluğunu alabildiği kısımdır. En önemli özelliği, seçim yapabilme ve karar verebilme yetisidir. Eylemleri yönetmesi ve karar vermesi gereken bilinçtir. Ama esas büyük parça, buzdağının görünmeyen kısmında bilinçdışındadır. "Bilinçdışı" kişinin farkında olmadığı bölümdür ve zihnin haz ve elem prensibine göre çalışan kısmıdır. Yani kişinin kiminle seviştiğini bilmediği ve bu sevişmenin sorumluluğunu alamayacağı kısımdır. Uyanıkken veya uykudayken devamlı çalışan ve hiç kapanmayan bilinçdışının en önemli özelliği, haz verici eylemleri isteme ve bilinci etkileme yetisidir. Mahkeme tutanaklarına göre, adı açıklanmayan kız öğrenci, Davies'in evinde ve yatağında kendi isteğiyle yatmış ve gece uyandığında Davies'in kendisiyle cinsel ilişkiye girdiğini fark etmiş. Bu nedenle hem Davies hem de genç kız aynı yatakta yattıkları için, bilinçdışı seviyede birbirlerini arzulamış ve birlikte olmuş olabilirler. Çünkü aynı yatakta yatmak bilinçdışında yer alan libidoyu harekete geçirmiş olabilir. Ayrıca Davies, bilinçdışı seviyede genç kızı eski karısının yerine koyarak sevişmiş de olabilir. Ayrıca "uykuda tecavüz" durumu da söz konusu değildir. Çünkü tecavüz zorla ve tek tarafın isteğiyle olur. Cinsel istek denetlenebilir, yönlendirilebilir, ertelenebilir bir dürtüdür. Tecavüzde, saldırgan cinsel davranışta, bazı cinsel motifler olmakla birlikte, temel etken öfke, düşmanlık ve gücün ifade edilmesidir. Kısaca, tecavüz cinselliğin değil, saldırganlığın ifadesidir. Ancak bir kadınla onun isteği dışında kurulan tüm cinsel yakınlıklar tecavüzdür. İçki veya başka bir ilaç-madde etkisi altında olarak veya uykuda sevişerek, cinsel bir yakınlık kurmakla ilgili karar verebilecek durumda olmayan bir kadınla kurulan ilişkiler de tecavüzdür. Ancak uykudaki bir erkeğin uyanık bir kadına tecavüz etmesi söz konusu değildir. Bu nedenle bu vaka, hem bir uyku bozukluğu hem seksomnia hem de sadece basit bir libido aktarımı olabilir. Vak'ayı ayrıntılı değerlendirmeden karar vermek çok zor.

Yazının Devamını Oku

Erkekleri Etkilemenin ve Baştan Çıkarmanın Yolları

2 Ağustos 2014
Bir kadın, erkek tarafından baştan çıkarılmayı, gizli zevkler yaşamayı, erkeğinin isteğini belli etmesini, sevgi ve şefkat göstermesini, sarıp sarmalamasını, davranışının güven ve umut vermesini ister ama bu isteklerin erkekte de olabileceğini düşünmez. Erkeğini daima istekli ve hazır olarak görmek ister. Oysa erkekler de etten kemikten yapılmıştır ve tıpkı kadınlar gibi arada sırada da olsa baştan çıkarılmak isterler.

