Paylaş
Kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalar cinsel sorunlara yol açabiliyor
Yeme bozuklukları çoğu zaman kadınlara özgü bir hastalık olarak kabul edilir. Yeme bozukluklarında temel sorun az veya çok yeme değil, kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalardır. Yeme bozukluğu yaşayanların en büyük sıkıntılarından biri cinselliğe yönelik tüm beden algılarını kapatmaları ve dolayısıyla cinselliklerini rahatça yaşayamamalarıdır. Yeme bozukluğu yaşayan kadınlar dokunma ve dokunmanın getirdiği uyarılmaya karşı bedenlerini kapatmakta ve her şeyden önce cinsel uyarılma sorunları yaşamaktadırlar. Cinsellikten korkma ve uzaklaşma, kendi cinselliği ve aşk ilişkisindeki rolü hakkında uygun beklentiler geliştirememe, cinselliğini yok etmeye çalışma ya da abartma yeme bozukluklarında sık görülmektedir. Cinsel soruna eşlik eden yeme bozukluklarının temelinde her ne kadar fiziksel, sosyal, kültürel faktörler rol oynasa da psikolojik etkenlerin fazlalığı göze çarpmaktadır. Anne-baba tutum ve davranışlarının yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında etkin role sahip olduğu söylenebilir. Yeme bozukluğu yaşayan kişilerin mukayese edilmenin yaygın olduğu, anne-baba ve kadın-erkek rollerinin karıştırıldığı, aile içi şiddetin yaşandığı, fiziksel ve duygusal kötüye kullanımın var olduğu çatışmalı aile ortamlarında büyüdükleri görülmektedir. Yeme bozuklukları çeken bireylerin anneleri hükmedici, duruma hep egemen olmak isteyen ve soğuk yapıdayken; babalarının ise daha sevecen gibi algılansalar da sorumsuz, etkisiz ya da edilgen kişilik özellikleri gösterdikleri tespit edilmiştir. Yeme bozukluğu yaşayanların patolojik aile işlevselliği üzerinde sağlayamadıkları kontrolü bir “kendini yeniden düzenleme”, “bedenle konuşma” veya “yeme ve kusma davranışlarıyla duygularını kontrol etme” gibi davranışlarına girerek sağlamaya çalıştıkları görülmektedir. Anne-çocuk ilişkisinde aşırı denetleyici anneden, onaylayıcı ve güven verici tepkiler alamayan çocuk, sağlıklı bir kendilik duygusu geliştirememekte, kendini ayrı, özerk bir varlık olarak algılamak yerine annenin uzantısı gibi algılamaktadır. Bu durum çocuk için bir yandan anneyle birleşme, onun içinde kaybolma ve “yenip yutulma”, diğer yandan da “terk edilme tehdidi” anlamına gelmektedir. Yeme bozukluğu yaşayanların içe aldıkları ve ayrı bir nesne gibi yaşattıkları anne imgesini, yeme, kusma veya diyet yapma yoluyla denetim altında tutmaya çalıştıkları, hem onun tarafından ele geçirilmeye hem de terk edilmeye karşı bu yolla başa çıkmaya çalıştıkları ileri sürülebilir. Kendini aç bırakma ya da aşırı yeme sonucunda bedenlerinin kadınlaşmasını engellemeye çalışmaları da anneleriyle olan bu karmaşık ve iki değerli özdeşimi azaltma girişimi olarak yorumlanabilir. Ruhsal çatışmalar ve düzensizlikler yaşayan bu kişiler, kendilerinden çok annelerine aitmiş gibi algıladıkları bedenlerini, hem içsel hem de dışsal yaşantıları üzerinde denetim kurmak için kullanmakta, daha doğrusu annelerine benzeyen bedenlerini ve cinselliklerini ret etmekte gibidirler. Ayrıca cinsellikte önemli olan dokunma eylemine karşı kendilerini kapatan bu kişilerin dokunmama veya dokunulmasına izin vermeme ve cinsel dokunuşlara kendini kapatmakla sanki içe alma ve terk edilme tehlikesine karşı önlem aldıkları görülmektedir. Sonuç olarak cinsellikten ve kadınlıktan soğuma, kendi bedeninden ve cinsel ilişkiden iğrenme, tiksinti duyma ya da kaçınmaya yol açan bu duyguların beden imgesiyle aşırı uğraşma ve yeme davranışı bozukluklarıyla sonuçlandığı görülmektedir. Ayrıca yeme bozukluğu olan kişilerde cinsel uyarılma bozuklukları, orgazm olamama, cinsel soğukluk, homoseksüellik, aseksüellik, depresyon, anksiyete, kişilik bozuklukları ya da uyuşturucu madde kullanımı daha sık görülmektedir.
Yeme bozuklukları genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülüyor
Yeme bozuklukları genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülür. Yeme bozuklukları daha çok ergenlik döneminde ortaya çıkan ve ergen gelişimini olumsuz etkileyen bir süreçtir. Kimlik edinilmeye çalışılan ergenlik dönemi, cinsel kimlik oluşumu ve cinselliğin tanındığı önemli bir dönemdir. Bu dönemde ergen değişen vücut şekline uyum sağlamaya çalışmakta, bir yandan da cinsel olgunlaşma sürecine girmektedir. Bu dönemde yaşanan yeme bozuklukları, ergenin psikososyal ve cinsel gelişimi sürecini geciktirmekle kalmayıp, erişkinliğinde yaşayacağı cinselliğe yönelik sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu noktada bir çocuğun kişilik özelliklerinin temelini oluşturan 0–7 yaş dönemi ve ana-baba etkisinin çok büyük olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü çocuğun dünyaya gelişi ile birlikte çocuklarına en iyiyi vermeye çalışan ana-babalar, sıklıkla farkında olmadan hatalar yapabilmektedirler. Bu doğrultuda davranan ana babaların yetiştirdiği çocuklar doğru olanı yapmaya çalışır ve mükemmel bir çocuk olmaya güdülenirler, ancak bağımsız bir yetişkin olmakta güçlük çekerler. Bu nedenle ergenlik döneminde ebeveynlerin çocuklara karşı aşırı koruyucu olmaktan, yüksek beklentiler geliştirmekten, aşırı düşkünlükten ve katı davranmaktan kaçınmaları ve onların bağımsızlaşmalarına izin vermeleri gerekiyor. Çünkü yeme bozukluklarının tedavisi zordur. Mümkün olduğunca çabuk profesyonel yardım alınmalıdır. En iyi tedavi yöntemi tıbbi, psikoterapi ve beslenme konsültasyonunu içeren kombine bir çalışma ile gerçekleşmektedir. Yeme bozukluğu olan kişiler tehlikede olmadıkları fantezisiyle yardıma gerek duymadıklarına inanırlar veya sorunun farkındadırlar ama tekrar kilo alma korkusu ile tedavi görmek istemezler. Tedavi süreci birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Psikoterapide hastanın yeme, kusma veya yememe davranışlarıyla duygularını ifade etmesinin yerine duygularını uygun bir şekilde sözle ifade edebilmesi, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulmasına çalışılır.
Paylaş