Çağlar boyu kadın erkeği, erkek kadını nasıl baştan çıkarabileceğini düşünmüştür. Kadın ve erkek çoğu zaman baştan çıkarma yolları üzerinde çalışmalar yapmış, karmaşık teoriler oluşturmuş ve onu uygulamaya çalışmıştır. Aslında insanlık tarih bize birbirlerini baştan çıkarmak için çok karmaşık şeylere ihtiyacımızın olmadığını göstermiştir. İlk baştan çıkarılan erkek Hz. Âdem’dir ve Havva onu baştan çıkarırken basit bir yol izlemiş, bir elmayı kullanmıştır. Baştan çıkarma yolları erkekten erkeğe, ülkeden ülkeye, alınan eğitime göre değişiklikler gösterebilir. Aslında birçok şey erkekleri baştan çıkartmak için yeterli olabilir. Mesela seksi bir buluz, mini bir etek, vücudu ortaya çıkartan dar bir kıyafet, kışkırtıcı ve etkileyici konuşmak, kıyafetin altına iç çamaşırı giymemek ve bunu erkeğe belli ederek ya da kulağına etkileyici bir ses tonuyla söylemek gibi birçok şey erkekleri baştan çıkartmayı sağlayabilir. Ancak bazen bunlar da yeterli olmaya bilir, bu durumda yapılması gereken en önemli şey erkeklerin bilinçdışlarına hitap edebilmektir. Bunun için öncelikle kadınlar erkeklere karşı biraz kötü olmalı, erkeğe kaybetme korkusunu tattırmalı, biraz çılgın olmalı, kuralları çiğnemeli, yatakta sert olmalı ve fantezilerini paylaşmalıdır. Bir erkeğin bilinçdışına hitap edebilmenin başka yolları da vardır, bunları sıralayacak olursak;

-Sevgi saygı ve güven: Bir erkeği baştan çıkarmanın yolu ona güvenmek, sevmek ve saygı duymaktır. Erkekler kendinden korkan değil, kendilerine güvenen, seven ve saygı duyan kadınlardan hoşlanırlar. Bu süreçlerin önce baştan çıkaracak kişide olması aslında baştan çıkarmanın temelini oluşturur. Çünkü ilişkilerde herkesin aradığı aslında bunlardır. Bir kadın bunlara sahip olduğunda karşısındaki erkeğe “bu aradığın 3 güzellik bende mevcut” mesajını kolaylıkla verebilir ve erkeği kendine çekebilmesi kolaylaşır.

-Öz bakım önemidir. Erkekler kendisine bakmasını bilen ve dış görünüşüne önem veren kadınlardan çok etkilenirler. Güzel bir makyaj, ellerin bakımlı olması ve saçların göze hoş gelen bir görünüşe sahip olması erkeği etkilemek için yeterli olacaktır. Bir erkek, güzel ve bakımlı bir kadından gözlerini almakta zorlanır, ona bakarken onu arzular. Yeni duş almış, güzel kokan, kendine yakışanı giyinen, yüksek topuklu ve parmakları açıkta bırakacak ayakkabıları ve seksi kıyafetleri tercih eden, temiz, özenli ve bakımlı olanher kadın dikkat çekicidir. Ancak sanıldığının aksine erkeği baştan çıkarmak için seksi kıyafetler giyinmenin yetmeyeceği yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur. Bazen üzerinizdeki bir kot bir tişört de baştan çıkarma materyali olabilir. Tene uyumlu bir parfüm, kadına yakışan bir renk, birlikte duş almak erkeğin duygularını harekete geçirebilir.

-İlk adım: İnsanlarda her zaman ilk adımı erkeğin atması gerektiği inancı vardır. Ama bu bir hurafedir. İlk adımı atmak demek kişinin sevgisini, isteğini ve arzusunu karşısındaki bireye belli etmesidir. İlk adımı atıp sevgi, ilgi ve arzuyu belli etmek kadını nasıl heyecanlandırırsa erkeği de heyecanlandırır ve kadına doğru iter. İlk adımı atmanın yolu seksi bakmaktır. Çünkü bakışlar birçok şeyi ifade edebilir.

-Baştan çıkarılacak erkeği tanımak: Burada baştan çıkarmanın bir başka yolu baştan çıkarılacak kişinin kişilik özelliklerinin bilinmesidir. Bir erkeği tanımak demek onu nelerin heyecanlandırdığını ve fantezilerini bilmekdemektir. Bir kadın kişilik özelliklerini bildiği bir erkeğin nelerden hoşlandığını, neleri sevmediğini bildiğinde baştan çıkarma taktiklerini oluşturmada işi kolaylaşacaktır. Örneğin erkeğin en sevdiği renk mavi ve bu rengi gördüğü zaman erkek duygularına hâkim olamıyorsa, bu rengi barındıran giysiler giymek kadının o erkeği baştan çıkarmasını kolaylaştırabilir. Bu aşamada kadın fantezi kurmaktan korkmamalı, kendini rahat ve özgür bırakmalıdır. Çünkü fantezi kurmak seksin vaz geçilmezlerindendir. Eğer bir kadın bir erkeği etkilemek istiyorsa, kurduğu fantezileri ona anlatmalı ve yapmak istediklerini özgürce söylemelidir, bu durum ikisinin de mutlu olmasını sağlayacaktır. Mesela ayna önünde sevişme fantezisi her erkeğe kışkırtıcı gelecektir. Çünkü bu fantezi erkeğe hem kendini hem de birlikte olduğu kadını izleme olanı sağladığı için ayrı bir keyif verecektir.

-İletişim: Herkes anlaşılmak ve anlaşmak ister. Bir erkeği baştan çıkarmanın bir yolu da kadının onu anladığını, ona değer verdiğini göstermesidir. Doğru iletişim yollarını kullanmak, ön yargılardan, eleştiriden uzak, “seni anlıyorum ve olduğun gibi kabul ediyorum” mesajını hissettirmek çekim gücünü artırabilir. Erkekler de kadınlar kadar duygusaldırlar ve anlaşıldığını hisseden bir erkek bunları yaşatan bir kadına daha olumlu bakabilir. Ayrıca bir kadının bir erkekle aynı konulardan bahsetmesi erkeği baştan çıkaran önemli detaylardan biridir. Kadının konuşulan konularda hafif muzırlıklarla seksi çağrışımlar yapması, erotik konularda konuşması, tatlı tatlı gülümsemesi, erkeği konuştuğu konuya odaklayıp dış dünyaya kendisini kapatmasını sağlaması, spor dallarında yapacağı birkaç doğru yorum ve sporun ne kadar seksi olduğunu ballandırarak anlatması erkeğin ilgisini çekmeye yetebilir.

-Değer vermek: Erkeğe “sen çok özel ve değerli birisin” hissi yaşatan bir kadın baş tacı edilebilir. Her insanın değerli olduğunu hissetme ihtiyacı vardır. Genellikle kadınlar bu hissin kendilerine ait olduğunu düşünürler ve erkeğin sadece kendilerini değerli hissettirecek eylemler yapmasını isterler. Kadın erkeğe değerlilik hissini yaşatabilirse, erkek sevgi ve ilgisini kadına sonsuz verebilir. Çekici olduğunu, arzulandığını hisseden erkek, ona bu hisleri yaşatan kadına doğru akabilir.

-İltifat etmek: Kadın kendi bedeninin zevk verdiğini, teninin yumuşaklığından, göğüslerinin dolgunluğundan, kalçalarının kıvrımından hoşlandığını hep duymak ister de erkeğin böyle istekleri olabileceğini düşünmez. Oysa erkek de görünüşünün, omuzlarının genişliğinin, karnının düzgünlüğünün, teninin kokusunun beğenildiğini duymak ihtiyacındadır. Görünüşü yakışıklı olmasa da her erkeğin mutlaka güzel bir tarafı vardır ve bu tarafın beğenildiğini duymak erkeği çok mutlu eder. Kadının erkeğinin bedenini ne kadar beğenirse, onu sevdiğini ne kadar gösterebilirse, onu gördüğünde heyecanlandığını ne kadar hissettirebilirse, karşısındaki erkeği de o kadar baştan çıkarmış olur. Ayrıca kadının erkeği ne kadar çok istediğini göstermesi, telefon açıp onu ne kadar çok özlediğini anlatması, güzel ve iç gıdıklayıcı sözler söylemesi, akşam eve geldiğinde seksi bir giysi ile onu karşılaması iltifatlarla buluşunca her şey çok güzel olacaktır. Son olarak kadın erkeğe onay sözleriyle sevgisini duygusal olarak ifade etmelidir. Sözlü iltifatlar veya takdir sözleri sevgiyi güçlü bir şekilde iletir ve onaylayıcı sözler alındığında, karşılıkta bulunmak için erkek güdülenir.

Yazının Devamını Oku